“TEMEL OLAN İÇ CEPHEDİR”!
“Temel Olan İç Cephedir”!
Türk milletinin bütünlüğünün sekteye uğradığı tartışması önemli bir tartışmadır. Epey bir zamandır, kültürel karşıtlıklar üzerinden yürüyen siyasetin, bizi millet yapan müşterekliklerimizi bir ölçüde zayıflattığı söylenebilir. Uzlaşılardan oluşan ve bu nedenle bir dengeye işaret eden millet, müştereklikleri sorunsallaştığı zaman, devasa bir tehlikeyle karşı karşıya kalır. Böyle durumlarda, bir tür “millet—dışılaşma” süreci işlemeye başlayabilir. Bu sürecin sonucu milleti çok ciddi travmalarla ve hasarlarla karşı karşıya bırakabilir. Demek ki bir milletten bahsetmek için müşterekliklerin ve uzlaşıların önemine işaret etmek; tarihsel olarak milletin sürekli bir dengede durduğunu söylemek demek değildir. Aksine, zaman zaman milletin dengesinin bozulduğu ve bunun sonucunda yıkımların gerçekleştiği söylenmek durumundadır.
Şimdi bizim milletimizin müşterekliklerinin kimlik siyaseti tarafından bir ölçüde zayıflatıldığı gerçeğini unutmadan, onun hala güçlü bir millet olarak yaşama eğilimini görmemiz ve göstermemiz gerekiyor. Modern dönemin toplumu olan milli toplum, elbette, sadece müştereklikler ve uzlaşılar üstünde yükselmez. Muhakkak çıkar ve eğilimleri biribirinden farklı toplumsal grupları bünyesinde barındıran millet, bütünleşme sahası olduğu kadar çekişmelere de sahne olan bir sahadır. Uzlaşılar, ortaklıklar ama aynı zamanda çekişmeler sahası olan milli toplumun bütünselliği ve dengesi kuşkusuz çekişmelerin büyük uzlaşı adına bir kenara koyulabilmesini şart koşmaktadır. Gözlemlerimiz de bu yöndedir ki Türk milleti bu tür büyük uzlaşıya, çekişmelerini bir kenara koyarak, hazırdır! Bu fikre sahip olmamızı sağlayan en somut gösterge İdlib’deki gelişmeler karşısında milletin duruşudur.
İdlib’de ordumuza yapılan saldırılarda verdiğimiz şehitler millet olarak yüreğimizi dağladı. Türk Milletinin kalbi olan Türk Ordusuna yönelik saldırılar elbette cevapsız kalmadı. Böyle durumlarda milletin dayanışması, acıyı ve öfkeyi birlikte yaşaması son derece önemlidir. Türk Milleti birlikte hareket etme kapasitesine her daim sahip olmuş ve acıyı-öfkeyi birlikte hissetmeyi tarihi boyunca canlı tutmuş bir millettir. Bugün de bu millet ağırlıklı olarak bu bilince ve duyguya sahiptir, ancak deyim yerindeyse “çatlak seslerin” de çıktığı bir noktadayız. Sorunların ağırlaştığı anlarda milletin mensupları ayrılıklarını, uzlaşmazlıklarını, münakaşalarını bir kenara itip dayanışmacı ruhla hareket ederler. Milleti millet yapan en temel niteliklerin başında bu sözünü ettiğimiz birlikte hareket edebilme, farklılıklarını bir kenara bırakarak dayanışma ruhunu canlandırma niteliği gelir. Türk Milleti tarihi boyunca bu niteliğini çoğunlukla korumuştur ve bugün de tüm olumsuzluklara rağmen bu niteliğini koruma yönündeki kararlılığı gözlemlenmektedir, ancak çatlak sesler bu kararlılığı zayıflatma potansiyeline ne yazık ki sahiptir.
Terör örgütlerinin ve emperyalizmin saldırılarının esas gayesi; Türk Milletinin birliğini zayıflatmaktır. Millet bilincinin zayıflatılması, milletin mensuplarının kendi arasında kavgaya tutuşturulması, emperyalizmin ve terör örgütlerinin öncelikli stratejisidir. Bu nedenle, milli devletin zayıflamasının o milletin parçalanmasındaki ana faktör olduğunu iyi bilen emperyalizm, “kimlik siyasetinin” demokrasi olduğu yalanını dayatmaktadır. Irak, Suriye ve daha pek çok örnekte, emperyalizmin ve kullandığı terör örgütlerinin kimlik siyaseti sayesinde bu ülkeleri parçaladığı görüldü. Ülkemize yönelik emperyalist saldırılar ve emperyalizmin kullandığı terör örgütleri esas olarak Türk Milletinin parçalanmasını, kendi içinde kavga etmesini hedeflemektedir.
FETÖ, PKK ve diğer terör örgütleri esas itibariyle emperyalizmin Türk Milletinin birliğine yönelik saldırısında kullandığı yapılardır. Bu yapıların toplumun bazı gruplarından destek bulmasında başvurulan ana strateji; Türk Milli Devletini anti-demokratik olarak etiketlemek ve onu insan haklarını ihlal etmekle suçlamaktır. Bu etiketleme ve suçlama, güya farklı kültürel grupları devlete ve millete karşı hareketlendirmeyi hatta bir iç kargaşa yaratmayı hedeflemektedir. Emperyalizmin ve terör örgütlerinin Türk Milleti karşısında başarılı olamamasının ana nedeni bu milletin tüm anlaşmazlıklarını, münakaşalarını, zor zamanlar geldiğinde, bir kenara itebilme ve dayanışmacı ruhu diriltebilme kabiliyetine sahip oluşudur. Bu kabiliyetin zayıflatılması için sözde insan hakları adına bazı grupların öne çıkarılması, bazı kimliklerin kutsanması emperyalizmin ve destekçilerinin bildiği yegane yoldur. Bu yolun hiçbir zaman hedefine ulaşamamış olması, bugün de ulaşamayacağı anlamına gelmiyor ne yazık ki! İşte bu sebeple milli bilincin ve birliğin zedelenmemesi için çalışmalar çok değerlidir ve yeni çalışmaların yapılması elzemdir. Bu çalışmalar esasen milletin yenilenme ve güçlenme şansına sahip olduğu bir aşamada çok daha önemlidir.
Milletler için “yenilenme” zamanları vardır. Bu yenilenme zamanlarını atlayan ve yenilenemeyen milletlerin bir daha düzelmesi ve kendini yeniden kurması çoğu zaman mümkün değildir. Bu tür milletler artık esas itibarıyla millet olamazlar; aralarında iletişimsizliğin hakim olduğu “adalar” misali topluluklar veya cemaatler federasyonu olabilir bu tür milletler en fazla! Bu durum da millet-dışılaşmaya yani “birlikte” yaşayan insanlardan ziyade ayrık gruplaşmaların karşıtlığıyla şekillenen bir düzensizliğe, dengesizliğe yol açar. Millet olarak “yenilenme” şansına sahip olduğumuz bir dönemdeyiz. Büyük zorluklar aynı zamanda yeniden canlanma, yenilenme fırsatı sunan zorluklardır. Bu fırsatın değerlendirilmesi hayati önemdedir.
Yeniden Bütünleşmeye Çağrı!
Milletin yenilenmesi, esasında, onu oluşturan insanlar arasındaki dayanışmanın ve bütünleşmenin yeniden inşasıdır. Yani birlikte yaşama ilkesi çerçevesinde millet üyelerinin yeniden bütünleşmesi anlamına gelmektedir. Millet kendi yapısındaki bütün farklılıkların ve karşıtlıkların ayrışmaya ve parçalanmaya neden olmasına mani olan toplumsal örgütlenmedir. Milletin büyük uzlaşıya sahip olması, birlikte yaşamanın temelleri hususunda millet üyelerinin ekseriyetinin hemfikir olması demektir. Bu büyük uzlaşı milletin tam anlamıyla bir “dengeye” ulaştığı, düzenin değişmemesi yönünde nihai bir konsensüsün yerleştiği anlamına gelmez elbette. Milletin farklı, karşıt eğilimlere ve çıkarlara sahip grupları arasındaki gerilimler nihai bir hemfikirliliğe izin vermemektedir. Değişim bu nedenle süregitmektedir. Ancak, millet birlikte yaşamanın modern formülü olduğuna göre, sözünü ettiğimiz büyük uzlaşıya sahip olmak zorundadır. Büyük uzlaşısını yitiren ya da yitirme noktasına gelen milletlerin yeniden büyük bir uzlaşıya duyduğu ihtiyacın yadsınması bu milletlerin sonuna işaret eder.
Türk milleti kendi içinde sürdürülebilir karşıtlıklarla baş edebildiğini kanıtlamış bir millettir. Ancak, baş etmekte zorlanabileceği daha derin uzlaşmazlıklara sürüklenmekten de kendisini korumak zorundadır. Örneğin, milletçe terör örgütlerine karşı duruş sergilediğimiz söylenemez; terör örgütlerini “kültürel farklılıkların temsili” adı altında kabul edilebilir bulan grupların varlığı, millet-dışılaşma sürecinin habercisi gibi görünmektedir. Başka bir misal verecek olursak; Türk Devletinin milli çıkarlar için yürüttüğü askeri, siyasi mücadeleleri desteklemeyen hatta bu mücadelelere mani olmak yönünde adımlar atan grupların varlığı, millet-dışılaşma sürecine işaret eden bir sorundur. Milletler normal koşullarda sürdürülebilir olan gerilimleri, çatışmaları, daha derin uzlaşmazlıklarla karşılaştıklarında daha fazla taşıyamaz hale gelirler. Bu durum esas itibariyle kimlik siyasetinin temel yönlendirici olduğu ve kültürel kimlikler ekseninde bölünmelerin yüceltildiği bir süreci ifade etmektedir. Bu tür süreçler milletin yeniden kendini bulmasını, kendine gelmesini zorunlu kılmaktadır. Özellikle bugün milletçe karşı karşıya olduğumuz çok kritik gelişmeleri düşündüğümüzde, milletin yeniden bütünleşmesi büyük önem arz etmektedir.
Yeni büyük uzlaşı, yıllardır yazdığım gibi, Yeniden Cumhuriyet perspektifi çerçevesindeki uzlaşı olmak durumundadır. Yeniden Cumhuriyet perspektifinde, millet dayanışmacı toplumsal örgütlenmenin adıdır. Bu milletin üzerinde hemfikir olduğu ve onun birlikte yaşamasını sağlayan siyasa Türk Milli Devletidir. Bu milli devletin siyasal ve ekonomik temellerinde kamusal sahanın ve ortak iyinin üstünlüğünü önceleyen cumhuriyetçilik ve Türk Milletinin yaşam standardını iyileştirmeyi hedefleyen halkçılık bulunmaktadır. Türk milleti müşterekliklerini kaybetme riskine karşı yeniden cumhuriyet perspektifinde buluşmak ve yeniden bütünlüğünü sağlamak yani gücünü göstermek durumundadır. Milli Meclisin kuruluşunun yüzüncü yılını bir fırsat olarak görmek ve milli bütünleşme yönünde kararlı olmak Türk Milleti için yaşamsaldır. Yol gösterici Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle bitirelim: “Temel olan iç cephedir. Bu cephe bütün yurdun, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir ama bu durum hiçbir zaman bir ülkeyi, bir milleti yok edemez. Önemli olan ülkeyi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren iç cephenin çökmesidir”.
İbrahim Kaya
Similar Posts:
- BAĞIMSIZLIK YÜRÜYÜŞÜNÜN 100.YILINDA: MUSTAFA KEMAL GİBİ HAZIRIZ – Kaan EROĞUZ
- İDARE-İ MASLAHATÇILAR VE BİZ – Ahmet AYÇİÇEK
- YÖN’ÜMÜZÜ AYDINLATANLAR – Kaan EROĞUZ
- Ulusal Dil ve Kültür Savaşı – Deniz YÜCE
- TÜRK DIŞ POLİTİKASINDAKİ SIKIŞIKLIK NASIL AŞILABİLİR?