YENİLENEBİLİR Mİ ENERJİ?
Büyük Kemalizm Kurultayı’ndan bu yana bir sene geçti. Bu süre zarfında Ukrayna – Rusya Savaşı dolayısıyla özellikle de Avrupa’yı derinden etkileyen bir enerji kriziyle karşı karşıya kaldık. Bunun yanı sıra Kuzey Buz denizi ve Doğu Akdeniz gaz yatakları, dünyanın enerji gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Coğrafî konumun, menfaatlerin ve ikili ilişkilerin son derece belirleyici olduğu bir düzende yaşıyoruz. Bu fosil yakıtların arz güvenliği ve çevresel sıkıntıları, iklim değişikliği gibi sorunlar göz önüne alınacak olursa, alternatif enerji kaynaklarına yönelim gittikçe önem kazanmaktadır. Sera gazı salınımları ( sonucu ortaya çıkan iklim krizi, fosil yakıtların maliyetinin artışı ve tükenebilirlikleri, güvenilir enerji sorununu dolayısıyla da dünyayı temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına doğru yönlendirmiştir. Petrol ve doğal gazın yaklaşık 50 sene içinde, kömür ve linyitin de yine 200 sene içinde kaynaklarının tükeneceği varsayılmaktadır. Ancak doğal gaz tüketimi ve arayışının daha uzun bir süre devam edeceği varsayılmaktadır. Bugün bu zararlı yakıtları tüketmeyi bıraktığımızda dahi sorunu tam olarak çözememekteyken, enerji üretimini hâlâ daha termik santraller varlığı ile yapmak, vereceğimiz kararların cesurca ve ilerici olması zorunluluğu ile bizi baş başa bırakıyor. İşte tüm bu durumlar göz önüne alındığında yenilenebilir enerjinin kullanımı büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde ve dünyada temiz enerji üretiminin gittikçe arttığını söyleyebiliriz. Ancak bu ne kadar sürdürülebilirdir? Ülkemiz burada hangi konumdadır? Sahiden de iklim değişikliği bir sorun mudur, değil midir? Bunlar üzerine konuşacağız.
İklim Değişikliği
İklim değişikliği ya da küresel ısınma, karbondioksit gibi ısıyı tutan sera gazlarının, dünya üzerinde kara, deniz ve havada ölçülen ortalama sıcaklıkları arttırması nedeniyle iklimin değişmesidir. Bu iklim değişiklikleri kuraklık, çölleşme, yağışlardaki dengesizlik ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum vb. meteorolojik olaylarda artışlar gibi belirtilerle kendini gösterir.
Gelişmiş pek çok ülke, belirttiğimiz olumsuzluklardan dolayı yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeye başlamıştır. 2015 yılındaki Paris İklim Anlaşması ile birlikte sıcaklıklardaki bu artış ortalama ‘ta sınırlanmak istenmektedir. Gelişmekte olan ülkelere de bu kapsamda fosil yakıtlardan, yenilenebilir enerjiye geçişte çeşitli destekler sunulmaktadır. Ülkemiz de, 2021’in Ekim ayında anlaşmayı onaylayarak bir adım atmıştır; ancak siyasal iktidarın attığı bu adımın ne kadar samimi olduğunu süreç gösterecektir. Bu şerhi düşmemizin ana sebebi olarak, fosil yakıtlı santrallerin kullanımının teşvik edilmesini, uygun modernizasyon çalışmalarının sudan sebeplerle geciktirilmesini ve enerji israfını gösterebiliriz. Çevre ve toplum odaklı olmaktan ziyade günü kurtaracak işlerin meydana geldiğini görmekteyiz. Burada akıllara hemen Akkuyu Nükleer santrali, vasat çalışma koşullarında heba olan maden işçileri vd. gelecektir.
“Temiz bir Dünya” temelli yaklaşımların, bu yönde bir bilinçliliğin oluşturulması çabaları son dönemde çokça artmıştır. Bu kapsamda pek çok faaliyet göze çarpmaktadır. Ulaşımda, ısıtmada, elektrik ihtiyacında vd. pek çok alanda fosil yakıtların terk edilmesi, elektrikli araç teknolojisindeki ilerlemeler, hayvan, bitki, insanların organik atıklarının dahi enerji üretiminde değerlendirilmesi, akıllı binalar, kentler, şebekeler ortaya çıkarılarak, enerji tasarrufu ve üretiminin daha sağlıklı yapılmaya çalışılması, hayatımızın her alanında tasarruf bilincinin yerleştirilmesi vb. pek çok değişiklik hem dünya hem de canlı sağlığı ve geleceğimiz için çok değerlidir. Enerji alanındaki temel bakış açımızı da bu temellere dayandırarak yorumlarımızı yapacağız. (Elbette tasarruf konusuna bir şerh düşmek gerekir. Neo – liberal bir düzende olmayacak ürünlere önce ihtiyacın yaratılması sonra da talebin meydana gelmesi çok klasik bir döngüdür. Anlaşılacağı üzere düzen ile ilgili temel bir soruna vurgu yapmak gerekir.)
Dünya ve Türkiye’deki Enerji Durumu
2019 yılı itibariyla enerji ithalatında ilk sırada Çin’i görüyoruz. Sırasıyla Japonya, Hindistan, G. Kore gibi ülkeler gelmektedir. Türkiye de, 8. sırada yer almaktadır. Türkiye, hem enerjisinin çoğunluğunu ithal eden bir ülkedir hem de halkına en maliyetli sunan ülkeler arasında da Kolombiya’dan sonra 2. sırada yer almaktadır. Geçen 3 yılda bu kötü tablonun çok da değişmediğini yaşayarak görmekteyiz. Halkının gün geçtikçe yaşam koşullarını tüketen, onları “büyüyoruz” söylemleriyle oyalayan bir devlet yönetimiyle karşı karşıyayız.
Yenilenebilir enerjinin (YE) toplam enerjiye oranı hususunda, Norveç ilk sırada yer almaktadır. Türkiye ise, %40 – 50 ile 10. sıradadır. En yüksek kömür ve linyit kullanımında da ülkemizi 10. sırada görmekteyiz. Akkuyu Nükleer Santrali’nin de devreye girmesiyle enerjideki payının %11 olacağı tahmin edilmektedir. ETKB’nin stratejik planı ve Cumhurbaşkanlığı’nın 2019 – 2023 kalkınma planları göz önüne alındığında kömür ve nükleer enerjiye yönelik faaliyet alanının geniş olduğu ve bir özendirme politikası olduğu görülecektir. 1990’dan 2019’a geldiğimizde enerji ihtiyacının da artması göz önüne alındığında, petrol ve doğal gaz tüketiminin arttığını görmekteyiz; lakin son yıllardaki artışın düştüğü, yerini yavaş yavaş YE’ye teslim ettiği söylenebilir. 2019 yılına geldiğimizde dünya enerjisinin yaklaşık %20’sini YE oluşturmaktadır. Bu oran giderek artmaktadır. Karbon salınımı oranlarında da yaklaşık olarak, kömürün %44, petrolün %33 ve doğalgazın %23 etkisi olduğunu göz önüne getirdiğimizde, termik santrallerin acilen kullanımının durdurulması ya da enerji üretimindeki payının azaltılması, büyük önem teşkil etmektedir [ETKB, 2019]. Termik santraller 2000 – 2018 yıllarında dünyada kullanımının son derece arttığı gözlemlenmektedir. Bunun büyük paydasını Asya ülkeleri oluşturmaktadır. Özellikle de Çin bu konuda zirvededir. 18 yıl içinde enerji ihtiyacı 5 kata yakın bir artış göstermiştir; ancak dünyanın geri kalan kısmında, kömür – linyit kullanımında belirgin azalışlar dikkati çeker. IEA’nın (Uluslararası Enerji Ajansı) 2018 – 2040 projeksiyonunda, enerji kullanım oranları kapsamında, kömürdeki artış %17.2, doğalgaz %48.1, petrol %25, nükleer %32.2 ve yenilenebilir enerjide ise %63.5’lik bir artış beklenmektedir. Bu veriler de bizlere gösteriyor ki, yönümüz temiz enerjidir. [N. Tamzak, 2019]
Bugün bu verilerde artış olduğunu varsayabiliriz. YE’nin enerji üretimindeki payının kimi yerde arttığını, kimi yerde de sabit ve aşağı yönlü hareket ettiğini söylemek mümkündür. Burada ülkelerin iç dinamiklerindeki değişikliğe ve son dönemlerde oldukça hızlı artan enerji talebine bağlamak gerekir. Elbette Rusya – Ukrayna Savaşı sonucu artan doğalgaz arz güvenilirliğinin azalışı, özellikle de Avrupa ülkelerinin tekrardan nükleer ve termik santrallere yönelmek zorunda kalması, yenilenebilir enerji idealinden vazgeçilmek zorunda kalındığı şeklinde bir yanılgıya bizleri götürebilir. Görüldüğü üzere çok komplike bir durumla karşı karşıyayız. Hem teknolojik ilerlemeyi, sanayileşmeyi genişletmek istiyoruz hem de bunu temiz bir şekilde yapmak zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Bu süreç, bizlere ciddi anlamda kolay bir iş olmadığını göstermektedir. Peki, Türkiye nerede yer almaktadır?
