Genel

“YERLİ VE MİLLİ FAŞİZM”

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında, cumhuriyet tarihinin en gerici meclisi ile karşı karşıyayız. Seçim sonuçları, her birimiz için, üzerine düşünülmesi gereken ciddi veri ve olgular sunuyor. Verilerden yola çıkarak, olguları ele alarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzünü döndüğü geleceği görmek, halkımızın terk edildiği “kader”i kavramak gerekiyor. Cumhuriyet, Atatürk ilke ve devrimleri ve halkın çıkarından yana mevzilenenlerin; düzen siyasetinin 2 kutbuna sıkışması, sağ savrulma ile sonuçlandı. Seçim sonuçları, sermaye ve NATO ile uyumlu milliyetçiliğin, en çok da AKP’nin siyasi pratiğini güçlendirdiğini bir kez daha gösterdi. Peki bu sürecin gelişimi nasıl gerçekleşti? Dilimiz döndüğünce, kalemimizin mürekkebini akıtalım.

Kurumsallaşamayan siyasal talepler, hegemonyayı kuran “iktidar” tarafından soğurulur. AKP’nin başvurduğu “yerli ve milli” retoriği, inşa ettiği faşizmi gizlemenin ve meşrulaştırmanın söylem düzlemini oluşturuyor. Mafya-tarikat karakteri ile “yerli ve milli” “faşizm” evrilişini yaşıyor. Türkiye’nin yaşadığı siyasal, toplumsal, ekonomik süreci “faşizm” olarak tanımlamak tartışılabilir bir konu. Faşizmi nasıl tanımladığınız ile de yakından ilişkili. Zora başvurma, zorun sistematiği, devlet aygıtının toplumsal yaşamdaki rolü gibi alt başlıkları da barındırıyor. Faşizmi, kapitalizmin emek baskıcı biçimde uygulanışı olarak ele almak, bizce daha doğru bir yaklaşım sunuyor. Bu açıdan, Türkiye’de “yerli ve milli” “faşizm” inşa ediliyor. İnşa ediliş sürecinin “yerli ve milli” ögeleri ise “mafya” ve “tarikat”…

AKP’nin bugüne kadar ürettiği siyasi pratiğin en emek baskıcı yeni evresi, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik bunalımın faturasını yine halka kestiği yerde gerçekleşiyor. Halkın, üretici güçlerin mutlak yoksullaşmaya terk edildiği, iş güvencesinin ortadan kalktığı bu süreç aynı zamanda Gezi’den bu yana kitlesel tepkilerin de baş göstermediği bir döneme denk düşüyor…

Ulusal pazarın özelleştirmeler yoluyla talan edildiği, sendikalaşmanın engellendiği, kayıt dışı ekonominin geliştirildiği, yabancı sermayenin ülkeye girmesi için türlü takla atıldığı bir ortamda; muhalif düzen partilerinin ekonomi politikalarının da sağdan inşa edilişi bir uzlaşmanın göstergesi. Düzen partilerinin temelde uzlaştığı yer: Emeğin baskı altında tutulması. Ayrıştıkları yer ise: baskının dozu ve hangi araçlarla yapılacağı. AKP, ”yerli ve milli” “faşizm” için mafya-tarikat ögelerinin siyasal, toplumsal, ekonomik yaşamda ağırlığının sürmesinden yana. Düzen muhalefeti ise “görece” ağırlığın azaltılmasından yana…

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, sadaka ekonomisi, talimatla çalışan bürokrasi, gücü merkezde toplayan idari yapı; siyasal, toplumsal, ekonomik yaşamı saraydan tasarlıyor. Toplumun yeni tasarımında ise “yerli ve milli” ögelere “alan” açılıyor.

