YAZIKLAR OLSUN!

6 Şubat 2023 Pazartesi sabahı, yalnızca yeni bir haftanın değil, bir daha nasıl tedavi edilemeyeceğini bilemediğimiz bir travmanın sabahı oldu.

Yüreğimizin dağlandığı acılar, geleceğimize olan kaygılarımızı da artırdı. En acısı da bu oldu. Yoksa, acılar belki teselli edilir; belki insan kendini avutur, geçer. Bu öyle bir acı değildi.

İtiraf ediyorum, Mersinli olduğum için coğrafî olarak da acıyı yüreğimde kat be kat fazla hissettim.

“İnsan” olarak önce canım anneciğim dahil olmak üzere, gönül olarak yakın hissettiklerimi aradım. Hiçbirini kaybetmedim; ama “Utku, ben iyiyim; ama annem göçük altında.” diyen bir arkadaşıma ne diyebilirdim?

Yaşam, bazen “çalışmadığınız yer”den soruyor. Öyle oldu bana. Ben yanıt veremedim. Zihnimdeki tüm sözcükler tükendi, yüreğimdeki tüm duygular tükendi.

Ne yapabileceğimi düşündüm?

Ekip arkadaşlarıma durumu ilettim, ki onlar zaten ruhen dağılmışlardı. Ne acı, değil mi? Aralarında 1999 depremini yaşayan benim metanetimi korumam… Bu coğrafyada sanki acı deneyimlendikçe, kanıksandıkça azalıyor gibi… Ne acı, ne acı…

Yakın çevremize duyurduk, Anktakya’ya gideceğimizi. Yardım yağdı…

Sonra birkaç sosyal medya fenomeninin bizim duyurumuzu paylaşmasıyla bize “ihtiyaç listesi” yağdı.

Ben, bebek bezinin altı değişik numarası olduğunu bu deprem sayesinde öğrendim.

Bir anne aradı:

“Buraya yardım geliyor; ama bebek bezleri hep 1 ya da 2 numara!”

“Peki, sizin ihtiyacınız nedir hanımefendi?”

“Ben, 4 numara istiyorum.”

Allah kahretsin, bu nasıl bir sınavdır! Hemen 4 numara bebek bezlerini alıp araca yükledik. Hanımefendinin adı, telefonu ve adresi, defterimizde.

Ne işe yaradı?

Bir işe yaradı elbette. Ona o bebek bezlerini ulaştırdık; ama nasıl?

Tarsus’tan yola çıktık. Hatay Dörtyol’dan sonra tek bir yakıt istasyonu yok. Ne yakıt alabiliyorsun ne de tuvalete girebiliyorsun!

Bizi Antakya’da nasıl bir manzaranın beklediğini o andan itibaren anladık.

Bu yazıyı şu ana kadar okuyanlar, anlayamayabilirler:

Çişimizi yapmak için biz erkekler daha kolay çözüm bulduk, enkaz altlarında. Kadın arkadaşlarımız, en ufacık bir artçı sarsıntıda yıkılacak binaların altına girdiler. Başlarına biz erkekleri nöbetçi dikerek!

Antakya…

Sahne aldığım her seferinde barış ve kardeşlik kokan kent, artık ceset kokuyordu. Çok değil; depremden dört gün sonra, 10 Şubat 2023 günü.

İnsan, ceset kokan enkazların yanından geçerken burnunu tıkamaya utanırmış. Bunu o gün anladık. Ekibimle gurur duydum; ama yaşadığım manzaradan utanç duydum.

Okuyanlara çok iddialı gelecek belki; ama keşke Antakya bölgesinin koordinasyonunu bize verselerdi. Bize, yani benim o minicik ekibime. İnanın, biz daha iyi koordine ederdik.

Enkaz altından çıkan canlarımıza “ölü” demeden önce, bir sağlık ekibini biz koordine ederdik. Kolonu delen, demiri kesen işçilerimize saygımız sonsuz, emeklerine bin kez teşekkür ederiz; ama “ölü” deyip ceset torbasına koymak, onların bilgi ve yetkisinde değil, olmamalı!

Doğal felaketleri insanoğlu hep yaşadı. Yıllar geçtikçe ders alan, “uygar” oldu.

1999’da yaşamamıza rağmen, hiçbir ama hiçbir ders almamışız.

“Benim manevî mirasım, akıl ve bilimdir.” diyen koca yüreklimiz Atatürk’ümüzün bu mirasına bile sahip çıkmamışız.

10 Şubat 2023 Cuma günü bunu anladık…

Loading