Türkiye’de yenilenebilir enerjinin durumu, 2020 yılı itibariyla, toplam kurulu gücün, %26’sı hidroelektrik (Bunun da dörtte üçüne yakını depolamalı / barajlı yapılardır.), %7’si rüzgâr, %6’sı güneş, %1’i jeotermal ve yine %1’i biyokütledir. Toplam enerji kurulu gücün geriye kalanı ise, taş kömür, linyit %28, ithal kömür %8 ve doğalgaz / LNG %23 oranında kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere, YE’nin büyük kısmı hidroelektrik ile sağlanmaktadır. Diğer kaynakların oranları, enerji ihtiyacı sürekli artacağı için yükseltilmek zorundadır. Doğal gazın yarısına yakınını da Rusya’dan temin etmekteyiz. Bu tip büyük bir bağımlılık, enerji arz güvenliği açısından, ekonomik, sosyal ve siyasal bir sorun teşkil etmektedir.
2018 yılı itibariyla nükleer enerjinin dünyadaki kurulu güçteki payı %5 oranındadır. TMMOB’un 2019 yılı verilerine göre, dünya çapında işletmede olan reaktör sayısı 413, kapatılan 173, inşa edilen 50’dir. Bu 50 reaktörden 16’sı Çin’de, diğer 24 tanesi Asya’da, ancak 3 tanesi Avrupa ve ABD’dedir. İşletme aşamasında, bu saydığımız süper güç ülkelerin hâlâ hatırı sayılır bir üretimi vardır. Burada Çin’i ayrı bir konumda tutmak gerekir. Enerji ihtiyacı, ekonomik gelişimi ve nüfusu ile beraber çok uç noktalara ulaşmıştır. Ayrıca yenilenebilir enerji hususunda da pek çok alanda ileri bir konumdadır. Rüzgâr enerjisinde Türkiye ile birlikte 2015 ile 2019 yılları arası kurulu gücünü iki katına çıkarabilmiştir. Çin, güneş pili üretiminde de dünyada %32 ile ilk sıradadır. Bugün için şunu da belirtmekte fayda vardır. Gelişmiş Batı ülkeleri ve Çin, Japonya, Rusya gibi yüksek teknoloji ve sanayiye sahip ülkelerin karbon emisyonlarının azaltılmasında, gelişmekte olan ülkelere göre daha çok adım atması gerekmektedir ve Paris İklim Anlaşması’na katılım sağlayan, kalkınma zorunluluğu olan ülkelere teşviklerin daha da arttırılması gerekmektedir. [N. Ağıralioğlu, 2020] Nükleer enerjinin yıllar geçtikçe azalacağı tahmin edilmekteydi; ancak az evvel de bahsettiğimiz vakalar bunun kısa ve orta vadede pek mümkün olmadığını göstermektedir.
AB’nin çeşitli teşvikler ile yenilenebilir enerjiye yatırımcıları çekmek ve halkı hem yeşil enerji hem de tasarruf konularında bilinçlendirdiği görülmektedir (Feed in-Tariff, Karbon kredileri, I-REC sertifikaları). Yeşil sertifika, yatırım desteği, vergi muafiyeti / indirimi, vergi iadesi, doğrudan fiyat desteği gibi desteklerin yapıldığı görülmektedir. Avrupa’daki ileri konumuyla Almanya çok iyi bir örnektir. Yatırımcılara sağladığı desteği, müşterinin faturalarına yansıtarak sağlama yolunu tutmuştur. Destekleri belirli bir süre boyunca, sürekli azalacak şekilde dizayn etmişlerdir. Bu süre esnasında rekabet arttıkça sektör genişlemiş, AR-GE ve gerekli ekipmanlar özelinde imalat sanayisi gelişmiş, teknoloji önemli bir seviyeye gelmiştir. Almanya, zaten enerji sanayisi yüksek bir ülkedir. Bu çalışmalar yatırım maliyeti ve faturaları olumlu yönde etkilemiştir. Son 20 yılda güneş ve rüzgâr enerjisinin maliyetinin düştüğü gözlemlenmiştir. YE kurulum maliyeti yüksek ve kesintili enerji üretimi dolayısıyla güvenilir bulunmamaktadır. Bu noktada bu tip teşvikler zaruridir. Almanya da bu alanda ilerleme kaydeden gelişmiş ülkeler arasındadır [S. Uyanık, 2018]. Ancak şunu da belirtmek gerekir: Son dönemde yatırımcıya yapılan bu desteklerin planlı bir şekilde azaltılmasına rağmen, yatırımcıların bu desteğe artan bir şekilde talepte bulundukları gözlemlenmiş ve YE sektöründen el çektikleri bile görülmüştür. Sermayenin odak noktasının kâr olduğunu burada bir kez daha hatırlamış bulunmaktayız. Elbet bu da doğası gereği gayet olağan bir durumdur. Bu gibi geri dönülemez meselelerde kamuculuk esaslı politikalar çözümün başlangıcını oluşturmaktadır.
Ülkemizin 2040 yılında enerji tüketiminin iki katına çıkacağı, nüfusunun da 95 milyona yaklaşacağı tahmin edilmektedir. Bu çok büyük bir ihtiyacı ortaya çıkartmaktadır. Hem enerji ihtiyacımızı ve onun kolay, güvenilir ve ucuz temin edilebilirliği hem de çevre dostu, temiz bir enerji olması hususları üzerinde durarak enerji politikaları yürütülmelidir. Ayrıca, bugünkü siyasal iktidar dönemindeki elektrik dağıtım özelleştirmelerinde, santral özelleştirmelerinde, alım garantili elektrik üretim tesislerinin ihalelerinde; iktidara yakın olan bazı özel sermaye grupları, kamudan en çok iş alan şirketlerdir. Burada enerji sektörünün bu tekellerin elinden de kurtarılması gerekmektedir. Adil yatırım ve iş yapma imkânı ancak bu şekilde sağlanacaktır. Kapasitenin eşit ve doğru değerlendirilmesi, lisansların uygun politikalarla verilmesi, projelerde uygun teknolojilerin geliştirilmesi veya transfer edilmesi kamusal – toplumsal yarar için olmazsa olmazlardandır. Sosyal devlet anlayışı ile birlikte, gittikçe artan, enerji yoksullaşmasına devlet destekleriyle artık son verilmelidir. Halkın üzerinden faturaların getirdiği ağır yükünün kaldırılması gerekmektedir. Bunun, halka seçim arifesi lütuf diye sunmak değil, yaşamak hakkını teslim etmek şeklinde gerçekleşmesi gerekmektedir. YE’nin enerji piyasasında yeri arttıkça devletin görevleri de artmaktadır. “Planlı, halk odaklı bir kalkınmayı nasıl temiz enerji ile sağlarız?” sorusu, devletin bu süreçteki ana sorumluluğudur. Bilinçli hareket etmek gerekmektedir. [O. Türkyılmaz vd. 2019]
Fosil Yakıtlar ve Nükleer
Fosil yakıtlar ülkemizin enerji ihtiyacının çoğunluğunu karşılamaktadırlar. Son dönemlerde yenilenebilir enerji de ne kadar üretim ve teknoloji artışı varsa da, fosil yakıtlardan vazgeçilmediği hatta yer yer teşvik edildiği görülmektedir. Yıllık yaklaşık %4 – 5 oranında enerji ihtiyacımız artmaktadır. Bu artışa nasıl cevap vereceğimiz asıl önemli konulardandır. Devlet, 2019 – 2023 planında kömür ve nükleere vurgu yapmakta, iyileştirmeler ve planlamalardan bahsetmektedir; ancak ne kadar rehabilite edilse de, çevresel sorunlardan kaçınılamayacağı ortadadır. ,,, CO, HF, HCl, Hg gibi zararlı maddelerin salınımı, asit yağmurları, doğadan önemli miktarlarda su çekilmesi ve sonrasında kimyasallarla birlikte yüksek sıcaklıklarda suyun doğaya geri verilmesi, tonlarca cüruf ve külün doğaya salınması vd. pek çok sorunla karşılaşmaktayız. Son dönemdeki yasal düzenlemelerle özelleştirilmiş termik santrallerin uygun filtre takımı ve atık yönetimlerinde onlara adeta “çevreyi kirletme izni” verildiği, denetimsizliklerin arttığı dikkati çekmektedir. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen ve halen daha devam etmekte olan müsilaj oluşumu, denizlere ve nehirlere evsel ve endüstriyel atıkları bırakmamız sebebiyle gerçekleşmiştir. Atıklar yüzünden oksijenin azalması ile canlı yaşamına kendi ellerimiz ile son vermekteyiz. Bu ve buna benzer olayları yaşayarak öğrenmektense sağlıklı planlamalar ile hiç olmaması için uğraşmak zorundayız. Mavi, yeşil ve gök vatan ifadeleri son dönemde çok popüler olmuştur. Bunların içini doldurmaksa asıl meselemiz olmalıdır. [O. Aytaç, 2019]
Elbette burada iklimin bir kriz içinde olmadığı şeklinde mesnetsizce yapılan yorumlara da iki çift laf söylemek gerekir. Elde yağış rejimlerinin değişimi, müsilaj vd. gibi pek çok geri dönüt varken hâlâ daha doğanın bizlere tepki vermediği hezeyanına kapılanların amaçlarının başka olduğu, niyet okumasını yapabileceğimizi düşünüyorum. Burada “biz” öznesini de aslında kullanırken dikkatli olmak gerekir; çünkü bu sorunların pek çoğunun müsebbibi aslında biz yani halk değildir. Burada düzenin asıl ortaklarını yani devletleri ve sermayedarları hedef olarak belirlemekte fayda vardır; çünkü kirlilik, enerji üretimi ve kullanımında bu unsurlar asıl gücü ellerinde tutmaktadır.
Termik santral meselelerini bir örnek vererek daha da açıklamış olalım. Eskişehir’de Alpu ovasında bir termik santral yapılması planlanmış fakat ihale onayı çıkmadığından, çeşitli davalarla süreç uzamıştır. Halen hukuk süreci devam etmektedir. Lakin uzmanların görüşleri gerekli ÇED raporlarının eksik olduğu, santralin bölgenin verimli arazilerinin yanında her türlü canlı yaşamını da son derece tehdit ettiği ortaya konulmuştur. ÇED raporları sermaye sahipleri birtakım ‘işlerini’ yapmadan evvel uygulanan bir prosedür olmaktan çıkmalıdır. Termik santraller atıklarıyla, suyu, toprağı ve havayı kirletmekte, canlı yaşamına ket vurmaktadır. Pek çok termik santrali öncelikle bölge halkının protesto ettiği, ancak sonuç alamadıkları ortadadır. Bu da bizlere zaman ilerledikçe toplumun bilinçlenme seviyesinin arttığını göstermektedir; ancak bu bilincin (sosyal kabul düzeyi), santral bölgelerinden uzaklaşıldıkça azaldığı da yapılan çalışmalarda gözlemlenmiştir. Bu hususlar da gösteriyor ki, kamuoyuna enerji – çevre bilincinin öğretilmesi gerekmektedir. Doğa bir döngüdür. Ne kadar uzak görünse de her ülke ve coğrafyanın birbirini etkilediği bir döngü. Kaldı ki, toplumsallık dediğimiz olgunun, başımıza bir şey gelmesini beklemeden bizleri faaliyete geçirmesi gerekir. Bu süre esnasında siyasî saiklerle üretilen kirli bilgilerden kaçınarak, uzmanlara kulak vermekte fayda vardır ve bireyselliğin yalnızlaşmak ve bencilleşmek şeklini reddetmek, toplumsal mücadeleyi yaşatmak gerekmektedir. [Uzun ve Arslan, 2018]
Şekil 1. Doğu Akdeniz’de Üretilecek Gazın Potansiyel İletim Güzergâhları, [Özen E.,2020]
Doğalgaz için de, son dönemde elektrik üretiminde başka alternatifler bulunmasına rağmen yine de önemli bir paya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Temiz enerji üretimine geçişte diğer kaynaklara kıyasla daha az sera gazı salınımı yaptığı için orta vadeye kadar değerlendirmek durumundayız ve büyük oranda da ithal ettiğimizi söyleyebiliriz. Piyasada değerinin giderek arttığını ve siyasal ilişkilere çok bağlı olduğu için enerji güvenliğinde sorunlar yaşadığımızı göz önünde bulundurduğumuzda, yenilenebilir enerjiye geçiş sağlanırken, Doğu Akdeniz bölgesindeki gaz yatakları büyük önem taşımaktadır. Bölgede üç proje göze çarpmaktadır. Türkiye güzergâhı en uygulanabilir, ekonomik yoldur; fakat bölgedeki siyasî uyuşmazlıkların bölge ülkeleri ile giderilmesi gerekmektedir. Hal böyle ki EastMed doğalgaz boru hattı projesi bazı bölge ülkeleri ve AB tarafından onaylanmış vaziyettedir; ancak gerek maliyeti gerekse de siyasal çıkmazlar neticesinde pratiğe geçilememiştir. Doğu Akdeniz’e en çok kıyısı olan Türkiye ile anlaşmadan bu tip projelerin faaliyete geçmesi hayalidir; ancak bölgesel işbirliğinin acilen toparlanması gerçeği dış politikada önümüzde duran bir ödev niteliğindedir. Bölge rezervleri tüm dünya için olmasa da son dönemdeki Avrupa enerji krizinde AB’nin elini rahatlatabilir. İlerleyen zamanlarda yatırımcıların da yönelmesi gayet olasıdır. [Özen E.,2020]
TMMOB’un Akkuyu Nükleer Santrali raporunda, oluşturacağı zararlı atıklarına, güvenilirliğine (Çernobil, Fukuşima vb.), ülke enerji üretimindeki gerekliliğine ve diğer sosyo – ekonomik, siyasal durum ve sonuçlarına yer verilmiştir. Rapora göre, işletme biçiminin de çeşitli sıkıntılar doğurabileceği gözükmektedir. %51 hissesi Rusya’ya ait olan ve yap – işlet – devret modeli ile değil, yap – sahip ol – işlet modeli ile yapıldığı, bu süreçte de teknoloji paylaşımının söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, burada bir güvenlik açığı olduğu ortadadır. Fay hattı üzerinde yapılan Akkuyu NGS tam bir risk teşkil etmektedir. Maddî, toplumsal ve çevresel sorunları da beraberinde getirmektedir. Yenilenebilir enerjinin baz yük santralleri için uygun hale getirilmesine çalışmak daha önemlidir. Zaten halihazırda hidroelektrik ve jeotermal enerjide bu sağlanmaktadır. Bunu geliştirme yolunun tutulması gerekmektedir (PDHES vd.). [TMMOB, 2019]
Nükleer ve termik santrallerden bir anda vazgeçmek kısa vadede özellikle de bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için pek gerçekçi değildir. Enerji ihtiyacı ve teknolojilerin artması ile birlikte kendi kaynaklarımız ile üretim yapmak ekstra önem kazanan bir durumdur. Bu sebeple doğalgaz çıkartma çalışmaları, termik santral iyileştirme çalışmaları arttırılmalı ve denetlemeler kuvvetlendirilmelidir. Fosil yakıtların zamanla tükenmesinden dolayı ithalat maliyetinin artması ve enerji güvenilirliğini etkilediği için üretim maliyeti yüksek olmasına rağmen nükleer enerjiye yönelimi arttırmaktadır. Özellikle de son dönemde Rusya’nın uyguladığı enerji politikası, Avrupa’yı kömür, doğalgaz ve nükleer enerjiye geri dönüşe tetiklediğini görmezden gelemeyiz. Giderek artan enerji talebini bu örnekte de gördüğümüz gibi yeşil enerji ile kısa vadede sağlayabilmemiz mümkün değildir. Bu işin öncüsü olan Almanya’da Yeşillerin koalisyon ortağı olduğu bir hükümetin fosile göz kırpan politikaları bize gösteriyor ki, gerçekçi politikalar ile ancak sürdürülebilirliği sağlayabiliriz; ancak uranyum temelli bu santrallerin işletim esnasında halk sağlığı ve kaza riski minimalize edilmelidir. Radyoaktif atık problemi halen çözülebilmiş değildir. Bir nükleer atığın doğada yok olma süreci on binlerce yılla ifade edilirken bu atıkların çevreye ve insan sağlığına uzun vadede ciddi zararları bulunmaktadır. Bu uzun yıllar boyunca havaya, suya ve toprağa karışan radyasyon, insan ve bitkiler üzerinde etkili olur ve çevreye yayılarak, canlılara besin veya solunum yoluyla geçer. Keza güvenilirlik noktasında da şaibelidir. Son derece dikkatli olunması gerekmektedir. Gelişmiş pek çok ülke, buradan enerji üretimine devam etmekte fakat yavaş yavaş da terk etme, azaltma aşamasındadır. Akkuyu NGS örneğinde teknik bilgi ve teknoloji transferinde, işletme anlaşmalarında ve maliyetleri hususunda, ilerleyen aşamalarda bunların iyileştirilmesi ve halkın yararına uygulanması şarttır. Literatürde, artan nüfus karşısında fosil yakıtlara olan bağımlılığın sona erdirilmesi, arz güvenliğinin sağlanması ve maliyetlerin düşürülmesi noktasında nükleere teşvik edenler ile, özellikle de radyasyon temelli sağlık ve güvenilirlik açısından buna karşıt olanlar arasında bir fikir zıtlaşması vardır. Biz ise mevcut ülke ve dünya koşullarında kalkınma ve canlı odaklı düşünerek, uzun vadede AR-GE ile destekleyerek ekosisteme en uygun enerji üretimini sağlamalıyız. Unutulmamalıdır ki, iklim değişikliği ile beraber, istediğimiz kalkınmayı, yaşanamayacak topraklarda sağlamanın geleceğe hiçbir faydası yoktur. [Kaya İ.,2012]
Yenilenebilir Enerji
İklim koşullarına göre çoğu zaman sıfır atık enerji üretimini sağlayabildiğimiz sistemlerdir. Ülkemizde son yıllarda geniş bir faaliyet alanı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ürettiğimiz temiz enerji, toplumun ve kalkınmanın yararına olmak zorundadır. Bu noktada eksiklikler göze çarpmaktadır.
- Güneş Enerjisi
Güneşin çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan ışınım enerjisidir. Bir kısmı ışık ya da ısı enerjisi olarak direkt kullanılırken bir kısmı da elektrik enerjisi olarak kullanılır. Güneş pilleri ya da fotovoltaik piller diye anılan cihazlar güneş ışığından elektrik enerjisi üretirler. PV paneller bugün yaklaşık %10 – 30 verime sahiptirler. Bu verim oranını arttırma çalışmaları halen devam etmektedir. Türkiye’de güneş enerjisi kurulu gücü 2013’te neredeyse sıfırken, sonraki süreçte hızlı bir yükseliş göstermiştir. Karmaşık teknolojiler gerektirmemesi, işletme masrafının az olması, toplumun bireysel olarak temin edebilirliği bakımından avantajlı bir uygulamadır. Ancak birim yüzeye düşen ışık az olduğu için geniş panel yüzeyleri gerektirmekte, üretiminin kesintili olması sebebiyle ayrıca depolama da gerektirmektedir. Tesisatın ilk yatırım maliyetinin fazla olduğunu görüyoruz. Bunun Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri (YEK), çeşitli devlet teşvikleri ve sektörün genişlemesiyle makul noktalara gelmeye başladığını belirtmek gerekir. Ancak maliyetin ve izin süreçlerinin kullanıcı sayısını arttırmak için daha elverişli bir noktaya gelmesi gerekmektedir. Bireysel üretimin ulusal enerji piyasasında kullanımı ve satışı daha çok desteklenmelidir.
Türkiye, güneşlenme süresi ve ışınım şiddeti bakımından gayet uygun bir ülkedir (günlük 7.2 saat/ 3.6 kWh/). Özellikle de güney bölgeleri burada dikkate değerdir. Güneş enerjisi kullanım kolaylığı bakımından diğer YE kaynaklarına göre daha uygundur. Verimlilik ve kesintililik problemlerine de AR-GE çalışmaları ile iyileştirmeler yapılabilir. Ayrıca kurulum, izolasyon, kullanılan panel, ekipman türü vd. etmenlerde liyakatli kişilerce uygulanmalı, burada teknik eğitiminde önemli olduğunu unutmamak gerekmektedir [E. Yörükoğulları vd., 2015][ B. Kılkış, 2019][ C. Öztürk, 2020].
- Rüzgar Enerjisi
Şekil 2. Küresel Rüzgâr Atlası 100 m Rüzgâr Hızı – Türkiye (G. Teneler, 2020)
Rüzgar türbinleri ile mekaniksel güç kullanarak, jeneratör vasıtasıyla elektrik enerjisi üretebilmekteyiz. Türkiye’nin özellikle Ege ve Marmara bölgeleri yüksek rüzgâr potansiyeline (rüzgar hızı ve gücü) sahiptir. Zaten kurulu gücün yaklaşık %70’e yakını bu bölgelerdedir. Türkiye, son 10 yılda çok hızlı bir RES kurulumu ve rüzgâr enerjisi üretimi sağlamaktadır.
Kurulumdan önce ön rapor, fizibilite çalışmaları yapılması gerekmektedir. Bölge ve türbin seçimi uygun şekilde yapılmalıdır. Coğrafyanın iyi tahlil edilmesi önemlidir. Diğer enerji kaynaklarında da olduğu gibi, her bölgede kurulamadığından depolama gereklidir. Sadece yüksek bölgelere kurulabildiği için, dağıtım hatlarına yakınlığı ekstra önem teşkil etmektedir. Düzlemsel arazi gerektirdiği için tarım arazilerini işgal etme durumu söz konusu olabilir. Burada sosyal kabulün sağlanması önemlidir [E. Yörükoğulları vd., 2015][ Koç, ve Apaydın, 2020][S.Yılmaz, 2021].
YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması) destekleri ve YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) ihalelerinde şart koşulan yerlilik oranlarının da etkisiyle, son yıllarda Türkiye’de kule, türbin kanadı, dişli kutusu, jeneratör gibi ekipmanlarda yerlilik noktasında belirli bir ilerleme kaydedilmiştir; fakat bununla birlikte bazı bileşenlerin üretilememesi nedeni ile türbin bileşenleri sanayisinin daha güçlü işbirliğine ihtiyacı vardır. Ara ve yan sanayinin desteklenmesi yönünde çözümler üretilmelidir. [G.Teneler, 2020]
- Hidroelektrik Enerji
Depolamalı ya da depolamasız santrallerde suya belirli bir düşü ve debi kazandırdıktan sonra türbinlere verilen güç ile üretilen mekanik enerjidir. Bu mekanik enerji jeneratörler vasıtasıyla elektrik enerjisine dönüştürülür. Bu üretim diğer YE kaynaklarına göre yüksek verimlidir. İhtiyaç anında yaklaşık 5 – 10 dk. içinde devreye girebilme özellikleri HES’leri diğer baz yük santrallerinden ayırmaktadır (termik, nükleer). Gerekli bakım – onarımlarla beraber çok uzun süreler kullanılabilirler. YE kurulu gücün üçte ikisini de hidroelektrik oluşturmaktadır. (Baz yük: 24 saat içerisinde gerçekleşen tüketimin minimum değeri olarak tanımlanır. Baz yük santralleri de, bu minimum tüketimi karşılayabilecek üretimi yapan santrallerdir.)
Ancak burada da çeşitli sorunlar karşımıza çıkmaktadır. Kesintili üretim, arz güvenliğine negatif etki etmekte, enerji depolama sistemlerine ihtiyaç duymaktadır. Burada pompaj depolamalı hidroelektrik santraller büyük önem teşkil etmektedir. Çeşitli coğrafî kısıtlamalar ve ilk yatırım maliyeti karşılandığı takdirde, barajlı HES’lerin bu yöne evrilmesi önemlidir. Suyun potansiyel enerjisinden daha fazla yararlanmayı ve baz yük santrallerine olan ihtiyacı karşılamaları bakımından halihazırdaki HES’lerin büyük payı olmakla birlikte Pompajlı HES’lerde bu oranlar daha da artmış olacaktır. PDHES’ler, normal barajlı HES’lere ilave olarak uygun düşüde bir hazne eklenmesi ve puant saatlerde enerji üretip, puant-dışı saatlerde enerjinin pompa vasıtasıyla depolandığı sistemlerdir (Puant saat: Enerjiye en çok ihtiyaç duyulan saatlerdir. Türkiye’de 17.00 – 22.00). Bu ülkemizin termik, nükleer gibi santrallere ihtiyacını azaltacak sistemlerdendir. Ayrıca melez sistemleri de arttırmamız gerekmektedir. RES ve GES’lerle HES’lerin kuracakları entegre üretimler, piyasanın ihtiyaçlarını daha uygun karşılayacaktır. Yerellik, YE’nin ana konusudur. Burada da türbin, çark, pompa, jeneratör – motor vd. gibi pek çok ekipmanı imalat sanayimizde üretebiliyor olmak, büyük öneme sahiptir.
HES’lere yalnızca enerji olarak bakamayız. Kuruldukları coğrafyaya büyük etkileri vardır. Depolamalı HES’ler iklimleri, tarım arazilerini, ekosistemi derinden etkilerler. Ana sorunlar ÇED, inşaat ve işletme sürecinde olmaktadır. ÇED süreçlerinin resmî bir formaliteden ibaret olmaması gerekmektedir. Son dönemlerde yatırımların artışı, bu tip süreçlerin sekteye uğramasına sebebiyet vermemelidir. Ülkemizde özellikle de nehir tipi HES’lerin uygun süreçlerle yürütülmediği ortadadır. Doğu Karadeniz coğrafyasında, doğa, canlı, ekosistem koşulları gözetilmeden HES inşaat ve işletimleri yapılmaktadır. İletim hatları oluşturulurken ender ormanların yok edilmesi, sudaki ve karadaki canlı yaşamının devamı için uygun miktarda verilmesi zorunlu olan can suyunun belirlenmesinde yanlış hareket edilmesi, bölge halkının tepki ve eylemlerinin göz ardı edilmesi ilk dikkati çeken meselelerdir. Hidroloji, jeoloji çalışmalarının uygun yapılması gerekir. Su havzaları birbirinden etkilenir durumda olabilir. Bu sebeple yapılacak HES’lerde bunlar da gözetilmelidir. Su kıtlığı ve genel kuraklık tehlikesinde olan ülkemizde su kaynaklarının doğru kullanımı önemlidir. Burada “doğru” kıstasımız insan ve çevre olmalıdır. Şirketlerin yararı veya yalnızca enerji odaklı olaya yaklaşamayız. Su ile ilgili her hizmet kamusal / toplumsal sayılmalıdır. [TMMOB, 2011][ E. Yörükoğulları vd., 2015] Özellikle de Karadeniz bölgesinde bir ‘atıl kapasite’ yaratıldığı ortadadır. Kârlı iş alanlarından olan enerji sektörü bölge doğasını sanki hiç yokmuşçasına ele geçirmiş ve canına okumuştur. Mesele, sermayedar için yatırım ve zenginleşme yoluna dönmüştür.
- Biyokütle Enerjisi
Biyokütle, yaşayan ya da yakın zamanda yaşamış canlılardan elde edilen fosilleşmemiş tüm biyolojik malzemelerin genel adıdır. Bu kapsamda biyokütle enerji kaynağı ana bileşenleri, karbonhidrat bileşikleri olan bitkisel ve hayvansal kökenli tüm organik maddeler olup bu kaynaklardan elde edilen enerji “biyokütle enerjisi” olarak ifade edilir. 2020 itibariyla kurulu gücün %2.95’i biyokütle ve jeotermal enerji oluşturmaktadır. Biyokütle orijinal haliyle yakıt olarak kullanılabilir veya farklı katı, gaz veya sıvı biyoyakıtlara dönüştürülebilirler. Bu yakıtlar elektrik üretiminde, nakliye, ısıtma ve soğutma ve diğer tüm evsel kullanım ve endüstriyel prosesler için kullanılabilmektedir.
Belediye atıkları öncelikli olmak üzere, çöpleri yerinde ayrıştırma prosedürü ve kuralları acil olarak belirlenmeli ve uygulanmalıdır. Geri kazanım ve atıkların bertarafı için kullanılacak teknolojiler belirlenmeli ve bu teknolojilerin yerli üretimle karşılanması sağlanmalıdır. Düzgün atık planlaması yapılıp dışarıdan çöp ithalatının önü acilen kesilmelidir. Ülkemizde sıfır atık bilinci tam anlamıyla kazanılabilmiş değildir. Bilinçliliğin arttırılması, bu doğrultuda atık ve enerji tesislerinin yaygınlaştırılması ve özellikle de kâğıt toplayıcıların sisteme entegre edilmesi gerekmektedir. Son dönemde “haksız kazanç elde ediyorlar” bahanesi ile geçimini hiç uygun olmayan koşullarda sağlamaya çalışan insanların devlet organlarınca şiddet gördüklerine şahit olmuştuk. Buna acilen son verilmesi gerekmektedir. [BBC, 2021] [B. İlleez, 2020][ E. Yörükoğulları vd., 2015]
- Jeotermal Enerji
Yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu enerjidir. Elde edilen ısı, ısı pompaları vasıtasıyla doğrudan konut ve sera ısıtmasında kullanıldığı gibi, kuru buharın türbinlere verilmesi ile elektrik enerjisi de üretilebilir. Ayrıca yeraltından çekilen kaynağın kullanım sonrası tekrardan yeraltına gönderilmesiyle sürdürülebilirlik sağlanır. Ülkemizde daha çok Batı Anadolu’da kaynaklarına rastlanılmaktadır. Türkiye kapasite olarak dünyada ilk beştedir; ancak sınırlı sayıda santral vardır. Halen çalışmaları devam etmekte olan projeler olmasına rağmen bunların hızlı yürütüldüğü söylenemez. Tesis ihtiyacına diğer kaynaklara göre daha az ihtiyaç duyması ve yüksek verimleri sebebiyle daha çok yatırım olması beklenmektedir. [E. Yörükoğulları vd., 2015]
- Hidrojen Enerjisi
Taşıtların ve elektrik dağıtım şebekelerinin dengelenmesi, ihtiyaç duyulan enerjinin, hidrojen () olarak depolandığı, varsayılan bir gelecek enerjisidir. Yüksek teknoloji ve çeşitli depolama sorunları burada ilk üzerinde duracağımız meselelerdir. Türkiye’nin hidrojen üretimi açısından bir şansı, uzun bir kıyı şeridi olan Karadeniz’in tabanında kimyasal biçimde depolanmış hidrojen bulunmasıdır. SHURA Enerji Dönüşüm Merkezi, Bilkent Enerji Politikaları Araştırma Merkezi ve Alman Enerji Ajansı işbirliği ile hazırladığı “Türkiye’nin Yeşil Hidrojen Üretim ve İhracat Potansiyelinin Teknik ve Ekonomik Açıdan Değerlendirilmesi” raporuna göre, tahminen Türkiye 2050’de yıllık 3.4 milyon ton yeşil hidrojen üretme potansiyeline sahip ve yıllık 1.5 – 1.9 milyon ton hidrojen ihraç edebilme potansiyeline sahiptir. 3.4 milyon ton hidrojen üretimi için gerekli maliyet ise, 85 – 119 milyar dolar arasındadır. Bu yatırımın yıllık getirisi 6 – 8 milyar dolar arasında tahmin edilmektedir. Görüleceği üzere yüksek teknoloji gereksiniminin yanında yüksek yatırım maliyeti de gerekmektedir. Ayrıca hidrojen, hava karşımı diğer gazlardan daha patlayıcı / yanıcı özelliğe sahiptir. Hidrojen gazı depolandığı tanktan sızabilir ve bir çatlak olması durumunda çok hızlı boşalır. Hidrojen alevi zor görülür ve hidrojen yangınıyla mücadele etmek de oldukça zordur. Çok yer kapladığı için uygun şekilde depo etmek de zordur. Yerinde üretim ve kullanım hidrojen konusunda çok önemlidir. Hidrojen üretimi ve enerjiye dönüşüm mekânı arasındaki süreyi ve mesafeyi kısmak akılcı çözümlerden birisi olacaktır. Ayrıca optimize edilmiş gazlaştırma teknolojilerini kullanarak, linyit ve organik atıkların da içinde yer aldığı çeşitli katı yakıtlardan, hidrojen elde etme teknolojileri geliştirilmektedir. Bu sağlandığında, fosil yakıt ithalatımız azalacaktır. Yeni iş sahaları açarak, istihdam sağlayacaktır. Yapılan araştırmalarda, hidrojenin benzin ve doğal gazdan daha az çevreye zararlı olduğu yönündedir. Enerji konusunda değerlendirilebilir. [E. Yörükoğulları vd., 2015][ Yüksel ve Topçu, 2019][Cumhuriyet, 2021][İ. Gökalp, 2020]
Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri (YEK)
Halkı yenilenebilir enerji politikalarının içine çekme, enerji sektöründe tekelleşmeyi önleme, bireysel hanelerde YE kullanımını arttırma, istihdamı arttırma, enerjinin tüketileceği yerde üretilerek yerel kaynakların yerel halk tarafından kullanılmasını, sermayenin tabana yayılmasını sağlama, enerji piyasasındaki kartelleşmeyi önleme amaçlarına sahip bir kuruluştur. YEK’ler dünyada YE’yi teşvik için uygulanan önemli bir yöntemdir. ABD’de enerji üretiminin %12’si bu yolla sağlanır. Ülkemizde 2016 yılında önü açılan bu kurum, ilk etapta çatı alanında güneş enerjisi kurulumunu arttırma hedeflerine sahiptir. Üreten tüketiciler (prosumer) ortaya çıkartma hedefi olduğunu söyleyebiliriz; ancak ETKB’nin 2019 – 2023 stratejik planında da adeta itiraf niteliğinde, ülke şehirciliğinin ve bina yapımının yenilenebilir enerji kurulumunda yeteri kadar uygun olmadığı belirtilmektedir. Bunun üzerinde çalışmamız gerekmektedir.
YEK’ler ülkemizde yeterli etkiye sahip olamamıştır. Toplumun ve yatırımcıların yeteri kadar rağbet etmediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple gerekli teşvik ve eğitimlerle bu sürece destek olunması gerekmektedir. Ayrıca YEK’ler çalışma koşulları bakımından da yeterli değildir. Kurum, gönüllülük esasına bağlı çalıştığından, sorumluluklar yerine getirilememektedir. Kooperatiflerin çok ortaklı / üyeli, daha kurumsal ve devlet teşvikli çalışması zorunludur. Unutulmamalıdır ki, temiz enerjiye geçiş, devlet – endüstri – toplum üçgeninde tasarruf bilinciyle başarılabilecek bir meseledir [S. Özgül, 2019].
Almanya’da sadece 2011 yılında kurulan 250 kooperatifin 170’ini enerji kooperatifleri oluşturmaktadır. 2014’te 80.000 vatandaşın yenilenebilir enerji kooperatifi ortağı olduğu ve 500’den fazla kurulu enerji kooperatifinin bulunduğu Almanya’da, söz konusu kooperatifler sayesinde yenilenebilir enerjiye toplamda 800 milyon € yatırım yapılmıştır. Bugün bu oranların çok daha fazla olduğu tahmin edilebilir. Ancak Yeşiller Partisi gibi siyasî akımlara yakın olması durumunda yenilenebilir enerji kooperatiflerine karşı toplumsal muhalefetin artabildiği, bunun ise organizasyonun başarı şansını azalttığı görülmüştür. Yenilenebilir enerji kooperatifleri, daha temiz bir çevre için enerji üretimini sağlasalar da, bu süreçlerin, siyasî söylem ve bağlılıklardan uzak tutulması önemlidir. Bağlı olunacak tek nokta halkın refahıdır. ABD’deki örnekte de kooperatif çalışmaları ile halkın doğrudan rüzgâr enerji çiftlikleri yaptıkları görülmektedir. “pazarın sunmadığı bir hizmete erişim sağlamak”, “bireyin yapamayacaklarını, bireylerin yapmasını sağlamak” şeklinde durum özetlenebilir. Son olarak yapılan çalışmalar göstermiştir ki, YEK’ler, üyelerine yaptıkları yatırımın çok üzerinde bir getiri sağlamıştır. [G. Ayanoğlu, 2014], [R. Şensöz, 2019]
Sürdürülebilirlik
Şekil 3. Sürdürülebilir Kalkınma Üçgeni, [O. Yeni, 2014]
Sürdürülebilirlik, ekolojik sistemin gelecekte de devamlılığını sağlamak, kaynakları koruyup, çevre ile uyumlu üretmek ve tüketmek, şimdi sağlanan refahın gelecek nesillere de aktarılmasını sağlamaktır. Burada insan, gelecek ve çevre, temelleri oluşturmaktadır. Şekil 3.’ten de göreceğimiz üzere, sosyal, iktisadî ve çevresel meselelerin birlikte değerlendirildiği söyleyebiliriz. Üçgenin ortası her üç alanda da incelenmesi gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Yoksulluk, eşitlik, sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği, enerji politikaları dahil diğer tüm iktisadî – sosyal süreçlerin merkezidir.
Bu kapsamda, kurulan YE santral ve tesislerinin kurulum aşamasında çevreye ve insana zarar vermemesi sağlanmalı ve yerli ekipman için de imalat sanayimiz geliştirilmelidir. Gelişmekte olan ülkelerin çeşitli teknik ve malî eksikliklerden dolayı çevreye zararlı üretim yaptıkları gibi, ülkemiz de bu yola dahil olmamalıdır. İçten yanmalı motorların yerini elektrikli motorların aldığı yeni Dünya’ya ayak uydurabilmek, çok önemlidir. Bu sebeple enerji üretimi ekstra önem kazanmıştır. Mesele, bunu yaparken, sürdürülebilir hareket etmektir [Öymen ve Ömeroğlu, 2020].
Sürdürülebilirliği sağlarken ilerleyeceğimiz yolu şöyle ifade edebiliriz: Karar alırken yurttaşlarla ortaklaşa hareket eden bir siyasî sistem oluşturulmalı. Elde ettiğimiz üretim fazlasını yine gelecek üretimlere ya da halka harcamak zorundayız. Kendi teknik bilgisini üreten bir ekonomik sistem kurarak sürdürülebilirliği sağlayabiliriz. Ekolojik temeli koruyan bir üretim sistemine hem üreticileri (sermayedarlar + halk) hem de tüketicileri alıştırmak zorundayız. Sürdürülebilir ticaret ve finans sisteminin uluslararası sistemde yürütülmesine katkı sunulmalıdır. Meselenin özü, kendi kendini düzeltme kapasitesine sahip bir sistem yaratabilmektir. [Pınarcıoğlu ve Kanbak, 2020].
Enerjiyi Depolama
Geçiş sağlayacağımız yenilenebilir enerjinin en büyük kısıtlayıcılarından biri depolama sorunudur. Belirli coğrafyalarda, iklim koşullarına (yağış, sıcaklık vd.) bağlı enerji üretimi yapılabildiği için elde edilen enerjiyi anında tüketim dışında da kullanma ihtiyacımız vardır ve bu enerjiyi diğer bölgelere de taşımak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Türkiye arz – talebin daha da artacağı bir gelecekte depolamaya daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Uluslarası Enerji Ajansı (IEA) 2017 yılında Türkiye’deki enerji kaybını toplam üretimin %15’i olarak açıklamıştır. Akıllı dağıtım sistemleri, “prosumer”ların artışı, depolama teknolojisindeki yükseliş bu kayıpları minimalize etmeye yararlı olacaktır.
Elektrik ve ısıl enerji depolama, rüzgârdan elde edilen enerjiyi depo etmeye yarar. Bataryalar, pompa – hidro enerji depolama veya ısıl depolama tercih edilebilir. PDHES’ler vasıtasıyla depolama dünyada yükselişte olan bir yöntemdir. Ülkemizin enerjisinin yaklaşık dörtte birinin HES’lerden karşılandığı ve bunun ancak belirli coğrafyalarda uygulandığı düşünülürse, depolamalı tesislerin önemi bir kez daha kavranmış olacaktır. Amerika Enerji Departmanı’nın küresel enerji depolama veri tabanı raporuna göre, Amerika’da enerji depolama alanında 300’ü aşkın proje, yapım ve planlama aşamasındadır. Bu projelerin toplam depolama kapasitesi 29 GW civarındadır. Pompalanmış hidroelektrik santralleri bu büyüklüğün %96’sını oluşturmaktadır. Sıkıştırılmış hava, bataryalar ve volan enerji depolama sistemi kalan %4’ü oluşturmaktadır. Tüm dünyadaki enerji depolama kapasitesinin %99’u 150 GW kurulum ile pompalanmış hidro enerji depolama sistemlerinden oluşmaktadır [E. Özdemir vd., 2017].
Hidrojen depolama teknolojisi dahilinde, rüzgâr ve güneşten elde edilen elektrik enerjisi, suyun elektrolizi yoluyla sıvı veya gaz formda hidrojen olarak depolanabilir. Örneğin Kanada’daki Euro – Quebec Projesi kapsamında hidrolektrik santralden elde edilen talep fazlası enerjinin sıvı hidrojen formunda depolandığını görüyoruz. Ulusal şebeke veya güneş pili, rüzgâr türbininden gelen elektrik enerjisinin, su elektroliz ünitesi ile önce hidrür depoya, oradan da yakıt piline aktarıldığı bir süreçten bahsediyoruz. Ancak bu uygulamalar için güçlü altyapı, daha ekonomik ve rekabetçi bir ortam, güvenilirlik ve diğer depolama yöntemleri ile entegrasyon gerekmektedir.
Batarya teknolojisi ise, elektrik enerjisini, elektrokimyasal enerjiye dönüştürerek depolayan ve istenildiğinde de depolanan enerjiyi elektrik enerjisi olarak geri verebilen sistemlerdir. Geniş kullanım alanlarına sahiptir. Elektrikli araçlarla birlikte batarya teknoloji daha da bir önem arz etmektedir.
Enerji depolamada daha verimli, kararlı ve güvenilir olması bakımında yerelleşmek önemlidir. Bölgesel depolama ve dağıtımdan bahsediyoruz. Bunu da akıllı şebekeler, veri yönetim ve kontrol sistemi, prosumer, yenilenemeyen ve yenilenebilir enerji üretim ve tüketimlerinin ilk etapta birbirlerini destekledikleri sonra ihtiyaçla doğru orantılı bir şekilde YE’nin sistemde yoğunlaştığı bir enerji politikası ile sağlayabiliriz [Aspilsan, 2017][Dinçer ve Ezan, 2020][R. Aydın vd. 2020][Yüksel ve Topçu, 2019].
İklim Değişikliğine Bağlı Kentsel Planlama
Kendi enerjisini üreten, bunu karbon salınımı yapmadan, enerjisini etkin kullanan bina ve şehir planlaması, atık yönetimi, iyi gelişmiş bir toplu taşıma ağı, tasarruf, akıllı şebeke, akıllı bina ve akıllı kent tasarımlarına önem vermek zorundayız. Daha az enerji tüketen, biyo – çeşitliliği ve tarım alanlarını koruyan, sosyal eşitliği temin eden, ulaşım, enerji, su tedariki, atık boşaltımı masraflarını azaltan, işgücü verimini arttıran kentler tasarlamamız gerekmektedir. OECD’nin ve AB’nin bunun için yaptığı çalışmalar takip edilebilir (Kompakt kent, Eko-Kent projeleri). Şehirlerin büyümesindense, yoğunlaşmasını teşvik eden projelerdir. Böylelikle ulaşım kolaylığı sağlaması beklenmektedir; ancak kompaktlığın arazi fiyatlarını yükseltebileceği, arazi vurgunculuğu yoluyla kentsel eşitsizlikleri arttırabileceği, şehir yoğunluğunu hedeflediği için, şehiriçi yeşil alanların yok olmasına sebebiyet verebileceği eleştirileri yapılmaktadır. Bu sebeple yürütülecek projelerin, iktisadî – toplumsal – çevresel olarak planlanması ve uygulanması gerekmektedir. Bu kentsel planlama modellerini uygularken sosyal kabul boyutu da es geçilmemelidir. Halkla birlikte, iç içe yürütülecek projelerden daha fazla verim alınacaktır. Temiz enerjiye geçişte yalnızca sanayi odaklı ilerleyemeyiz. Meselenin şehir, bina boyutunu da görmek gerekmektedir [Pınarcıoğlu ve Kanbak, 2020][Ç. Tuğaç, 2018].
Akıllı şebekeler güç kaynaklarının verimliliğini, sürekliliğini ve güvenirliliğini artırmak için bilgisayar destekli kontrol ve otomasyon sistemlerinden yararlanan elektrikli güç sistemleri olarak tanımlanabilir. Bunları oluştururken, kentlerin yenilenebilir enerji ile kurduğu ilişkilerinde sağlıklı olması gerekir. Kesintililik ve güvenilirlik problemi karşımıza çıkıyor. Bunu enerji depolama sistemleri (EDS) ile kurulacak entegrasyon ile giderebiliriz. Akıllı şebeke kavramı enerjinin üretildiği yerde tüketilmesini anlatır. Kısa ya da uzun süreli güç sağlanması, YE kaynaklarına bağlanabilme, güç kalitesinin yükseltilmesi, yardımcı hizmetler; gerilim regülasyonu, frekans cevabı ve yük akışı, enerjinin zaman kaydırması ve güvenilirlik EDS’ler ile akıllı şebekeleri birleştirdiğimizde elde edeceklerimizdir [E. Özdemir vd., 2017].
Sonuç ve Değerlendirme
Kemalizm, 20’li ve 30’lu yıllarda ortaya ilk çıktığında, kendinden öncekilerden aldığı miras ve ödev gereği, toplum ve ülkenin önce siyasal ve ekonomik boyunduruktan kurtarılması sonra da toptan modernleşme ve kalkınması ile ilerleme çabası güden bir ideoloji olmuştur. Halkının refahı ve mutluluğu için ülke altyapısını, sanayisini ve daha pek çok ihtiyacını büyük bir azim ve kararlılıkla ilerletmiş ve boyundurukları bir bir kırmasını bilmiştir. Kemalizm, iktidarda olduğu süre boyunca, ağa, şeyh, tefeci, aracı vd. tarafından ezilen halkının bu çıkmazdan kurtulması yolunda tüm kadrosuzluklara ve imkânsızlıklara rağmen ihtiyaç duyulan radikal adımları atabilen ilk fikir akımlarındandır. Muadilleri ile bu noktada ayrı değerlendirmek gerekir. İlerleyen süreçte, sağ-muhafazakâr iktidarlar eliyle ne kadar sömürülse de, ötekileştirilse de, çeşitli aydınlar ve kurumlar aracılığıyla özellikle de 60’larda sanayi, burjuvazinin ve çeşitli sınıfların, halkı sömürmesinin karşısında durmuş, ülkenin kalkınması, Doğu ve Batı arasında kararlı durabilmesi yolunda çözüm yolları aramıştır. Tüm bu süreçler göz önünde bulundurulduğunda, şimdi ortaya koyacağımız politikalar, ister sanayi ister başka alanlarda olsun, halk ve insan odaklı olmak zorundadır. Birtakım şirket, şahıs veya kurum temelli kalkınma politikası uygulamak ilericilik olmasa gerektir. İlerlemenin “halk ile, halk için” olduğunda değeri vardır.
Bu kapsamda, yenilenebilir enerji olmazsa olmazımızdır. Halkımızın, insanımızın ve ondan öte dünyamızın sağlığı ve geleceği için önümüzdeki yegane çıkış yoludur. Bakış açımızı onu, sürdürülebilir kılmak noktasında oluşturmalıyız. Ekonomi / kalkınma, toplum / insan ve çevre / ekosistem temel çerçevemizi oluşturmaktadır. Yenilenebilir enerji genel itibariyla ilk yatırım maliyeti, üretim ve dağıtım noktasında çeşitli sorunlara sahiptir. Maliyet konusunda YEK’ler teşvik edilmeli, üretici + devlet işbirliği sağlamlaştırılmalı, bunu sağladıkça, sektör ve teknolojiler de ilerledikçe maliyetlerin düşeceği görülecektir. Üretim noktasında kesintili ve kararsız üretim söz konusudur. Bu da şebekelerde zincirleme problemler yaratmaktadır. Bunu regüle edebilmek için depolama sistemlerine yönelik yatırımın artması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Yerinde üretim ve tüketim alışkanlıklarının kazandırılması sağlanmalıdır. Bunlar dağıtım hatları içinde bir iyileştirme sağlayacaktır. Ayrıca birbirlerini destekleyen, melez sistemler, RES, GES ve HES’lerin birlikte, birbirlerini destekledikleri akıllı sistemler, şebekeler oluşturulmalıdır. Bina ve şehir tasarruflarının, (ısınma, ulaşım vb.) sağlanması, giderek artan enerji ihtiyacının düşürülmesi konusunda son derece önemlidir [Cumhuriyet, 2022]. Tüm bu süreçler esnasında, santraller ve dağıtım hatları oluşturulurken toplum ve çevre yararı gözetilmeli, sosyal kabul sağlanmalıdır. Enerjide tekelleşmenin, rantın önüne geçilmelidir. Bunlar bugünden yarına olabilecek işler değildir. Yerinde bir planlama ile doğalgaz, petrol ve kömürü terk edebilmek veya azaltmak mümkündür. Ancak bunlar uzun vadeli planlardır, o zamana dek, özellikle doğalgaz ve nükleer enerji üzerine yoğun çalışmalar gerekmektedir. Hali hazırdaki projelerin iyileştirilmesi, verimliliğinin ve halk yararının arttırılması önemlidir. Elektriğe hep bir önceki günden daha fazla ihtiyacımız olan bir dünyada yaşamaktayız. Bunu inkâr etmeden girişimlerimizi yapmak zorundayız.
Kaynakça
- Ağıralioğlu, 2020, ‘’Türkiye’de Enerji ve Politikaları’’, Takvim- Vekayi, 8(2), s.166-198
- Uyanık, 2018, ‘’Uluslarası Yankılarıyla Enerji Politikalarında Bir Sürdürülebilirlik Deneyimi: Almanya ve Yenilenebilir Enerji’’, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, cilt:17, sayı:68, s. 1570-1584
Uzun ve Arslan, 2018, ‘’Termik Santral Projelerinin Sosyal Kabul Boyutu: Paşaköy Termik Santrali Örneği’’, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21(40), s.27-52
TMMOB, 2019. ‘’Akkuyu Nükleer Güç Santrali Güncel Durum Raporu’’
- Yörükoğulları vd., 2015,’’Yenilenebilir Enerji Kaynakları’’, Anadolu Üniversitesi, yayın no:2927, s.2-25
- Kılkış, 2019, ‘’Güneş ve Rüzgar Enerjisinden üretilen Güç ve Isının Yapılı Çevrede Ekserji-Akılcı Paylaşımı’’, MMO
- Öztürk, 2020, ‘’Güneş Enerji Sistemlerinde Verim Analizi ve Enerji Kayıplarının Tespiti’’, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Çevre Bilimleri ve Enerji Yönetimleri, Yüksek Lisans Tezi
Koç ve Apaydın, 2020, “İktisadi Büyüme ve Rüzgar Enerjisi: Seçilmiş G-20 Ülkeleri İçin Bir Analiz”, Fiscaoeconomia, 4(3), s. 595-612
- Yılmaz, 2021, ‘’Balıkesir İli Rüzgâr Hızı Haritalarının Hazırlanması ve Rüzgâr Enerjisi Potansiyeli Açısından İncelenmesi’’, Geomatik Dergisi, 6(3), s. 198-206
TMMOB, 2011, ‘’Hidroeletrik Santraller Raporu’’
- İlleez, 2020, ‘’Türkiye’de Biyokütle Enerjisi’’, Türkiye’nin Enerji Görünümü Oda Raporu-TMMOB, yayın no: 717
Yüksel ve Topçu, 2019, ‘’Hidrojen Depolama Teknolojisinin Değerlendirilmesi’’, TMMOB-Kimya Sanayinde Proses İyileştirme Ve Yenilikçi Yaklaşımlar Sempozyumu ve Sergisi, s.57-61
- Özgül, 2019, ‘’Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Kooperatiflerinin Mevcut Durumu’’, TMMOB
Öymen ve Ömeroğlu, 2020, ‘’Yenilenebilir Enerjinin Sürdürülebilirlik Üzerine Rolü’’, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı:39, s.1069-1087
Pınarcıoğlu ve Kanbak, 2020, ‘’Sürdürülebilir Kent Modelleri’’, IJOPEC Publication Limited, sayı:25
Ç. Tuğaç, 2018, ‘’Türkiye için İklim Değişikliğine Dayanıklı Kentsel Planlama Modeli Önerisi: Eko-Kompakt Kentler’’, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 32(4), s.1047-1068
ETKB, 2019,’’2019-2023 Stratejik Planı’’
Aspilsan, 2017, ‘’Enerji Depolama Sistemleri ve Uygulama Alanları’’
Dinçer ve Ezan, 2020, ‘’Enerji Depolama ve Teknolojileri Raporu’’, Türkiye Bilimler Akademisi Raporları, no:35
- Aydın vd. 2020, ‘’ Şebeke Seviyesinde Enerji Depolama Uygulamaları için Uygun Teknoloji Seçimi Metodolojisi Önerilmesi’’, Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası Mühendislik Araştırma ve Geliştirme Dergisi, 12(3), s. 107-118
- Yeni, 2014, ‘’ Sürdürülebilirlik ve Sürdürülebilir Kalkınma: Bir Yazın Taraması’’, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 16(3), s. 181-208
- Türkyılmaz vd., 2019, ‘’Demokratik Enerji Programı Üzerine Notlar’’, Türk Sosyal Bilimler Derneği, 16. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi- Enerji Oturumu, s.439-450
- Teneler, 2020, ‘’Türkiye’de Rüzgar Enerjisi’’, TMMOB
- Aytaç, 2019, ‘’Ülkemizde Kömür Yakıtlı Santraller Çevre Mevzuatıyla Uyumlu Mu?’’, TMMOB
- Tamzak, 2019, ‘’Dünya’da ve Türkiye’de Kömür’’, TMMOB
- Ayanoğlu, 2014, ‘’Dünya Örnekleri İle Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri’’, TMMOB
R. Şensöz, 2019, ‘’ Yenilenebilir Enerji Kooperatifçiliği Ve Etkileri’’, Su Vakfı, İklim Değişikliği ve Çevre Araştırma Makalesi, 4(2), s.10-22
E. Özdemir vd., 2017, ‘’Akıllı şebekelerde enerji depolama uygulamalarının önündeki fırsatlar ve karşılaşılan zorluklar’’, Journal of the Faculty of Engineering and Architecture of Gazi University, 32(2), s. 499-506 BBC, 2021, https://www.youtube.com/watch?v=ZX-6Y0qjPlE, Erişim Tarihi: 18.12.2021 Cumhuriyet, 2021, ‘’Yeşil Hidrojen Yolda’’, (17 Aralık 2021), s.15 İ. Kaya,2012, ‘’Nükleer Enerji Dünya’sında Çevre ve İnsan’’, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences, 1(24) İ. Gökalp, 2020, ‘’Hidrojenin Enerji Taşıyıcısı Olarak Güvenli Gelişimini Teşvik Etmek İçin Bir Yaklaşım’’, TMMOB, Mühendis ve Makina Dergisi-Mart(2020), s.34-41 E. Özen,2020, ‘’Doğal Gaz Sektör Görünümü’’, TMMOB Cumhuriyet,2022, ‘’Avrupa, Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için enerji tasarrufuna gidiyor’’, https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/avrupa-rusyaya-bagimliligi-azaltmak-icin-enerji-tasarrufuna-gidiyor-1968983, Erişim Tarihi:12.08.2022
|
|
Similar Posts:
- Feridun Öncel Yazdı: “PSİKOLOJİ ALTINDA CORONA VİRÜSÜN SANAYİ ÖĞRETİLERİ”
- KENDİ ELİYLE AĞAÇ DİKEN ATATÜRK’E İHANET EDENLER
- Prof. Dr. İbrahim Kaya Yazdı: “9 Eylül 1922 ve Bugün: Batı Emperyalizminin ve Doğu Despotizminin Ötesinde!”
- Ahmet Tutan Yazdı: “Bize Öz Türkçe Yaraşır”
- MİLLİYETÇİLİK