“Yerli ve milli” “faşizm” için seferber edilen dinsel sembol, tören, kurum ve söylemin de altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Gericiliğin kurumsallaşması, AKP’nin kurduğu hegemonyanın, yeni yönetim biçiminin toplumsal-kültürel boyutu. Ekonomi boyutunda ise iç ve dış sermaye ile muazzam bir uzlaşma yetisi yer alıyor. Uzlaşmanın diyeti, özelleştirmeler ile ödeneli çok oldu… Şimdilerde gelişen şey ise kayıt dışı para. Kayıt dışı ucuz iş gücü, uyuşturucu, fuhuş, infaz, taşeron terör örgütleri…

Kayıt dışı para olmaksızın ülke ekonomisini döndürmek olanaksız. Kayıt dışı paranın ülkeye girişi ve çıkışını sağlayan “mafyalaşmış” güç odakları ise bir “suç habitatı” oluşturuyor. Bu suç habitatından daha korkutucu olan ise suç işleme izni için saraydan tezkere alma zorunluluğu…

AKP’nin iç ve dış sermaye ile uzlaşma yetisi ve suç habitatını yönetmesindeki deneyimin, iç siyasette bir kazanımı var. AKP’nin kuruluşundan bu yana çeşitli görüş ve çevrelerle uzlaşabilme yetisine, “yerli ve milli” “faşizm” aşamasında, kurumsallaşamayan siyasal talepleri kendi habitusuna bağlayabilme deneyimi katılıyor.

Emek baskıcı kapitalizm uygulamasının, kitlesel tepki ile karşılaşmasını önlemenin yolu, emekçi yığınlara “kimlik” sunmaktan geçiyor. AKP’ye bağlı kılınan milyonlar için, “AKP’li olmak” bir “kimlik”. Her gün yeniden var edilebilen, tarihsel (!) bir arka plana sahip, nedenselliğin ortadan kalktığı bir “ontoloji”. AKP’nin ürettiği siyasi pratik bir yanıyla mafyayı ve tarikatı toplumun “vazgeçilmez” ögeleri durumuna sokarken bir yandan da AKP’lilere sunduğu kimlikle, toplumu tasarlıyor. Sunulan kimliği benimseyen emekçi yığınlar, yaşadıkları sıkıntılar karşısında “kayıtsız” kalabiliyor. AKP’ye bağlı kılınan milyonlar, kimliklerini benimsedikçe bağımlı duruma geliyorlar. Yaşanılan sıkıntılar karşısında, her halükarda onları kurtaracak bir “reis”e sahipler. Geriye ise “reis”lerine vecd ile sarılmaktan başka çareleri kalmıyor.

 “Entelektüelin siyasi işlevi” (!) olarak liberal, ikinci cumhuriyetçi çevrelerin AKP’nin yükselişine omuz vermesi; çözüm sürecinde Kürt siyasal çevreleri üzerinden PKK’ya ile masaya oturma deneyimleri, AKP’nin siyasi pratiğini dönüştüren veri havuzu aynı zamanda… AKP, kendine benzemeyen (!) yapılarla kurduğu siyasi ittifakları kalıcı duruma getiremedi. Kalıcı olamayan siyasi ittifakların, AKP’nin toplum tasarımı için “yeterince” elverişli olmayışı ittifak siyasetinin de dönüşümüne neden oldu. 2017’de Anayasa değişikliği ile hukuken de başlayan rejim dönüşümü, “yerli ve milli” “faşizm” inşası, AKP’nin kurduğu siyasi ittifakları, kendi habitusuna katma gerekliliğine dayanıyordu…

Sinan Oğan’ın 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. turunda Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleme kararı (!); YRP, HÜDA PAR, BBP, MHP ve DSP’nin bulunduğu bir ittifak adayını desteklemenin ötesinde habitusa katılımın beyanıydı. “Yerli ve milli” “faşizm” yeni evresinde, kendinden olmayanı tamamen dışlamak yerine kendine benzeterek eritme stratejisine yönelmişti. Hegemonyayı yeniden ve sürekli olarak kurmanın yolu ise “Yerli ve milli” retoriğinden geçiyordu. Uzlaşma gibi görünen bu sürecin tek çıktısı ise AKP’lileşme oldu. “Yerli ve milli” retorik hem hegemonyayı kurmanın söylem düzlemi hem de siyasal ittifakı hegemonyayı kurduğu yerden gerçekleştirmenin aracıydı. Dolayımla, toplumun karşılanmamış taleplerinin kurumsallaştığı takdirde kitlesel tepkiye dönüşecek olması, kurulan yeni siyasi ittifaklar ile kurumsallaşamadan soğuruldu.

AKP’nin siyasi pratiğinin dönüşümü, başta çeperinde konumlananları kendine benzetirken; dalga dalga yayılarak tüm düzen siyaseti aktörlerini de etkisi altına alıyor. Düzen siyaseti aktörlerinin her biri öyle ya da böyle karşılanmamış talepleri temsil ediyor. AKP bu taleplerin ne olduğunu, düzen muhalefetinden çok daha iyi analiz ederek, toplumun siyasi taleplerini “sadece” AKP’nin karşılayabileceği sanrısında devre dışı bırakıyor. Düzen siyaseti aktörlerinin, karşılanmamış talepleri, kurumsallaştıramadığı yerde; “reis”in karizmatikliği, kitlelerin vecdi ile birleşince hegemonya yeniden kuruluyor. Ortaya çıkan oksimoron ifade ise şu oluyor:

“Enflasyonu biz yükselttik, biz düşürürüz!”

Kitlelerin karşılanmamış taleplerinin birikmesiyle doğacak olası bir tepkide ise AKP’nin “yerli ve milli” “faşizm”i “gayrimeşru şiddet tekelini” kullanma “yetkisi” ile devreye giriyor. AKP habitusuna katılmış tüm ögeler bir yandan karşılanmamış taleplerin birikmesiyle oluşabilecek “siyasi müdahaleleri” engellerken; bir yandan da dahil oldukları “suç habitatı”ndan korkma durumunu, talepleri karşılanmamış kitlelerine de  aktarmış oluyorlar. Yaşananlar karşısında, düzen muhalefetinin ses çıkarmamasının nedeni ise AKP ile emeğin baskılanması konusunda “siyasi” olarak uzlaşmış olması… Sağa kaymış bir düzen muhalefetinden daha fazlasını beklemek, “muhalif reis”lerin “muhalif”leri kurtaracağını beklemek olur…

“Yerli ve milli” “faşizm” yeni evresi, mafya-tarikat ögelerinin siyasi, toplumsal, ekonomik düzende sürekliliğini sağlaması ile oluşuyor. “Müesses Nizam”dan olası bir sapmada, devletin ideolojik ve baskı aygıtları olarak kullanacakları şunlar: yasa dışı çeteler, silahlandırılmış tarikatlar, ülkeye alınmış savaş deneyimi olan milyonlarca sığınmacı…

Kontrgerilla örgütlenmesini anımsatan, “Yerli ve milli” “faşizm”e teşne “milliyetçilik” ise olası bir toplumsal kaos ortamında pimi çekilmiş bir bomba. “Yerli ve milli” “faşizm”in emek baskıcı karakteri, kapitalizmin en baskıcı uygulanışı, bizlere bunları sunuyor…

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en gerici meclisinin işbaşında olduğu, işi ise sarayın yönettiği günümüzde; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü en “gayrimilli iktidar”, şiddet ve baskı ortamını meşrulaştırmak için uzlaştığı ve kendine benzettiği siyasal aktörlere başvuruyor. “Yerli ve milli” “faşizm” yeni evresi, kitlelere sunduğu kimlikle saraya bağlı milyonlar üretirken; toplum tasarımında mafya ve tarikatlara alan açıyor. Toplumun karşılanmamış taleplerini temsil eden siyasi aktörleri ile uzlaşan AKP, aktörleri AKP’lileştiriyor. Uzlaşılan siyasi aktörler, saray habitusuna katılıyor. Saray habitusuna katılım, tüm politik aktörlüğü devretmek demek. Getirisi ise sermaye ile uzlaşmadan pay alma ve suç habitatının parçası olmanın “saygınlığı”…

Bugünlerde, yaşananlar karşısında, “Türk-İslam platosundan çıkma” “milliyetçililer” (!) de “CHP’deki değişim rüzgarı”nın sağ savrulmasına kapılan “Atatürkçüler” (!) de kendilerini “Yerli ve Milli” retoriğin üreticisi, emek baskıcı karakterin destekçisi olarak bulabilirler. Ama öyle ama böyle…

Tarihin tekerini ileriye çevirme kararlılığındaki devrimcilerin görevi, tüm bu gidişatı bozmaktır.

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir