Genel

ŞİDDETİ NASIL ÖNLERİZ?

KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ İÇİN

SİYASÎ HAKLAR ALANINA DAİR ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

 

Kadına yönelik şiddet denince; cinsiyete dayanan, bir kişiye salt kadın olduğu için uygulanan, kadını aşağılayan, inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfî olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü tutum ve davranışı anlıyoruz. Bunlar, fiziksel saldırganlık, cinsel zorlama, psikolojik baskı ve kontrol etme davranışı şeklindeki eylemlere bağlı olarak ortaya çıkan ve fiziksel, cinsel, ekonomik ve duygusal / psikolojik zarara neden olan davranışlardır.

Şiddeti doğuran nedenleri kısaca; bireysel, ilişkisel, gelişimsel, toplumsal, kültürel ve çevresel nedenler olarak belirtebiliriz. Burada özellikle korku ve otorite kültürünün yaygın olduğu toplumlarda kadına, çocuklara, yaşlılara, engellilere yani fiziksel olarak güçsüz konumda bulunanlara yönelik şiddetin yoğun olarak görüldüğü tespitini yapabiliriz. Ne zaman toplumlar otorite veya korku olmadan da, doğru davranışlar sergileyebilir hale gelirse, o zaman bireysel ve toplumsal ilişkilerde şiddetin azalması söz konusu olacaktır. Bu da, korku ve otorite kültürünün yerini, sevgi ve iletişim kültürüne bırakması ile mümkün olabilecektir. Bu da insan sevgisine, ülke sevgisine, üretime ve toptan bir kalkınmaya bizi götürecek ve Kemalist ilkelerimiz olan “Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik”le hayat bulabilecektir.

Bu yazımızda, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için siyasî haklar alanına dair çözüm önerileri üretmeye çalışacağız. Öncelikle hukuk önünde eşitlik ilkesi hayata geçirilerek kadının genelde yurttaşlık haklarını, özelde ise siyasî haklarını elde edebilmesinin tarihsel sürecine kısaca değinelim:

1789’da Fransız İhtilali’nin ardından Fransız Meclisi, “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”ni yayımladı. Bildirgede geçen “homme” sözcüğü, yalnızca erkek bireyleri kastediyordu, bu nedenle kadın hakları savuncusu olan Olympe de Gouges, “Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi”ni hazırladı. Günümüzde “Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının Tanınması Günü” olmasının yanı sıra, “Dünya Kadın Hakları Günü” olarak da kutlanan 5 Aralık, temelini Olympe de Gouges’un 1791’deki “Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi”nden alır. Olympe de Gouges, fikirleri nedeniyle 3 Kasım 1793’te giyotinle idam edilmiştir.

Fransız İhtilali’nden 2 yıl sonra yayımlanan, “Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi”nin içeriğinde kadınların sosyal, hukukî ve politik alanda erkeklerle eşit haklara sahip olmasının gereklilikleri anlatılıyordu.

 

17 maddelik bu bildirgenin göze çarpan maddeleri şöyle:

(Bildirgenin tamamı için, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. Ece GÖZTEPE tarafından yapılan Türkçe çevirisine bakabilirsiniz:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/629497)

 

Madde 1: Kadın özgür doğar ve erkeklerle haklar bakımından eşittir.

Madde 2: Her siyasî oluşumun amacı, kadın ve erkeğin, doğal ve daimî haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve özellikle baskıya karşı koymaktır.

Madde 3: Her bir devlet gücünün esası, kadın ve erkeklerin birliğine ve onların ulustaki varlıklarına dayanmaktadır.

Madde 4: Özgürlük ve adalet, erkeğin daimî zulmüne karşı çıkma haklarını uygulamanın sınırı olmamalıdır. Sınırlar, doğa ve akıl çerçevesinde düzenlenmelidir.

Madde 5: Doğa ve akıl yasaları, toplum için zararlı olabilecek tüm davranışları yasaklar. Doğa ve akıl yasalarının izin verdiği ve ilahî yasaların yasaklamadığı hiçbir şey engellenemez.

Madde 6: Yasa, genel iradenin ifadesi olmalıdır. Bütün kadın ve erkek vatandaşlar şahsen veya bir vekil aracılığıyla, yasanın oluşumuna katkıda bulunmalıdır. Bütün kadın ve erkek vatandaşlar yasanın önünde eşit olup; bütün rütbe, pozisyon ve resmî dairelere eşit ölçüde kabul edilmelidir.

Madde 7: Hiçbir kadın, bu yasaların dışında bırakılmayacaktır. Kadın, belirli durumlarda yasalar önünde suçlanacak, tutuklanacak ve hapsedilecektir. Kadınlar da erkekler gibi, hükmü kesin olan bu yasalarla bağlı olacaktır.

Madde 10: Kadın, darağacına çıkabileceği gibi, konuşmacı kürsüsüne çıkma hakkına da sahiptir.

Madde 13: Devletin giderleri ve idarî giderler için kadın ve erkeklerin katkısı eşittir. Kadınlar, bütün yükümlülük ve yorucu işlerde katkıda bulunurlar, bu nedenle görev, iş, talep, onur ve zanaatte de paylaşıma katılırlar.

Madde 16: Hakların garantisinin olmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur. Ulusu oluşturan bireylerin çoğunluğu yasanın biçimlendirilmesinde katkıda bulunmadıysa, o yasa yoktur ve geçersizdir.

Madde 17: Birlikte veya ayrı olarak mülkiyet, her iki cinsin hakkıdır.

 

1791 tarihli “Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi”nin ardından, Osmanlı Devleti döneminde, 1839 yılında başlayan Tanzimat Dönemi ile birlikte gelişen özgürleşme ve eğitim talepleriyle, Osmanlı’da toplum hayatındaki rollerini kaybetmiş olan Türk kadını da değişmeye başlamış, Tanzimat Dönemi yazarlarının da, bu taleplerin artması ve ses getirmesinde önemli payı olmuştur. Özellikle 1800’lerin sonlarına doğru önemli bir çıkış olarak “Hanımlara Mahsus Gazete” çıkarılmıştır. Kadın yazarların önemli katkıları olarak çıkan bu gazeteye ek olarak, birçok entelektüel erkek de, kadın özgürleşmesinin gereği üzerinde durmuşlardır. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Namık Kemal, bu açıdan önemli isimlerdir. Kadınlara yönelik yazı ve dergiler de bu dönemde sayıca artmış, okur kitlesi genişlemiştir.

29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk toplumunu yüceltme çabaları doğrultusunda, gelenekçi tutumu ortadan kaldırarak yenileşme arayışı içinde, çağın gereğine uygun kurumları, örgütleri yerleştirmek çabasıyla yaptığı devrimler, yeni neslin bu çizgide yetişmesi amacını taşıyordu. Nitekim Atatürk, o dönemde yeni neslin yetişmesi ve eğitiminde birincil rol oynayan, Türk toplumunun temeli kabul ettiği aileye ve ailenin de direği olarak gördüğü Türk kadınına çok büyük önem vermiştir. Zira cumhuriyet inkılabı, özünde bir kadın inkılabıdır. Bu hedef için öncelikle, 1924 yılında yürürlüğe konulan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim merkezîleştirilmiş, kız çocuklarına da ilkokul, ortaokul, lise ve yüksekokul öğreniminin kapıları açılmıştır. Bunun anlamı, cinsiyet ayrımı gözetilmeden eğitimde eşitlik olanağının yaratılmasıdır.

Türkiye’deki kadınlar siyasî haklar bakımından, milletvekili olabilmek için ilk adımı 1923’te atmışlardı. Bu adım, kadınların 1923 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde ilk kadın partisi olan “Kadınlar Halk Fırkası”nı kurma isteğiydi; fakat 1909 Seçim Kanunu nedeniyle bu parti kurma girişimi, Kadınlar Halk Fırkası’nın,“Türk Kadınlar Birliği” adlı derneğe dönüşmesi ile sonuçlanmıştır.

1924 Anayasası hazırlanırken kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olması gündeme gelmiş, ancak TBMM Genel Kurulu’nda bu hakların yalnızca erkeklere tanınması fikri ağır basmıştır. 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile, önce belediye seçimlerine katılma, sonra 1933 yılında köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanınmıştır.

Bugün geldiğimiz süreçte, 5 Aralık Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının Tanınması’nın 88. yıldönümünde gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerekse yerel yönetimlerde kadın milletvekili ve yerel yöneticilerin sayısının çok az olduğunu görüyoruz. Örneğin meclisteki kadın milletvekillerinin oranı yaklaşık %17’dir, bu oranın %50 olması gerekir. 1934’ten bu yana 88 yıl geçmesinin ardından ancak %17’e ulaşılabilen bu oran çok düşüktür.

“Bunun temel sebebi, kadınların önündeki yapısal, kurumsal ve kültürel engellerdir. Yapısal engeller denilince gelir durumu, eğitim seviyesi, medeni durum gibi sosyoekonomik statüye ilişkin değişkenlerin yarattığı engeller ifade edilmektedir. Kadınların önündeki yapısal engeller, onların siyasete girişini ve varlık göstermesini de zorlaştırmaktadır. Kurumsal engeller dediğimizde ise, seçim sistemi, siyasî partilerin aday gösterme süreçleri gibi kurumların işleyişine ilişkin engeller ortaya çıkmaktadır. Örneğin aday gösterilen yer ve sıranın kritik olduğu liste usulü nispi sistemlerde, kadınların çoğunlukla seçilme olasılıklarının az olduğu yer ve sırada aday gösterildiği görülmektedir. Kültürel engellerle de erkek egemen bakış açısının siyasetteki yansımaları ifade edilmektedir. Toplumun geneline hâkim olan, cinsiyetçi iş bölümünü dayatan ve kadının kamusal alandan dışlanmasına neden olan erkek egemen bakış açısı siyasî alanı da şekillendirmektedir. Özetle siyaset, “erkek işi”, bir “erkekler kulübü” olarak görülmektedir. Bu durum da özellikle yerel siyasette baskın olan ahbap – çavuş ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, toplumsal cinsiyet rolleri gereği, kadının aslî sorumluluğu bakım emeği üzerinden şekillendirilmekte ve cinsiyetçi iş bölümü sebebiyle bakım emeğini üstlenen kadınların siyasete katılması daha maliyetli hale gelmektedir.”

KAYNAK:https://www.sivilsayfalar.org/2022/03/21/turkiyede-kadinin-siyasete-katilimi-engeller-ve-mucadele-yontemleri/

 

“Ülkemizde siyasî partilerin Merkez Yürütme Kurulu, Parti Meclisi veya Merkez Disiplin Kurulu gibi karar alma organlarında kadın oranının, “kritik azınlık” olarak ifade edilen %30 – 40 seviyelerine tam olarak ulaşmadığı görülmektedir.

 

Kaynak: Siyasal partilerin web sayfaları kayıtlarından hazırlanmıştır. (Erişim Tarihi: 06.08.2021) & Serpil Sancar. (Aralık 2018). “Siyasal Kararlara Katılımda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Çalışması”. CEID (Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği). (Erişim Tarihi, 28.09.2021: http://www.ceidizleme.org/medya/dosya/94.pdf)

 

Kadınların siyasî partiler, yerel yönetimler ve meclisteki temsiliyet oranı yükseldikçe, toplumda kadına olan saygının da artacağını ve buna bağlı olarak kadına yönelik şiddette de azalma olacağı görüşündeyim. Elbette kadına yönelik şiddetin önlenmesi için kadının salt siyasî hakları bakımından değil, konunun bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilerek kadının eğitim, bireysel ve toplumsal sağlık, hukuk ve üretim, çalışma hayatı alanlarındaki sorunlarının da masaya yatırılması gerekmektedir. Bizler Kemalist bakış açısıyla, en zor zamanlarda “Atatürk nasıl yapmıştı?” diye düşünerek çözüm önerilerimizi sıralamaya başlayıp tartışmaya açalım.

1-Az önce değindik, Kurtuluş Savaşı sonrasında, Atatürk işe ilk olarak eğitimle ve kız erkek tüm çocukların eğitimiyle başlamıştır. O zaman biz de, ilk çözüm önerimiz olarak, bu ülkenin her bir metrekaresinde yaşayan kız çocuklarının tamamının okula gidebilmesi, eğitim hakkından yararlanması için neler yapabiliriz, bu sorunun yanıtını arayalım.

2-Okullarımızda eğitim müfredatının temel bir dersi olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini, geleceğin büyükleri olacak çocuklarımıza erken yaşlarda nasıl öğretebiliriz? Zira bunu öğretebilirsek, gerek okulda gerekse ileride iş hayatında, toplumda ve tabii ki ailede kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olmasını ve bu hakların uygulanmasını hayata geçirebiliriz. Her yaşta ve toplumun her kesiminde kız ve erkek çocuklarının, gençlerin, kadın ve erkeklerin “insan olarak” eşit haklara sahip olduğunu nasıl öğretebiliriz? Kadına yönelik şiddetin artması ve kadının toplumsal / kamusal hayatın dışına itilmeye çalışılmasıyla, belli ki şu ana kadar bunun öğretilmesi ve toplumun tüm kesimlerinde özümsenmesinde ciddi eksiklikler ve sorunlar yaşanmış ve öğretememişiz, öğrenememişiz.

Burada Talip Apaydın’ın “Köy Enstitüsü Yılları” kitabından kısa bir alıntı yapmak isterim. Kitabın 87. sayfasında şöyle diyor:

“… İçlerinde Afyonlu bir kız vardı, kırmızı yanaklı, güzel gözlü. Bir bakışta âşık olmuştum sanki. O gün akşama kadar, kendi kendime bir tuhaf sallantı içinde dolaştım. İlk olarak aramızda kızları görmenin sarhoşluğunu yaşıyorduk. Bir olağanüstüydü her şey. Meğer geçici olurmuş bu. O yıl kızların bulunduğu sınıflar da Hamidiye’ye getirildi. Yatakhane, yüznumara hariç, her yerde onlarla beraberdik. Bir iki ay içinde doğallaştı. Alıştık. Öbür arkadaşlarımız gibi gelmeye başladılar. Hatta onların yanında daha dikkatli, daha uslu idik. Kötü konuşamıyorduk, kaba davranamıyorduk. İster istemez kendimizi topluyor, kibarlaşıyor, saygılı davranıyorduk. Bu konuda geliştirici, yüceltici sık sık konuşmalar dinliyorduk. Şu kadarını iyi anımsıyorum, kızlarla birlikte olduğumuz zamanlar, çalışırken, yemekte, teneffüslerde, her yerde daha bir özenli, daha bir iyi olmak zorunda kalıyorduk. Kendi kendimize çeki düzen veriyorduk. İki cinsin birbirini eğittiği, düzelttiği gerçeğini ben kendi üstümde deneyip anlamışımdır. …”

Bu alıntıda da görüldüğü üzere, sağlıklı bir şekilde karşı cinsi tanıma eğitiminin betimlendiği böyle bir ortam, yani köy enstitüleri, ne kadar hazindir ki, diğer asılsız ithamların yanı sıra en çok da bu konu, karma eğitim konusu çarpıtılarak üretilen iftiralarla kapatılmıştır. Bu konuya değinmemin nedeni; karma eğitimin ortadan kaldırılmasını hedefleyen her türlü girişimin, yasal değişikliğin; insanların cinsiyetlerinin doğallığından uzaklaştırılıp cinsiyet üzerinden sapkınlıklar geliştirmelerine neden olmasıdır. Dolayısıyla yürürlükteki yasal mevzuatımız gereğince millî eğitimimizin temel ilkeleri olan “karma eğitim”, “genellik ve eşitlik”, “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık”, “laiklik” ve “bilimsellik” ilkelerine yönelik her türlü girişime karşı yasal zeminde her türlü hukukî mücadelenin sürdürülmesi ve takipçisi olunması gerekmektedir. Bu, bir veli iseniz çocuğunuzun okulunda, veli değilseniz demokratik kitle örgütlerinin bu konudaki girişimlerine müdahil olmak şeklinde gerçekleşebilir.

3-Töre, gelenek ve dinin istismar edilmesiyle, henüz kendi ayakları üzerinde duramayan, bir meslek edinememiş kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi gerektiği düşüncesiyle nasıl mücadele edebileceğimize ilişkin çözüm önerileri de geliştirmek durumundayız.

4-Ayrıca kadınların ekonomik bağımsızlığa sahip olmamaları, kadınların siyasî hayatın dışında kalmasının başka bir nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Kadının ekonomik açıdan erkeğe, eşine muhtaç olduğu düşüncesi erkeğe, kadını denetleyebileceği, onun hayatını kontrol altında tutabileceğini düşündürüyor. Kadınlara meslek edindirmek, girişimciliklerini desteklemek için bizler ne yapabiliriz? Kadınların örgütsüzlüğü de ayrı bir sorun. Dayanışma temelli bir ekonomik girişim yöntemi olan kooperatifçiliği öğreterek siyasî alanda kadın örgütlülüğünün önünü de açabilir miyiz mesela?

5- İnsan mutsuzluğunun patlama noktaları olan “öfkelenme” ve “iktidar sahibi olma” içgüdülerinin yerine, insanı mutlu eden güdülemeler olan “üretim” ve “işbirliği”ni koyabilir miyiz? Eğer bunu yapabilirsek, milletin temsilcilerinin görev yaptığı mecliste küfürleşmelerin, yumruklaşmaların, öldüresiye dövmelerin önüne geçebilir miyiz? Zira insanı en çok mutsuz eden faktörler olan salt tüketim ve bencillik, paylaşımsızlık, bunların beraberindeki yalnızlık duygusu; psikolojik yozlaşmayı, insan olarak kötüleşmeyi ve kontrolsüz öfkeyi, iktidar sahibi olma içgüdülerini beraberinde getiriyor. Özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitiminde, yetişkinlerin toplumsal hayatında üretimi ve işbirliğini nasıl destekleyebilir ve uygulamaya geçirebiliriz? “Her Mahalleye Bir Dernek”, “Her Mahalleye Bir Kooperatif” kursak, insanı mutlu eden bu güdülenmelerin somutlaşabileceği, uygulamaya geçebileceği etkinlik alanları oluşturabilir miyiz?

Yukarıda değindiğimiz kronolojik olaylarla 1789 Fransız İhtilali’nden, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesinden yıllar, hatta yüzyıllar sonra 2023 yılında ülkemiz, dünyamız ve insanlık, gelinen bu adaletsizlik, mutsuzluk, acımasızlık ve şiddet ortamını hak etmiyor. Çok az sayıda insanın tetiklediği kötücül ekonomik, askerî ve siyasî iktidar planlarıyla bu olumsuz dünya düzeni oluşuyorsa, çok daha fazla sayıda iyicil insanın tetiklemesi ve harekete geçmesiyle, özlemini çektiğimiz müreffeh, adil, mutlu, sağlıklı bir ülke, toplum ve dünya haline gelmek mümkün diye düşünüyorum. 2023 yılında yapılacak seçimlerde daha çok kadının aday olmasının ve seçilmesinin, kadınların oluşturacağı eşitlikçi politikaların bizleri bu hedefe biraz daha yaklaştıracağı görüşündeyim. Ebedî Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “İhtiyacımız olan tek bir şey var, o da çalışkan olmak”. Buna ben de küçük bir ekleme yapayım, bireysel ve örgütsel yaşam alanlarımızda öz disiplinimizi ve örgütsel disiplinimizi güçlendirerek çalışkan olmak, hayal ettiğimiz değişimi ve dönüşümü sağlayabilir.

Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağımız 2023 yılında hepimize; özverili, emek yoğun çalışmalarımızda başarıya ulaşmak için, tek ve ebedî önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!” sözünün aklımızı ve yolumuzu aydınlatmasını diliyorum. Ocak 2023

 

Melek Neslihan ÖZFİDAN

Kadın ve Mücadele Derneği Genel Başkanı

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir