Sanayi Ve Teknoloji Masası Raporu
“Sanayileşmek en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayi kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan en ileri ve mutlu Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zorunluluktur. İtiraf ederim ki düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim, teknik ve her türlü buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.”
1.Giriş
Sanayi devrimiyle birlikte dünya büyük bir değişim sürecine girmiş ve bu değişim 90’lı yıllarda başlayan teknoloji ve bilişim çağıyla beraber özellikle son 20 yılda ivmelenerek artış göstermektedir. Sanayi devrimi derken sanayi kavramını kısaca tanımlamak gerekirse hammaddelerin insan kullanımına elverişli hale dönüştürülmesi amacıyla bulunması, işlenmesi ve üretilmesi olarak ifade edilebilir. Yaşadığımız çağda ise gelişmiş bir sanayi sektörüne sahip olmanın yanında teknoloji ve bilgiyi kullanabilmek Tam Bağımsızlık ve toplumsal refah için gerek koşuldur. Yaptığımız bu Masa Çalışmasında ülkemizin yaklaşık yüzyıllık sanayileşme macerası nesnel göstergeler ışığında değerlendirilmeye çalışılmış olup önümüzdeki dönem izlemesi gereken yol haritası üzerine önerilerde bulunulmuştur.
Ülkemiz Avrupa’da 18. ve 19. Yüzyıllarda başlayan sanayileşme sürecine maalesef geç dahil olmuş ve arzulanan konuma henüz ulaşamamıştır. Sanayi sektöründeki atılım ve gelişme açısından 1923-1950 Genç Cumhuriyet dönemi önemli ve örnek bir dönem olup o dönem gerçekleştirilen uygulamalar halen daha önümüze ışık tutmaktadır. Kısaca birkaç örnekle genç cumhuriyet döneminde kurulan sanayi ve teknoloji kuruluşlarından bahsetmek gerekirse; Kardemir M.K.E., Sümerbank Elektrik İşleri İdaresi, Etibank ve MTA ile başlayan liste uzayıp gitmektedir. Bu konuda Cumhuriyetimizin 10. Yılında Taksim Parkına asılmış bir pankart aslında sanayi atılımın ne ölçüde başarılı olduğunu özetlemektedir; “1923’te 140 fabrika, imalat 1.300.000 TL, 1933’te 2.317 fabrika, imalat 137.773.294 TL”
Geçmişimizden aldığımız özgüven ve tecrübe ile bugünümüzde ve yarınlarımızda bizlerin yapması gerekenlere geçmeden önce sanayi tesislerinin kurulup gelişmesinin temel kimi unsurlara bağlı olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Bunlar temel başlıklar olarak; sermaye, enerji, hammadde, ulaşım-pazarlama ve işgücüdür. Bu maddelerin yanındaysa modern bir sanayi yaşamının beraberinde getirdiği yaşam şekli olan şehirleşme ile beraber modern bir şehirleşme için altyapı, konut stoku ve özellikle doğal afetlere karşı konut güvenliği sorunu da ülkemizin sanayileşmesi ile doğrudan ilgili ve incelediğimiz konular arasındadır. Çalışmamızda ilk olarak ülkemiz sanayisi ile ilgili genel bir durum analizi ve potansiyelimiz değerlendirilmiş olup sonrasında alt sektörler bazında incelemeler yapılmıştır.
Yukarıda belirtilen hususlara ek olarak Sanayi ve Bilgi Toplumu içerisinde yer bulacak olan insan gücünün mesleki ve teknik eğitim süreçlerine değinilmeye çalışılmış ve bu sektörlerde çalışan yurttaşlarımızın karşılaştığı sorunların en başında gelen düşük ücretler, istihdam, iş güvencesi ile İş Sağlığı ve Güvenliği konularında önerilerde bulunulmuştur.
2.Türk Sanayi Sektörünün Genel Durumu
Uluslararası Standart Sanayi Sınıflandırması’nda, sanayi sektörü (ISIC1), madencilik (ISIC2), imalat sektörü (ISIC3), elektrik ve su (ISIC4) ve inşaat sektörünün (ISIC5) katılımıyla geniş anlamda tanımlanmaktadır. DİE tarafından yapılan ayrımda imalat sanayi (3) sınıflandırmasına dâhil sanayi grupları;
• Gıda, içki ve tütün
• Dokuma, giyim eşyası ve deri sanayi
• Orman ürünleri ve mobilya
• Kâğıt, kağıt ürünleri ve basım
• Kimya, petrol, kömür, kauçuk ve plastik ürünleri
• Taş ve toprağa dayalı sanayi
• Metal ana sanayi
• Metal eşya, makine ve teçhizat, ulaşım aracı, ilmi ve mesleki ölçme aletleri
• Diğer imalat sanayi
Şeklinde değerlendirilmektedir. Böylece, imalat sanayinde üretilen mallar 36 sanayi dalında sınıflandırılmış ve genellikle tüketim, ara ve yatırım malları üreten sanayi dalları içinde ele alınmıştır. Bu kapsamda, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası yatırım malı sayılmaktadır. Çünkü tüm dayanıklı tüketim malı alt sektörleri, yatırım malı üreten sektörlerdir.
Türkiye’de başlıca sanayi kolları veya sektörü imalat sanayi ve alt sektörleri olup imalat sanayi;
• Dayanıklı tüketim mallarından gıda, dokuma, giyim eşyası, kimya, makine-teçhizat gibi birçok malın üretildiği sanayi koludur.
• Bu sanayi kolu veya alt sektör esas itibariyle sanayinin temeli sayılır,
• Bu sanayi kolu diğer sanayi kollarına göre daha yüksek istihdam oranına sahiptir,
• İhraç malların başında sanayi ürünleri gelir,
Şeklinde temel bazı özelliklere sahiptir.
İmalat sanayi alt sektörleri ve bu sektörlerin ülkemizdeki genel durumuna ilişkin açıklamalar aşağıda verilmiştir:
2.1. Gıda Sanayi: Tahıl ve nişasta ürünleri üretimi ön planda olup et ve süt mamulleri, su ürünleri, meyve-sebze ve yem üretimi bu sanayi kolu ile ilgilidir. Özel şirket/sektör işletmeleri hakimdir. Şeker ve çay üretimi dışındaki tüm sektörler özel sektöre aittir. Gıda sanayi konusunda Ulusun bireylerinin sağlıklı bir şekilde beslenebilmesi için üretim, dağıtım ve denetim mekanizmalarında birtakım düzenlemelere gidilmesi gerekmektedir. Çok uluslu şirketlerin ürünlerinin gıda içeriklerinde ülkelere yönelik olarak farklılıklar göstermesi gibi konularda devlet ciddiyetinin gerekleri ortaya koyulmalıdır.
Şekil 1 – Uluslararası bir Dondurma firmasının İngiltere ve Türkiye’deki içeriklerinin karşılaştırılması (Çokuluslu şirketlerden Gıdada çifte standart internet haberi, 2021).
İsrafın önlenmesinde üretim aşamasından son tüketiciye kadar dağıtımında planlı ve optimal çözümlerin değerlendirilmesine yönelik teknolojik araç ve yöntemlerin kullanılması yaygınlaştırılmalıdır. Nakliyede Soğuk zincirin korunması, dış ve iç taleplere uygun ihtiyacı karşılayacak şekilde ürün fiyatlarında talep arz dengesini bozmayacak planlı bir üretimin yapılması, tarım ilaçları, koruyucuların sağlığa zararlı miktarlarda kullanılması ve piyasaya sürülmesi engellenmelidir.
2.2. Tekstil Sanayi: Tekstil üretimi elyaf ve iplikten üretilen, genellikle esnek malzemelerin üretimi ile bu malzemeleri şekillendirme ve mamul hale getirilmesini içermektedir. Tekstil imalatı sanayi elyaf (lif), iplik, dokuma ve örme kumaş, dokusuz yüzeyler, boya ve terbiye ev tekstili, teknik tekstil ve halılar gibi çok geniş ve önemli üretim ve ürün yelpazesine sahiptir. Tekstilin dokunması da dâhil tekstil elyafının hazırlanması ve bükülmesi, tekstil ve giyim eşyalarının aprelenmesi, boyanması vb. bitim işlemleri ile tekstil ürünlerinin imalatını (ev tekstil ürünleri, battaniyeler, halılar, kilimler, kordon, halat, ip vb.) kapsamaktadır. Giyim eşyalarının imalatı bu grupta değerlendirilmektedir. Tekstil sektörü, alt sektörleri itibariyle büyük ölçüde sermaye-yoğun bir sanayidir. Kimyasal (insan yapısı, sentetik ve suni) elyaf ve iplik çekimi dünyanın en sermaye-yoğun sanayi sektörlerinden biri olup petro-kimya sanayi içinde yer alırken; iplik, dokuma, örme ve tekstil terbiye işlemleri diğer sermaye-yoğun sanayi sektörü oluşturur. Tekstil sanayinde üretilen elyaf, iplik ve kumaşlar ara girdi niteliğinde ürünlerdir. Boya-terbiye de üretimde ara bir süreçtir. Ev tekstili, halı ve teknik tekstil ürünlerinin bir kısmı nihai ürün olarak kullanılmaktadır. Kumaşlar çok geniş bir sanayi kolunu oluşturan hazır giyim sektörünün en önemli girdisini oluşturmaktadır.
Önemli kirleticilerden sayılan tekstil atıklarının çevreye etkilerinin azaltılması için önlem ve yaptırımların belirlenmesi ve hammadde ihtiyacının yurtiçi kaynaklarla ve yerli ürünler kullanarak karşılanmasına yönelik yaklaşımlar belirlenmelidir. Bu alanda devlet desteklerinin sağlanarak özel sektörün teşvik edilmesi sağlanmalıdır.
2.3. Hazır Giyim veya Giyim Eşyaları İmalatı (Konfeksiyon Sektörü): Kürk hariç giyim eşyalarının imalatı, örme (triko) ve tığ işi (kroşe) ürünlerin imalat alt sektörlerini kapsamaktadır. Hazır Giyim Sektörü emek-yoğun bir sektör iken, tekstil sektörü sermaye-yoğun bir sektördür. Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü elyaf ve ipliği kullanım eşyasına dönüştürecek süreçleri kapsar. Bunlar elyaf hazırlama, iplik, dokuma, örgü, boya, baskı, apre, kesim, dikim gibi üretim süreçleridir. Elyaftan iplik ve mamul kumaşa kadar olan kısım tekstil, kumaştan giyim eşyası elde edilene kadar olan süreç ise hazır giyim sektörü içinde değerlendirilmektedir. Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü birlikte değerlendirildiğinde, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH), imalat sanayi ve sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sağladığı net döviz girdisi, istihdam, yatırım gibi makro-ekonomik büyüklükler açısından Türkiye’nin önemli sektörlerinden biridir. Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü beraberce ülkemiz GSYİH’nin %10’luk kısmını sağlamaktadır. Türk Hazır Giyim Sektörü dünyanın 6. büyük hazır giyim ihracatçısı konumundadır. AB ülkelerine tekstil ve hazır giyim ihracatında Çin’den sonra 2. sırada yer almaktadır. Türkiye’de üretilen hazır giyim ürünlerinin büyük bir kısmını pamuklu ürünler oluşturmaktadır.
Ülkemiz, küresel anlamda pazardaki mevcut büyük markaların ürünlerini üretmesine karşın üretimden yeterli katma değeri sağlayamamakta, karın büyük bölümü marka sahibi firmalara gitmektedir. Bu nedenle küresel ölçekte rekabet yeteneği olan markaların oluşturulması, ayrıca tasarım, üretim ve pazar araştırmaları konularında nitelikli personelin yetiştirilmesi teşvik edilmelidir.
2.4. Metal Eşya ve Otomotiv Sanayi: Bu sektör imalat sanayi sektörleri içerisinde tekstil, hazır giyim ve gıda sanayiinden sonra 4. sıradadır. İstihdam açısından da dokuma sektöründen sonra 2. sıradadır. Büyük ölçüde ara malı üretiminin yapıldığı Metal sanayi, ihracat ve iç tüketimde kullanılan malların üretimi açısından önemli bir sektördür. Türkiye otomotiv sanayi yönünden Ortadoğu’da İran’dan sonra ikinci durumdadır. Kamyon, otobüs ve otomobil üretimi yapılmaktadır. Yabancı ve Türk yatırımcıların ortaklaşa kurduğu fabrikalarda üretilen kara taşıtları dünya pazarlarında yer bulmaya başlaması henüz yeni yeni başlamıştır.
Ülkemizin sıvı yakıt teknolojisi ile çalışan otomobil üretim denemeleri daha önce hüsran ile sonuçlanmış, bu teknolojiye ait motor ve araç üretimi konusunda rekabetçi bir ürünün ortaya çıkarılması hep ciddi bir risk olarak görülmüştü. Küresel otomotiv firmaları ile ortaklaşa kurulan fabrikalarda da ülkemizce sağlanan ucuz işgücünün ve diğer lojistik avantajların daha çok firmalar lehine kullanımı nedeniyle otomotiv alanında yerli markalara yönelik bir hedef dahi olmamıştı. Ancak henüz emekleme dönemindeki elektrikli araçların üretimi konusunda kamu öncülüğünde bir araya gelen Türkiye Otomobil Girişim Grubu (TOGG) ile gerekli motivasyon sağlanmış görünmekle beraber yolun daha başlangıcında olduğumuz unutulmamalıdır. Doğrudan elektrikli araç piyasasına yönelimin sağladığı avantajların başında Dünya ölçeğinde fosil yakıtların azaltılması temiz enerji seçeneklerine yönelmenin popülerlik kazanmasıdır. Gerekli ekosisteminde birlikte gelişimi ve çevre bileşenlerde istihdamın geliştirilmesi, ürün yelpazesinin geliştirilmesi ve yurt içindeki kullanıcılara yabancı araçlara göre satın alma opsiyonların ve fiyat avantajlarının sunulması ve bu defa yakalanan fırsatın kaçırılmaması gerekmektedir.
2.5. Kimya Sanayi: Kimyasal madde ve ürünleri imalatının yapıldığı sanayi sektörü veya kolunu oluşturur. Deterjan, sabun, ilaç, boya, makine ve motor yağı gibi petrol ürünlerinin üretildiği bu sanayi sanayi kolu, petrol rafinerilerinin bulunduğu il ve çevrelerde yoğunlaşmıştır. Hammadde bakımından önemli ölçüde dışa bağımlı bir sanayi koludur. İstihdam olarak yaklaşık %10’luk payla sanayi sektöründe ön sıralarda yer almaktadır. Bu sektörde yükseköğrenim görmüş kalifiye işçi ve teknisyen istihdamı ağırlıktadır.
İlaç üretimin millileştirilmesi, akıllı ilaç teknolojileri gibi alanlarda yatırımların desteklenmesi sağlanmalıdır.
2.6. Taşa-Toprağa Dayalı Sanayi: Çimento, seramik, cam, mermer, tuğla-kiremit imalatı bu grupta değerlendirilir. Bu sanayi kolunun istihdamda ve imalat sanayindeki payı %6-7 civarındadır. Türkiye dünyada en fazla çimento ve klinker ihracatı yapan ülkelerin başında gelmektedir. 100’den fazla ülkeye ihracat yapan Türk Seramik Sektörü üretimde Avrupa’da 3. ve dünyada 7. durumdadır. Mermer yatakları ve ihracatı yönünden Türkiye büyük potansiyele sahiptir.
Kullanımı sona eren ocak alanlarının ağaçlandırılmasına yönelik tedbirler daha sıkı uygulanmalıdır. İşletilmede tarımsal alanlara olan etkilerin yanı sıra çevre hassasiyetleri de gözetilmeli fizibilite ve planlamaya önem verilmelidir.
2.7. Orman Ürünleri Sanayi: Mobilya ve kâğıt üretimiyle öne çıkan sanayi koludur. İmalat sanayi içindeki payı %6, istihdamdaki payı %4 civarındadır. Kâğıt ve kâğıt ürünleri üretiminde mukavva ve kağıt ambalaj ürünleri üretimi ön plana çıkmıştır. Özellikle SEKA fabrikasının 2005 yılında Sümer Holding ile birleştirilip kapanmasını takip eden süreçte basılı yayınlar için kullanılmakta olan kâğıt ürünlerinin büyük çoğunluğu kalite normlarının düşüklüğü nedeniyle yurtdışından tedarik edilmektedir.
- Kâğıt üretimi için Kenevir ekim alanlarının yaygınlaştırılması ile orman alanlarının gereksiz tahribatı engellenebilir. Ayrıca otomotivden, yakıt üretimine, inşaat yapı malzemesi üretimine kadar kenevir tabanlı doğal kompozit malzemelerden üretilen ürünlerin kullanımı ile endüstri ve sağlık(ilaç) sektörlerinde değerlendirilmesi mümkündür. Kenevir üretimi ve bağlı sanayinin gelişimi Devlet tarafından desteklenmelidir. (TOB Endüstriyel Kenevir Gerçeği Paneli Kitapçığı,2021)
2.8. Maden Sanayi: Bu sanayi kolu ülkemizde bor, krom, demir, alüminyum, linyit kömürü gibi bazı önemli maden yatakları olmasına rağmen yeterli teknolojinin olmaması nedeniyle geride kalmıştır. Toplam sanayideki payı %3-4 seviyesinde, GSYİH’deki payı da %1’ler dolayındadır. İhracat açısından mermer ve traverten gibi taş ocağı ve maden üretimi başa baş gitmektedir.
Özellikle stratejik öneme sahip madenlerin Kamu tarafından çıkarılıp, mamül haline getirilmesi, uygun görülmesi halinde de yine bir Kemalizm uygulaması olan karma ekonomi modeli gereğince madenlerin kamu ve özel sektör iştiraki tarafından çıkarılıp işlenmesi temin edilmelidir. Devletin büyük ortaklardan biri olması hem üretimin çevreci, tekniğe uygun ve fizibilite açısından sürdürülebilir işletmeciliğin tesisi yönüyle avantajlar sağlayacak, hem de çalışanların sağlık ve iş güvenliği yönüyle korunmasına ve ayrıca vergi kayıplarının engellenmesi açısından önem taşıyacaktadır. Bu kapsamda geçmişte özelleştirilen maden ocak ve işletmelerinin bir planlama dahilinde tekrar kamuya devrine öncelik verilmelidir. Böylece kamu maliyesine gelir getiren araçlar çeşitleneceğinden dolaylı vergi yükü azalacaktır.
Ayrıca bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde yapay zekâ, makine öğrenmesi ve insansız araçların kullanımı gibi konuların geçerliliğinin arttığı bu dönemde insansız madencilik çalışmalarına da yönelmek gerekmektedir. Bu sayede olası maden kazalarında can kayıplarının önüne geçileceği ve ocakların daha fizible işletilmesi de öngörülebilir. İstihdam yönü ile bu alandaki çalışanların daha az riskli farklı kollara yönlendirilmesi de planlanması gereken diğer bir önemli husustur. Ekonomik ömrünü tamamlamış ocakların ağaçlandırılması ve doğaya geri kazandırılması içinde daha zorlayıcı tedbirler benimsenmelidir.
Gelişmiş ülkelerin gündemindeki meteor madenciliği gibi konularında ıskalanmaması, bu alanda geleceğe yönelik stratejik hedefler belirlenerek gerekli çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir.
2.9. Demir-Çelik Sanayi: Makine, metal ve otomotiv sanayi başta olmak üzere sanayi kollarına girdi sağlayan en önemli sanayi koludur. Ülkemiz demir-çelik üretiminde Rusya Federasyonu, Japonya, Çin, ABD, Almanya ve Brezilya gibi ülkelerin ardından 10. sırada yer almaktadır. Ülkemiz, dünya demir-çelik üretiminin %3-4 kadarını sağlamaktadır.
Stratejik planlar çerçevesince, yüksek metalürjik kalitede ürünlerin üretilmesi ve muadil ürünlerin dışalımının azaltılması sağlanmalıdır. Yurtdışından temin edilen yedek parça, motor ve bileşenlerinin ve diğer parçaların yerli üretimlerinin yapılması ve satışı avantajlı hale getirilmelidir.
Ekonomide istikrarın sağlanabilmesi için tarım, sanayi ve hizmet sektörleri arasında belirli bir denge olmalıdır. 1990 ve 2016 yıllarında GSYİH’nin sektörlerdeki paylarına bakıldığında, 1990 yılında ağırlıklı olarak tarım (%17,5) ve hizmet (%47,5) sektörlerine dayalı olan ekonominin 2016 yılında sanayi (%21,5) ve hizmet (%70,6) sektörlerine dayandığı görülmüştür. Özellikle bu süreçte tarım sektörünün payının önemli oranda düştüğü görülmüştür. 2015 ve 2016 yılında tüm sektörler (tarım, sanayi ve hizmet) bir önceki yıla göre büyümüş olup bu durum o yıl GSYİH’nin bir önceki yıla göre arttığını göstermektedir (Tablo 1).
TABLO 1
GSYİH’de Sektör Payları | GSYİH Sektörel Büyüme Hızları |
YILLAR | TARIM % | SANAYİ % | HİZMET% | YILLAR | TARIM % | SANAYİ% | HİZMET% |
1990 | 17.50 | 25.50 | 47.50 | 1990 | 6.80 | 8.60 | 10.30 |
1995 | 15.70 | 26.30 | 46.00 | 1995 | 2.00 | 12.10 | 6.30 |
2000 | 13.40 | 28.40 | 58.20 | 2000 | 3.90 | 6.00 | 8.90 |
2005 | 11.40 | 29.20 | 59.40 | 2005 | 5.60 | 6.50 | 8.20 |
2010 | 9.40 | 21.80 | 68.80 | 2010 | 2.40 | 12.80 | 8.60 |
2011 | 9.00 | 22.50 | 68.50 | 2011 | 6.10 | 9.70 | 9.00 |
2012 | 8.80 | 21.80 | 65.40 | 2012 | 3.10 | 1.80 | 2.40 |
2013 | 8.30 | 21.60 | 70.10 | 2013 | 3.50 | 3.40 | 5.70 |
2014 | 8.00 | 22.00 | 70.00 | 2014 | -2.10 | 3.80 | 3.90 |
2015 | 8.50 | 21.50 | 70.00 | 2015 | 7.00 | 3.20 | 4.60 |
2016 | 7.90 | 21.50 | 70.60 | 2016 | 0.50 | 3.20 | 4.00 |
2017 | 7.90 | 21.70 | 70.4 | 2017 | 3.00 | 4.40 | 5.20 |
Yukarıdaki tablonun yorumlanmasına dönük olarak; yıllar içerisinde Tarım ve Sanayi alanlarında Sektörel payların gerilemesi durumu önemli bir örüntü olarak değerlendirilebilir. Bunun gerekçeleri arasında Turizm ve Hizmet sektöründeki gelişmenin yanı sıra, özellikle özelleştirmeler ve kapanmalar sonrasında devletin boşalttığı sanayi kollarında özel sektörün yeterli başarıyı gösterememesi ileri sürülebilir. Tarım alanındaki gerileme ise, aktif tarımsal nüfusun ise daha uzun bir dönemi kapsayan iç göç furyasından etkilenmesinden ileri gelmektedir. Buna göre 70’li yılların ortalarında %75 düzeyinde seyreden kırsal nüfusun 2020’li yıllara gelindiğinde %20’ler düzeyine gerilediği gözlemlenmektedir. Göçe neden olan temel gerekçeler ise tarımsal gelirlerin tatmin edici olmaması, kırsalda temel sağlık, eğitim, kültür ve konfor gereksinimleri (ısınma, altyapı, rekrasyon, vb.) sağlanmayan genç nüfus kentlere doluşma eğilimi göstermekte ve niteliksiz işgücü yığınları haline gelmektedir.
Üstelik göçün daha çok kırsaldaki aktif nüfusu etkisi altına alması düşünüldüğünde, terkedilen tarım arazilerinde artış ve üretimde düşme gibi sonuçlar kaçınılmazdır. Son 50 yılda Ülke nüfusunun %50’sinden fazlasının hareketi ile sonuçlanan bu hızlı göç felaketi, gıda güvenliğinden çarpık kentleşmeye ve sosyo-ekonomik birçok soruna yol açmıştır. Plansızlık ve çarpık kentleşme konusu ilerleyen bölümlerde incelenmiştir.
Yukarıdaki sınıflandırma dışında özel önemi bulunan ve son yıllarda Ülkemizin adından sıkça söz ettiren Savunma Sanayi ve Tarımsal Sanayi konularına da başlıklar ayrılmıştır.
2.10. Savunma Sanayi ve Teknolojisi: Ülkemizin savunma sanayi hamleleri son yıllarda artan devlet desteklerine bağlı olarak ciddi artış göstermiştir. ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN, TUSAŞ, TAI v.b. gibi Kamu ve Özel sektörün bu alandaki ortaklıkları neticesinde özelleşmiş donanım ve teçhizatları geliştirilmesinin önü açılmış gözükmektedir. Askeri sistemelere ait yazılımların yelpazesinin genişlemesinin yanında, donanım konusu da özellikle son yıllarda önemli gelişmelere sahne olmuştur. Savunma sanayinin aldığı ciddi devlet destekleri sonrasında milli yazılım ile eşgüdüme sahip bir donanım ekosisteminin de kurulmasına yönelik adımlar atıldığı gözlenmektedir.
Atılan adımlarla dışa bağımlı yapı terkedilmeye çalışılmakta ve gerçel bağımsızlık yolunun taşları döşenmeye çalışılmaktadır. Askeri araçlar, Tank ve hava araçlarının motorlarının üretimi, dış basında da adından söz ettiren SİHA, TİHA, SİDA’lar, Milli Gemi Projesi (MilGEM), Milli Muharip Uçak (MMU), Hava Savunma Sistemleri, Akıllı Mühimmatlar, Sürü Dronelar gibi projeler ile moral anlamda bir çıkış yakalanmış gözükmekle beraber bu yönelişin siyaset üstü politika olarak perçinlenmesi gerekmektedir.
Silah, Mühimmat ve teçhizatları için gerekli mamûllerin üretiminde de yetkin personel ve bilgi birikimi edinilen projelerin gelecekte de anlamlı sonuçlarının olabilmesi için Ulusal bağımsızlık ve çıkarların tesis edilmesine yönelik olarak savunma sanayi alanındaki ivmenin sürdürülmesi bu bakımdan şarttır.
Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanlığının verilerine göre 2021 yılında dışsatımlarla birlikte 10 milyar $ kâr sağlanan ve yaklaşık 80bin istihdam barındıran bir sektöre dönüşen Türk Savunma Sanayisi her geçen gün verilen desteklerin hakkını vermektedir. Hammadde ve bağlı diğer finansal-teknolojik fırsatların birlikte değerlendirilmesi ile hem iç pazara hem de dış pazara yönelik üretimler yapılmalıdır.
2.11. Tarımsal Sanayi ve Teknoloji: Tarımsal potansiyelimizin artışı ve Ulusumuzun Gıda Güvenliğini ilgilendirmesi sebebiyle özel önem verilmesi gereken bir başka konu da Tarımsal Sanayi ve Teknolojidir. Küresel iklim değişikliği, kuraklık, salgın gibi koşullarda gıda güvenliğinin sağlanmasının ne denli gerekli olduğunu somut ispatlarıyla gördüğümüz Tarım sektörüne yönelik sanayi ve teknoloji bileşenlerinin etkin ve verimli bir şekilde kullanılması bahsidir. Tarım teknolojilerinin de önümüzdeki dönemde savunma sanayine olduğu gibi devlet tarafından ciddi biçimde desteklenmesi, bu alanda nitelikli personel yetiştirilmesinden, planlı ve katma değerli üretimin özendirilmesine kadar çeşitli çalışmalara yer verilmesi gerekmektedir. Verim artışına katkı sağlayabilecek planlama ve altyapı projelerine ağırlık verilmeli, merkezi ve yerel birimlerde teknolojik araçların kullanımı ile üretim ve denetim süreçlerindeki verimlilik artırılmalıdır. Kurulacak tarım liseleri ile üretici ordusunun nitelikli gelişimine ve sürdürülebilirliğine katkı sağlanmalıdır. Tarım envanteri çıkarılarak planlı bir tarımsal kalkınmanın önünü açacak hamleler üniversite ve özel sektörün destekleri ile işleme koyulmalı, tarım sektörü kayıt dışılıktan kurtarılmalıdır. Üretici birlikleri mali ve teknik açılardan güçlendirilerek, Tarımın Endüstriyel hale getirilmesi gerekçesiyle küçük üreticilerin çokuluslu şirket yapıları karşısında erimesine izin verilmeyerek kooperatifleşme özendirilmelidir. Tarım arazilerinin yabancı özel ve tüzel kişilere satışına izin verilmemeli, geçmiş dönemde bu konudaki sınırlamalara mütekabiliyet esasları içerisinde geri dönülmelidir. İthal ürünler yerine yerli tarım ürünlerinin işlenerek iç ve dış pazarlara arzına yönelik düzenlemelerin devreye alınması, pazar fiyatlarının belirlenmesinde devletin düzenleyici bir rol üstlenmesine ihtiyaç vardır.
3. Dünya ve Türkiye’deki Enerji Durumu
Dünya’da artan iklim krizinin ve pandemi sonrası enerji arz-talep ilişkisinde yaşanan dengesizlik ile birlikte ulus devletler, enerji politikalarını belirlerken ekonomik parametrelerin yanında iklim hassasiyetine de önem vermek zorunda kalmışlardır. Bu süreç kapsamında sürdürülebilirlik en önemli etmendir. Çevre, ekonomi ve toplum, hareket noktalarımızı oluşturmaktadır. Süreci, karar alma süreçlerine etkin yurttaş katılımını sağlayacak bir siyasal sistem, sürdürülebilir bir üretim, teknik bilgi üretebilen bir ekonomik sistem, uyumsuzluktan ve dengesiz gelişmeden kaynaklanan gerilimler için çözümler sağlayan bir sosyal sistem, gelişme için ekolojik temeli koruma yükümlülüğüne saygı gösteren bir üretim sistemi, sürekli yeni çözümler arayan bir teknolojik sistem, sürdürülebilir ticaret ve finans modellerini teşvik eden uluslararası bir sistem ve esnek ve kendi kendini düzeltme kapasitesine sahip bir idari sistem olarak özetleyebiliriz.[N. Pınarcıoğlu ve A. Kanbak, 2020]
‘’Temiz Dünya’’ temelli yaklaşımların, bu yönde bir bilinçliliğin oluşturulması çabaları son dönemde çokça artmıştır. Bu kapsamda pek çok faaliyet göze çarpmaktadır. Ulaşımda, ısıtmada, elektrik ihtiyacında v.d. pek çok alanda fosil yakıtların terk edilmesi, yenilenebilir enerji araştırmalarındaki artış, elektrikli araç teknolojisindeki ilerlemeler, hayvan, bitki, insanların organik atıklarının dahi enerji üretiminde değerlendirilmesi, akıllı binalar, kentler, şebekeler ortaya çıkarılarak, enerji tasarrufu ve üretiminin daha sağlıklı yapılmaya çalışılması, hayatımızın her alanında tasarruf bilincinin yerleştirilmesi vb. pek çok değişiklik hem Dünya hem de canlı sağlığı ve geleceğimiz için çok değerlidir. Enerji alanındaki temel bakış açımızı da bu temellere dayandırarak yorumlarımızı yapacağız.
Enerjisinin çoğunluğunu ithal eden ve halkına en maliyetli sunan ülkeler arasında yer almaktayız. Burada yerli üretim ve halka yük olmayan faturalandırma dengesini yakalamak çok önemlidir lakin kısa vadede yenileneblir enerjinin teşvik edilme zorunluluğundan dolayı bu denge sağlanamayabilir Öte yandan 2020 verilerine göre Türkiye YE’de %45-50 ile Dünya’da 10. sıradadır. En yüksek kömür ve linyit kullanımında da ülkemizi 10. sırada görmekteyiz. Akkuyu Nükleer santaralinin de devreye girmesiyle enerjideki payının %11 olacağı tahmin edilmektedir. ETKB’nin stratejik planı ve Cumhurbaşkanlığı’nın 2019-2023 kalkınma planları göz önüne alındığında kömür ve nükleer enerjisine yönelik faaliyet alanının geniş olduğu ve bir özendirme politikası olduğu görülecektir. Bu politika kısa vadede üretilmiş, gelecek temiz enerji vizyonu ile çelişmektedir. 1990’dan 2019’a geldiğimizde enerji ihtiyacının da artması göz önüne alındığında, petrol ve doğal gaz tüketiminin arttığını görmekteyiz, lakin son yıllardaki artışın düştüğü, yerini yavaş yavaş YE’ye teslim ettiği görülmektedir. 2019 yılına geldiğimizde Dünya enerjisinin yaklaşık %20’sini YE oluşturmaktadır. Bu oran giderek artmaktadır. Karbon salınımı oranlarında da yaklaşık olarak, kömürün %44, petrolün %33 ve doğal gazın %23 etkisi olduğunu göz önüne getirdiğimizde Termik santrallerin acilen kullanımlarının enerji üretimindeki payının azaltılması büyük önem teşkil etmektedir [ETKB, 2019]. Termik santraller 2000-2018 yıllarında Dünya’da kullanımının son derece arttığı gözlemlenmektedir. Bunun büyük paydasını Asya ülkeleri oluşturmaktadır. Özellikle de Çin bu konuda zirvededir. 18 yıl içinde enerji ihtiyacı 5 kata yakın bir artış göstermiştir. Ancak Dünya’nın geri kalan kısmında, kömür-linyit kullanımında belirgin azalışlar dikkati çeker. IEA’nın 2018-2040 projeksiyonunda, enerji kullanım oranları kapsamında, kömürdeki artış %17,2, doğal gaz %48.1, petrol %25, nükleer %32.2 ve yenilenebilir enerjide ise %63.5’lik bir artış beklenmektedir. Bu veriler de bizlere gösteriyor ki, yönümüz temiz enerjidir. [N. Tamzak, 2019]
Türkiye’de yenilenebilir enerjinin durumu, 2020 yılı itibariyle, toplam kurulu gücün, %26’sı hidroelektrik (Bunun da %75’e yakını depolamalı/barajlı yapılardır.), %7’si rüzgar, %6’sı güneş, %1’i jeotermal ve yine %1’i biyokütledir. Geriye kalanlar ise, taş kömür, linyit %28, ithal kömür %8 ve doğal gaz/LNG %23 oranında kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere, YE’nin büyük kısmı hidroelektrik ile sağlanmaktadır. Diğer kaynakların oranları, enerji ihtiyacı sürekli artacağı için yükseltilmek zorundadır. Doğal gazın yarısına yakınını da Rusya’dan temin etmekteyiz. Bu tip büyük bir bağımlılık, enerji arz güvenliği açısından, ekonomik, sosyal ve siyasal bir sorun teşkil etmektedir [N. Ağıralioğlu, 2020].
AB’nin çeşitli teşvikler ile yenilenebilir enerjiye yatırımcıları çekmek ve halkı hem yeşil enerji hem de tasarruf konularında bilinçlendirdiği görülmektedir (Feed in-Tariff, Karbon kredileri, I-REC sertifikaları). Yeşil sertifika, yatırım desteği, vergi muafiyeti/indirimi, vergi iadesi, doğrudan fiyat desteği gibi desteklerin yapıldığı görülmektedir. Bu destekler nihayetinde yenilenebilir enerjinin kurulum maliyetinin de yavaş yavaş, AR-GE çalışmalarının ve sermayenin rekabetinin artması dolayısıyla düştüğü gözlemlenmiştir. [S. Uyanık, 2018]
3.1. Fosil Yakıtların Durumu: Ülkemizin enerji ihtiyacının çoğunluğunu karşılamaktadırlar. Son dönemlerde yenilenebilir enerji de ne kadar üretim ve teknoloji artışı varsa, fosil yakıtlardan da vazgeçilmediği hatta yer yer teşvik edildiği görülmektedir. Yıllık yaklaşık %4-5 oranında enerji ihtiyacımız artmaktadır. Bu artışa nasıl cevap vereceğimiz asıl önemli konulardandır. Devlet, 2019-2023 planında kömür ve nükleere vurgu yapmakta, iyileştirmeler ve planlamalardan bahsetmektedir. Ancak ne kadar rehabilite edilse de çevresel sorunlardan kaçınılamayacağı ortadadır. CO, HF, HCl, Hg gibi zararlı maddelerin salınımı, asit yağmurları, doğadan önemli miktarlarda su çekime ve sonrasında kimyasallarla birlikte yüksek sıcaklıklarda suyu doğaya geri verilmesi, tonlarca cüruf ve külün doğaya salınması vd. pek çok sorunla karşılaşmaktayız. Son dönemdeki yasal düzenlemelerle özelleştirilmiş termik santrallerin uygun filtre takımı ve atık yönetimlerinde onlara adeta ‘’çevreyi kirletme izni’’ verildiği, denetimsizliklerin arttığı dikkati çekmektedir. Tüm linyit, taş kömürü ve doğal gaz santralların çevre mevzuatına uygun çalışıp çalışmadığı, ÇED raporları titizlikle denetlenmelidir. [O. Aytaç, 2019]
Akkuyu NGS örneğinde %51 hissesi Rusya’ya ait olan ve yap-işlet-devret modeli ile değil, yap-sahip ol-işlet modeli ile yapıldığı, bu süreçte de teknoloji paylaşımının söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, burada bir güvenlik açığı olduğu ortadadır. Yenilenebilir enerjinin baz yük santralleri için uygun hale getirilmesine çalışmak daha önemlidir. Zaten hali hazırda hidroelektrik ve jeotermal enerjide bu sağlanmaktadır. Bunu geliştirme yolunun tutulması gerekmektedir (PDHES vd.). Fay hattı üzerinde yapılan Akkuyu NGS tam bir risk teşkil etmektedir. Maddi, toplumsal ve çevresel sorunları da beraberinde getirmektedir [TMMOB, 2019]. Nükleer enerji bir baz yük santrali olması bakımından YE’ye geçiş sürecinde göz ardı edilemez bir noktadadır. Zaten halihazırda 2022 yılında açılması planlanan Akkuyu santrali üzerinden durumu yorumlamak daha sağlıklı olacaktır. Enerji kesintililik sorununu aşma, YE’nin melez sistemlerinin, AR-GE ve yatırımların arttırıldığı bir dönemde özellikle de kısa vadede hem termik hem de nükleer santral bir anda vazgeçebileceğimiz sistemler değildir. Gerçekçi politikalarla sürdürülebilirlik esasına göre ilerlemek faydalıdır. Ayrıca, bugünkü siyasal iktidar dönemindeki elektrik dağıtım özelleştirilmelerinde, santral özelleştirilmelerinde, alım garantili elektrik üretim tesislerinin ihalelerinde; iktidara yakın olan bazı özel sermaye grupları, kamudan en çok iş alan şirketlerdir. Burada enerji sektörünün bu tekellerin elinden de kurtarılması gerekmektedir. Adil yatırım ve iş yapma imkânı ancak bu şekilde sağlanacaktır.
3.2. Yenilenebilir Enerji
İklim koşullarına göre çoğu zaman sıfır atık enerji üretimini sağlayabildiğimiz sistemlerdir. Güneş, Rüzgâr ve Hidroelektrik enerjiden ülkemizde de uygulamalarının geniş olması sebebiyle daha ayrıntılı bahsedilmektedir.
3.2.1. Güneş Enerjisi: PV paneller bugün yaklaşık %10-30 verime sahiptirler. Bu verim oranını arttırma çalışmaları halen devam etmektedir. Karmaşık teknolojiler gerektirmemesi, işletme masrafının az olması, toplumun bireysel olarak temin edebilirliği bakımından avantajlı bir uygulamadır. Üretiminin kesintili olması sebebiyle ayrıca depolama da gerektirmektedir. Tesisatın ilk yatırım maliyeti fazladır. Bunun Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri (YEK), çeşitli devlet teşvikleri ve sektörün genişlemesiyle makul noktalara gelmeye başladığını belirtmek gerekir. Ancak maliyetin ve izin süreçlerinin kullanıcı sayısını arttırmak için daha makul bir noktaya gelmesi gerekmektedir. Bireysel üretimin ulusal enerji piyasasında kullanımı ve satışı daha çok desteklenmelidir. AR-GE kısmında faaliyetlerin arttırılması yerli ekipman üretimi için önemlidir.[E. Yörükoğulları vd., 2015][ B. Kılkış, 2019][ C. Öztürk, 2020].
3.2.2. Rüzgar Enerjisi: Türkiye’nin özellikle Ege ve Marmara bölgeleri yüksek rüzgar potansiyeline (rüzgar hızı ve gücü) sahiptir. Zaten kurulu gücün yaklaşık %70’e yakını bu bölgelerdedir. Türkiye son 10 yılda çok hızlı bir RES kurulumu ve rüzgar enerjisi üretimi sağlamaktadır.
Kurulumdan önce ön rapor, fizibilite çalışmaları yapılması gerekmektedir. Bölge ve türbin seçimi uygun yapılmalıdır. Coğrafyanın iyi tahlil edilmesi önemlidir. Diğer enerji kaynaklarında da olduğu gibi, her bölgede kurulamadığından depolama gereklidir. Sadece yüksek bölgelere kurulabildiği için, dağıtım hatlarına yakınlığı ekstra önem teşkil etmektedir. Düzlemsel arazi gerektirdiği için tarım arazilerini işgal etme durumu söz konusu olabilir. Burada sosyal kabulün sağlanması önemlidir [E. Yörükoğulları vd., 2015][ Koç, Ü. ve Apaydın, Ş. 2020][S. Yılmaz, 2021].
3.2.3. Hidroelektrik Enerji: Depolamalı ya da depolamasız santrallerde suya belirli bir düşü ve debi kazandırdıktan sonra türbinlere verilen güç ile üretilen mekanik enerjidir. Bu üretim diğer YE kaynaklarına göre yüksek verimlidir. İhtiyaç anında yaklaşık 5-10 dk içinde devreye girebilme özellikleri HES’leri diğer baz yük santrallerinden ayırmaktadır (Termik, Nükleer). Gerekli bakım-onarımlarla beraber çok uzun süreler kullanılabilirler. YE kurulu gücün üçte ikisini de hidroelektrik oluşturmaktadır. Ancak burada da çeşitli sorunlar karşımıza çıkmaktadır. Kesintili üretim, arz güvenliğine negatif etki etmekte, enerji depolama sistemlerine ihtiyaç duymaktadır. Burada Pompaj Depolamalı Hidroelektrik santaller büyük önem teşkil etmektedir. Çeşitli coğrafi kısıtlamalar ve ilk yatırım maliyeti dışında, barajlı HES’lerin bu yöne evrilmesi önemlidir. Suyun potansiyel enerjisinden daha fazla yararlanmayı ve baz yük santrallerine olan ihtiyacı karşılamaları bakımından hali hazırdaki HES’lerin büyük payı olmakla birlikte Pompajlı HES’lerde bu oranlar daha da artmış olacaktır. PDHES’ler, normal barajlı HES’lere ilave olarak uygun düşüde bir hazne eklenmesi ve puant saatlerde enerji üretip, puant-dışı saatlerde enerjinin pompa vasıtasıyla depolandığı sistemlerdir. Bu ülkemizin termik, nükleer gibi santrallere ihtiyacını azaltacak sistemlerdendir. Ayrıca melez sistemleri de arttırmamız gerekmektedir. RES ve GES’lerle HES’lerin kuracakları entegre üretimler, piyasanın ihtiyaçlarını daha çok karşılayacaktır. Yerellik YE’nin ana konusudur. Burada da türbin, çark, pompa, jeneratör-motor vd. gibi pek çok ekipmanı imalat sanayimizde üretebiliyor olmak, büyük öneme sahiptir.
HES’lere yalnızca enerji olarak bakamayız. Kuruldukları coğrafyaya büyük etkileri vardır. Depolamalı HES’ler iklimleri, tarım arazilerini, ekosistemi derinden etkilerler. Ana sorunlar ÇED, inşaat ve işletme sürecinde olmaktadır. ÇED süreçlerinin resmi bir formaliteden ibaret olmaması gerekmektedir. Son dönemlerde yatırımların artması bu tip süreçlerin sekteye uğramasına sebebiyet vermemelidir. Ülkemizde özellikle de nehir tipi HES’lerin uygun süreçlerle yürütülmediği ortadadır. Doğu Karadeniz coğrafyasında, doğa, canlı, ekosistem koşulları gözetilmeden HES inşaat ve işletimleri yapılmaktadır. İletim hatları oluşturulurken ender ormanların yokedilmesi, sudaki ve karadaki canlı yaşamının devamı için uygun miktarda verilmesi zorunlu olan can suyunun belirlenmesinde yanlış hareket edilmesi, bölge halkının tepki ve eylemlerinin gözardı edilmesi ilk dikkati çeken meselelerdir. Su kıtlığı ve genel kuraklık tehlikesinde olan ülkemizde su kaynaklarının doğru kullanımı önemlidir [TMMOB, 2011][ E. Yörükoğulları vd., 2015].
3.2.4.Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri (YEK): Halkı yenilenebilir enerji politikalarının içine çekme, enerji sektöründe tekelleşmeyi önleme, bireysel hanelerde YE kullanımını arttırma, istihdamı arttırma, enerjinin tüketileceği yerde üretilerek yerel kaynakların yerel halk tarafından kullanılmasını, sermayenin tabana yayılmasını sağlama, enerji piyasasındaki kartelleşmeyi önleme amaçlarına sahip bir kuruluştur. YEK’ler Dünya’da YE’yi teşvik için uygulanan önemli bir yöntemdir. ABD’de enerji üretiminin %12’si bu yolla sağlanır. Ülkemizde 2016 yılında önü açılan bu kurum, ilk etapta çatı alanında güneş enerjisi kurulumunu arttırma hedeflerine sahiptir. Üreten tüketiciler (prosumer) ortaya çıkartma hedefi olduğunu söyleyebiliriz.Ancak ETKB’nin 2019-2023 stratejik planında, ülke şehirciliğinin ve bina yapımının yenilenebilir enerji kurulumunda yeteri kadar uygun olmadığı belirtilmektedir. Bu, üzerinde çalışılması gerekilen bir konudur. Temiz enerjiye geçiş, devlet-endüstri-toplum üçgeninde tasarruf bilinciyle başarılabilecek bir meseledir [S. Özgül, 2019].
3.3. Enerjiyi Depolama: Geçiş sağlayacağımız yenilenebilir enerjinin en büyük kısıtlayıcılarından biri depolama sorunudur. Belirli coğrafyalarda, iklim koşullarına (yağış, sıcaklık vd.) bağlı enerji üretimi yapılabildiği için elde edilen enerjiyi anında tüketim dışında da kullanma ihtiyacımız vardır ve bu enerjiyi diğer bölgelere de taşımak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Türkiye arz-talebin daha da artacağı bir gelecekte depolamaya daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Enerji kayıplarının da yüksek olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda depolamak ayrıca bir önem teşkil etmektedir.
Elektrik ve ısıl enerji depolama, rüzgârdan elde edilen enerjiyi depo etmeye yarar. Bataryalar, pompa-hidro enerji depolama veya ısıl depolama tercih edilebilir. PDHES’ler vasıtasıyla depolama Dünya’da yükselişte olan bir yöntemdir. Ülkemizin enerjisinin yaklaşık beşte birinin HES’lerden karşılandığı ve bunun ancak belirli coğrafyalarda uygulandığı düşünülürse, depolamalı tesislerin önemi bir kez daha kavranmış olacaktır. Amerika Enerji Departmanı’nın küresel enerji depolama veri tabanı raporuna göre, Amerika’da enerji depolama alanında 300’ü aşkın proje yapım ve planlama aşamasındadır. Bu projelerin toplam depolama kapasitesi 29 GW civarındadır. Pompalanmış hidroelektrik santralleri bu büyüklüğün %96’sını oluşturmaktadır. Sıkıştırılmış hava, bataryalar ve volan enerji depolama sistemi kalan %4’ü oluşturmaktadır. Tüm dünyadaki enerji depolama kapasitesinin %99’u 150 GW kurulum ile pompalanmış hidro enerji depolama sistemlerinden oluşmaktadır [E. Özdemir vd., 2017].
Enerji depolamada daha verimli, kararlı ve güvenilir olması bakımında yerelleşmek önemlidir. Bölgesel depolama ve dağıtımdan bahsediyoruz. Bunu da akıllı şebekeler, veri yönetim ve kontrol sistemi, promüser, yenilenemeyen ve yenilenebilir enerji üretim ve tüketimlerinin ilk etapta birbirlerini destekledikleri (melez sistemler) sonra ihtiyaçla doğru orantılı bir şekilde YE’nin sistemde yoğunlaştığı bir enerji politikası ile sağlayabiliriz [Aspilsan, 2017][ İ. Dinçer ve M. Ezan, 2020][R. Aydın vd. 2020][ S. Yüksel ve Y. Topçu, 2019].
4. Sanayileşme, Kentleşme ve İnşaat Sektörü
Ülkemizde sanayi sektörünün gelişmesiyle birlikte kırsaldan kentlere gerçekleşen yoğun göç kentleşmenin ve inşaat sektörünün hız kazanmasına sebebiyet vermiştir. Hızla artan nüfusla beraber yaşanan yoğun kentleşme süreci çok ciddi problemleri beraberinde getirmiştir. Ülkemiz bugün bir rant ve beton cehennemine dönmüş durumdadır. Ülke ekonomisinde büyük pay sahibi olan ve insan hayatını yakından ilgilendiren inşaat sektörünü bu bağlamda incelemek elzemdir. Bu başlık altında sanayileşme, kentleşme ve inşaat sektörünün en öne çıkan sorunlarını ortaya koyup bu sorunlara çözüm önerilerimizi sunmaya çalıştık. Bunlar şu şekildedir;
Türkiye’deki şehirlerde yüksek çoğunluğunda yapılan şehir planlamalarına uyulduğu söylenemez. Son 20 yılda kentsel dönüşüm adı altında yürütülen inşaat politikaları ise amacından uzak rant ve betonlaşma projesi olarak ilerlemektedir. Şehirlerde izin verilen maksimum kat yüksekliği düşürülmeli, tarım arazilerinin imara açılması önlenmeli, şehirleri yeşillendirme projeleri başlatılmalı ve altyapı planları baştan yapılmalıdır. Yapı stoğundaki ömrünü doldurmuş olan yapılar yıkılarak yeni yapılacak planlamaya uygun şekilde tekrar inşa edilmeli veyahut o bölgeye bir daha inşaat yapılmasına izin verilmemelidir.
Kendi enerjisini üreten, bunu karbon salınımı yapmadan, enerjisini etkin kullanan bina ve şehir planlaması, atık yönetimi, iyi gelişmiş bir toplu taşıma ağı, tasarruf, akıllı şebeke, akıllı bina ve akıllı kent tasarımlarına önem vermek zorundayız. Daha az enerji tüketen, biyo-çeşitliliği ve tarım alanlarını koruyan, sosyal eşitliği temin eden, ulaşım, enerji, su tedariği, atık boşaltımı masraflarını azaltan, işgücü verimini arttıran kentler tasarlamamız gerekmektedir. OECD’nin ve AB’nin bunun için yaptığı çalışmalar takip edilebilir (Kompakt kent, Eko-Kent projeleri). Şehirlerin büyümesindense, yoğunlaşmasını teşvik eden projelerdir. Böylelikle ulaşım kolaylığı sağlaması beklenmektedir. Ancak, kompaktlığın arazi fiyatlarını yükseltebileceği, arazi vurgunculuğu yoluyla kentsel eşitsizlikleri arttırabileceği, şehir yoğunluğunu savunduğu için, şehir içi yeşil alanlarının yokolmasına sebebiyet verebileceği eleştirileri yapılmaktadır. Bu sebeple yürütülecek projelerin, iktisadi-toplumsal-çevresel olarak planlanması ve uygulanması gerekmektedir. Bu kentsel planlama modellerini uygularken sosyal kabul boyutu da es geçilmemelidir. Halkla birlikte, içiçe yürütülecek projelerden daha fazla verim alınacaktır. Temiz enerjiye geçişte yalnızca sanayi odaklı ilerleyemeyiz. Meselenin şehir, bina boyutunu da görmek gerekmektedir [N. Pınarcıoğlu ve A. Kanbak, 2020][Ç. Tuğaç, 2018].
Akıllı şebekeler güç kaynaklarının verimliliğini, sürekliliğini ve güvenirliliğini artırmak için bilgisayar destekli kontrol ve otomasyon sistemlerinden yararlanan elektrikli güç sistemleri olarak tanımlanabilir. Bunları oluştururken, kentlerin yenilenebilir enerji ile kurduğu ilişkilerinde sağlıklı olması gerekir. Kesintililik ve güvenilirlik problemi karşımıza çıkıyor. Bunu enerji depolama sistemleri ile kurulacak entegrasyon ile giderebiliriz. Akıllı şebeke kavramı enerjinin üretildiği yerde tüketilmesini anlatır. Kısa ya da uzun süreli güç sağlanması, YEK kaynaklarına bağlanabilme, arbitraj (ara kazanç), güç kalitesinin yükseltilmesi, yardımcı hizmetler; dönen rezerv, gerilim regülasyonu, frekans cevabı, yük akışı, yük tesviye ve tepe tıraşlama, enerjinin zaman kaydırması ve güvenilirlik EDS’ler ile akıllı şebekeleri birleştirdiğimizde elde edeceklerimizdir [E. Özdemir vd., 2017].
Türkiye’deki yapı stoğunda bulunan depreme dayanıksız yapılar ülke bekası için çok ciddi bir risk oluşturmakta. İBB ve AFAD verilerine göre sadece İstanbul’da 7,5 büyüklüğünde gerçekleşecek olası bir depremde 50 bin binanın yıkılacağı, 251 bin binanın ise ağır hasar alacağı ön görülüyor. Bu rakamlar ise milyonlarca insanımızın saniyeler içinde can vermesi demektir. Türkiye’nin ise böyle bir yıkıma yetişmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da acil olarak bir deprem planı çıkartılarak kentsel dönüşüme gidilmelidir. Yapı envanteri oluşturulmalı, ağır hasar göreceği veya yıkılacağı öngörülen yapılar yıkılmalı ve yeni bir şehir planlaması yapılmalıdır. Afet toplanma alanları yeniden planlanmalı ve halk deprem konusunda bilinçlendirilmelidir. Ülkemiz mega projelerle bir rant bataklığına sürüklenmemeli, bunun yerine korkunç sonuçlar doğuracak olan deprem afetine karşı gerekli önlemler alınmalıdır. Bu önlemler alınırken “Fikirtepe” örneğinde olduğu gibi bir rant ve beton cehennemi oluşturulmamasına dikkat edilmelidir. İstanbul’da yaklaşık 7-7.5 büyüklüğünde gerçekleşecek bir deprem, eğer gerekli önlemler alınmaz ise hem devlet açısından hem de vatandaş açısından telafisi imkansız sonuçlar doğuracaktır.
Rant her alanda Türkiye’nin kanayan yarasıdır. Bu bataklığın içinde öne çıkan sektörlerden birisi hiç şüphesiz inşaat sektörüdür. Türkiye acil olarak çarpık kentleşmeye ve betonlaşmaya dur demeli, Kamu İhale Kanunu baştan düzenlenmeli, yolsuzluk ve rüşvet suçlarına verilen cezalar ağırlaştırılarak durumun önüne geçilmelidir. Ülkemizin en büyük illerinde büyük bir çarpık kentleşme sorunu varken “Kanal İstanbul” gibi maliyetli ve faydaları tartışılır projeler yeniden değerlendirilmelidir. “Kısaca Kanal İstanbul” projesinide değerlendirmek gerekirse;
Kanal İstanbul temelde Karadeniz ve Marmarayı bağlayan Küçükçekmece Gölü, Sazlıdere Barajı ve Terkos doğusunu takip eden istikamette yapılması planlanan yapay su yoludur. Projenin boyutları kamuoyuna ilk sunulduğu zamandan farklı olarak Kanal İstanbul projesinin resmi internet sitesinde; boyu 45 km, eni yüzeyde 360m tabanda 275 m ve derinliği 20.75m olarak belirtilen bir yamuk (geometrik şekil olarak) şeklindedir.
Amaç olarak İstanbul Boğazı’nın günümüzdeki gemilerin boyutları düşünüldüğünde gemi geçişi için güvenli olmadığı, tanker ve kimyasal madde taşıyan gemilerin boğazda tehlike yarattığı gerekçesiyle yeni bir su yolunun açılması gerektiği düşünülüyor. Gemilerin boğazda sıra beklemesi ve zaman kaybetmesi Kanal İstanbul’un açılmak istenme sebeplerinden. Kanal İstanbul’un İstanbul Boğazının yükünü hafifleteceği ve tehlike arz eden gemilerin Kanal İstanbul’dan geçmelerinin sağlanacağı ifade ediliyor.
Ancak bu durumun tam aksine İstanbul Kanalının boyutları üstte 360 m, altta 275 m ve derinliği 20.75 m olan bir yamuk olarak verilmiştir. Kanaldan geçirilmesi öngörülen gemiler başlıca; akaryakıt tankerleri ve konteynır gemileri olarak 2 sınıfa ayrılmıştır. Akaryakıt tankerlerinin yükü 145 000 DWT için seçilmiştir. Bu tankerlerin boyu 275 m, eni 48 m, su çekimi 17,2 m olarak verilmiştir. Kanaldan geçirilebilecek en büyük konteynır gemileri 120 000 DWT yük boyutunda olup, bunların boyu 340 m, eni 48,2 m, su çekimi 15 m olarak verilmiştir. Karadeniz-Marmara Denizi kanalından geçecek su debisinin 600-800 m³/sn olacağı tahmin edilmektedir.Verilen ölçülerdeki bir kanal için bu akış hızında, bu boyuttaki gemilerin idaresi mümkün değildir. Gemilerin eni 48 m olup, kanalın kavisine göre gemi dönerken kanal ile beton arasında 100-115 m’lik mesafe kalacağı belirtiliyor. Bu koşullar altında yüksek hızla akan su gemiyi sürükler ve beton kenara sürtünmesine veya bindirmesine sebep olabilir. Bu durumda ya geminin sacı yırtılır ya da kanal betonu kırılır. Her iki durum da bir çok açıdan felakettir.
Karadeniz ve Marmara’yı birbirine bağlayan İstanbul Boğazının en büyük özelliği tabakalı yapısıdır. Kanal İstanbul’un da aslında İstanbul boğazının ufak bir kopyası olarak aynı özellliği gösterilmesi bekleniyor. Bu tabakalı özellik üst ve alt tabaka farklı hız, yoğunluk ve sıcaklıktır. İstanbul Boğazı genellikle iki tabakalı bir akım yapısı davranışı sergilemektedir. Bunlar: Karadeniz’den Marmara Denizi’ne doğru güney yönündeki üst tabaka akımı ve tersi yöndeki alt tabaka akımıdır. Karadeniz Marmara Denizi’ne göre beslenmesi (yağış ve tatlı su girişi) fazla, buharlaşması az olan bir denizdir. Meydana gelen su fazlalığı İstanbul Boğazı’ndaki üst tabaka akımını meydana getiren esas mekanizmadır. Bu şartlar altında boyutlar ve çevresel faktörler de düşünüldüğünde çoğu bilim insanına göre kanaldan geçişin boğazdan geçişe göre daha tehlikeli olacağı öngörülüyor.
Yukarıdaki verilerde de belirtmiş olduğumuz üzere, olası bir İstanbul depremi için gerekli kaynakları ayırıp önlem almak yerine “Kanal İstanbul” projesi gibi böylesine tartışmaya açık bir alana milyarlarca lira akıtmak, hem kitlesel bir katliam hem de ülke ekonomisine vurulmuş büyük bir darbe olacaktır.
Yapı denetim firmalarının denetlemeleri sağlıklı ve denetlenebilir bir hale getirilmelidir. Denetim sorumluluğu Yapı Denetim Firmalarına devredildiği için Belediyeler ağırlıklı olarak yapıların imar yönetmeliklerine uygunluğunu denetlemektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yapı denetim firmaları üzerindeki denetimi yetersiz kalmaktadır. İnşaat sonunda inşaat sürecini denetleyen denetim firmalarının dışında belediye, bakanlık ve başka yapı denetim firma mühendislerinden oluşan mühendislerden oluşacak geçici kabul heyeti gibi bir heyet tekrar denetlemeli, standartlara uymayan yapılarla ilgili müteahhitlere ve denetim firmalarına caydırıcı yaptırımlar uygulanmalıdır. Bununla beraber yapı denetim firmaları da yüksek denetime tabi tutulmalıdır.
Şantiye şefliği Türkiye’de uzun yıllardır asla tam olarak uygulanamamasıyla ciddi bir problem oluşturmaktadır. Sektörle az çok alakası olan herkes, küçük ölçekli şantiyelerde şantiye şefinin yalnızca bir “imza merci” olduğunu bilmektedir. Gerçek bir mühendislik denetiminde inşa edilmeyen yapılar özellikle deprem bölgelerinde ciddi riskler doğurmakta ve bunun yanında inşaat mühendisliği mesleğinin itibarını büyük oranda zedelemektedir. Şantiye şefliğinin yetki ve sorumlulukları arttırılarak denetime tabi tutulmalıdır. Şantiye şefliği ücreti için alt sınır getirilmeli, şantiye şefliği sözleşmeleri ve yatırılan ücretler bakanlıkça incelenmeli ve inşaat sektörü genelinde şantiye şeflerinin itibarı yeniden tesis edilmelidir.
Türkiye’de inşaat sektöründe müteahhitlik için gerekli olan şartlar ağırlaştırılmalı, böylece sektörde tecrübesi olmayan kişilerin faaliyet göstermesinin önüne geçilmelidir. Böylece 400 binden fazla olan müteahhit firma sayısı azaltılmalıdır. Müteahhitlere periyodik olarak mesleki eğitim şartı getirilmeli, müteahhitlerin daha sıkı denetlenmesi amacıyla yapı denetim firmalarına daha fazla yetki ve sorumluluk verilmelidir.
Yapı bilgi modellemesi dünyada çok hızlı şekilde ilerleyen inovatif bir yazılım modelidir. Özellikle son 10 yılda gelişmiş ülkelerde kullanımı önemli ölçüde artan YBM, planlamadan estetiğe, yapı güvenliğinden maliyete kadar birçok alanda inşaat projelerine yüksek avantaj ve kolaylık sağlamaktadır. Ayrıca inşaat sürecinin YBM ile yönetilmesi inşaatın denetiminin daha sağlıklı yapılabilmesine yardımcı olacaktır. Bu noktada Türk inşaat firmalarının yurt dışında rekabeti kaybetmemesi ve ülke içinde daha başarılı projeler ortaya koyması, firmaların bu yeniliği gerçek anlamda yakalamasıyla mümkündür.
5. Bilişim Teknolojileri
5.1. Dünyada ve Ülkemizde Yazılım Sektörüne Genel Bakış
Yazılım, elektronik cihazların belirli bir işi yapmasını sağlayan programların tümüne verilen isimdir. Bir başka deyişle var olan bir problemi çözmek amacıyla bilgisayar dili kullanılarak oluşturulmuş anlamlı ifadeler bütünüdür. Yazılımı teknolojinin olduğu her alanda örneğin; makinelerin ya da robotların altyapısını oluşturduğunu görürüz. Türkiye peki bu sektörün neresindedir? Dünya genelinde ülkeler, yazılım ihraç gücü bakımından 4 katmanlı bir sınıflandırmayla ayrılmıştır. OECD ve 3I (India, Israel, Ireland) ülkeleri birinci katmanı oluşturmaktadır. İkinci katmanda ise sadece Rusya ve Çin bulunmaktadır. Üçüncü katmanda ise Brezilya, Meksika, Romanya, Filipinler, Kore gibi yazılım alanında ciddi atılımlar yapmış olan veya bunun hazırlığı içinde olan ülkeler bulunmaktadır. Dördüncü ve son katmanda ise Küba, Mısır, Endonezya, Vietnam gibi yazılım atılımlarında henüz yolun başında olan ülkeler yer almaktadır. Bu katmandaki ülkelerde yazılım firmaları küçük veya orta ölçekli, pazarlar yetersiz ve piyasa yabancı sermayeye doymamış konumdadır. Türkiye 4. katman içerisinde gösterilmektedir. Ancak savunma sanayindeki atılımlar neticesinde bu sıralamada daha yukarılarda yer bulacağımız tartışmasızdır.
Son yüzyıldaki teknolojik gelişmeler insanlığın onbinlerce yılda kat ettiği gelişmelerin çok ötesine geçmiştir. Bazı ülkelerin ve şirketlerin teknolojiye daha iyi uyum sağlayarak küresel anlamda işin tekelleşmesine ve belirli markaların sektöre hükmetmesine neden olmuştur. Yazılım diğer adıyla kodlama, Hindistan gibi ülkelerde yıllar içinde ciddi atılım yapmış ve gözle görülür şekilde gelişmiştir. Kalabalık nüfus, kısıtlı tarıma dayalı sanayi gücü olsa da dünya şirketleri arasında yükselen konumdadır. Dünyanın en iyi 10 IT (Information Technologies) şirketi sıralamasında da Hindistan’ın da bir şirketi yer almaktadır.
5.2. Milli yazılım neden önemli?Sanayi casusluğu, siber istihbarat ve kamu kurumlarının, sanayi işletmelerinin ihtiyaç duyduğu yazılım, devletin bu alanda yatırım yapmasını sağlamıştır. Türkiye’de özellikle kamu kurumlarında yazılımlar yerli olmayan şirketlerden geldiği için çok önemli olan bazı bilgilerin saklanması durumu zorlaştırmaktadır.
Küreselleşmeyle beraber gerek ulusal gerek uluslararası pazarda rekabet üstünlüğü elde edilmesi tüketicilerin artan ve giderek sınırsızlaşan ihtiyaç ve isteklerinin etkin bir şekilde karşılanmasına bağlı olmaktadır. Bu doğrultuda çalışan sanayi işletmeleri, rekabet üstünlüğünü sağlamak için bilişim teknolojilerinden yararlanırlar. Bilişim Teknolojileri arayıcılığıyla üretim süreci sonucunda ürettikleri ürünlerin kalitesini artırmak ve maliyetini düşürmek gibi stratejiler uygularlar. Ayrıca bu teknoloji sayesinde ürünlerin tasarımına özgün niteliler kazandırarak ürün farklılığı sağlanır.Teknolojiyi kullanmak ve hızına yetişmek sanayi işletmeleri için artık bir seçenek olmaktan çıkmış, zorunluluk olmuştur.
Bilgi çağı olan XXI. Yüzyılda ülkemiz ekonomisinde de büyük öneme sahip sanayi işletmelerinde, bilginin stratejik bir kaynak olduğunu görüyoruz. BT kullanan mühendisler ve daha sonrasında bu bilgilerini aktarabilecek çalışanlar sanayi sektöründe temel ihraçlarından olmuştur. Teknolojin hızla demode olması riski ise stratejik olmayan alanlarda bilişim teknolojisini satın almak yerine finansal kiralamalar yolu ile temin edilmesi suretiyle aşılabilir.
Günümüz şirketleri dijital verileri en değerli varlık olarak görmekteler. Endüstride veri bilimi ürün kalitesini iyileştirme, israfı azaltma, enerji tasarrufu, tüketim ve pazar araştırmaları gibi amaçlarla kullanılmaktadır. İşletmelerde ortaya çıkan sorunları anlamak ve çözmek için bilgisayar bilimleri, istatistik gibi disiplinler kullanılır. Veri bilimi de verinin toplanması, entegrasyonu, analiz edilmesi ve sonuçların aksiyomla dönüşmesi aşamalarını izler. Veri bilimi ile hayatımıza giren bir diğer terimler ise makine öğrenmesi ve derin öğrenme konularıdır. Bu yöntemler yapay zekâ uygulamaları içerisinde veri madenciliği, bilgisayarlı görü, konuşma, tanıma, robot kontrol gibi alanlarda yaygın olarak kullanılıyor. Endüstride ise yoğun veri akşının bulunduğu müşteri ilişkileri, satış pazarlama ve finansal süreçlerde kullanılır.
4. Endüstri Devriminin hemen sonrası oluşan büyük boşluğun nedeni; iş liderlerinin veri bilimi hakkında bilgi ve tecrübelerinin yetersiz olmasıdır. Yani henüz emekleme çağı yaşanırken yazılım, veri bilimi üzerinde çevik davranabilmemiz durumunda ülkemiz rakipleri karşısında oldukça avantajlı bir konuma geçecektir. Tarımsal dönemde toprak, endüstriyel dönemde demir ne ise bilgi çağında veri odur. Tüm bu bilgiler ışığında Veri güvenliğinden bahsetmemek olmaz elbette.
5.3. Veri Güvenliği: Teknolojinin önü alınmaz ilerleyişine ayak uydurmaya çalıştığımız bugünlerde elbette güvenliğimize ve çıkarlarımızı gözetmek durumundayız. Bu sebeple, veri etiği ve güvenliği hususunda birtakım fikirlerin geniş kitleler nezdinde bilinmesi ihtiyacı vardır.
Bilginin güç olduğundan hareketle, internet ve bağlı teknolojilerdeki gelişmeler veri biliminde de bir füzyon etkisi yaratmış, veri toplama, paylaşma, analiz ve tahminde bulunma, verilerin ve çıkarımların görselleştirilmesindeki yaygın kullanım olanağı bulmuştur. Bunların yanı sıra büyük veri, bulut teknolojileri gibi yeni bir takım kavramlar somut hale gelerek devletler ve şirketler için daha analitik karar destek enstrümanları haline gelerek ekonomiden, planlamaya birçok alanda başvuru mercii haline gelmiştir.
Sanal alemde dolaşımdaki milyarlarca veri her an “çalınabilir” durumdadır. Tüm bu tehlikelere rağmen Ülkemiz ölçeğinde veri güvenliği ile alakalı gerekli önlemlerin henüz yeterince alındığı söylenemez. Stuxnet’in İran nükleer programına verdiği milyarlarca dolarlık zarar, mobil cihazlara erişebilen Pegasus Casus Yazılımı ya da G20 toplantılarında dağıtılan USB belleklerdeki casus yazılımlar sanal ortamın istihbarat servisleri için önemini kanıtlayan önemlli örneklerdendir. Veri hırsızlığı aynı zamanda şirketlerin de gündemindedir ve çeşitli hukuksal manipülasyonlar ile yasallaştırılmaktadır. 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ile bu alandaki bir boşluk doldurulmasına karşın henüz altyapısal düzenleme ve önlemlerin yeterince karşılandığı söylenemez. Veri hırsızlığına öngörülen ceza kesinkes verinin türü ve değerine bakılmaksızın ağır hapis cezası olmalıdı.
Veri hırsızlığının erken tespiti büyük önem arz etmektedir.
Veri güvenliği temelde üç unsuru hedeflemektedir:
- Gizlilik,
- Bütünlük,
- Kullanılabilirlik.
Gizlilik: Bilginin yetkisiz kişilerce açığa çıkarılmasının engellenmesidir.
Bütünlük: Bilginin yetkisiz kişilerce değiştirilmesi, silinmesi ya da herhangi bir şekilde tahrip edilmesi tehditlerine karşı içeriğinin korunmasıdır.
Kullanılabilirlik: Bilginin yetkili kişiler tarafından her ihtiyaç duyulduğunda kullanıma hazır durumda olması anlamına gelmektedir. Herhangi bir sorunun meydana gelmesi durumunda bile bilginin erişilebilir olması kullanılabilirlik gereğinin bir gereğidir. Bu erişim kullanıcının hakları çerçevesinde olmalıdır.
Bu hususla ilgili olarak yapılabilecekler aşağıda maddeler halinde tavsiye olunmuştur:
- Hızla Dijitalleşen toplumumuzun farklı katmanları üzerinde veri hırsızlığı nedir ve nasıl önlenir başlıklı bilgilendirme seminerleri ve eğitimler düzenlenmeli, farkındalık çalışmaları yapılmalıdır.
- Kişisel verilerin güvenliği ile alakalı politika ve süreçlerin daha kapsamlı içeriklerle acil olarak düzenlenmesi gerekmektedir.
- Sektörde çalışan bireylerin mülakatlara ve devamında habersiz olarak siber saldırılara karşı denetlenmesi, sınavlara tabii tutulması faydalı olacaktır.
- Devlet organlarının kullandığı yazılım ve donanımların millileştirilmesine yönelinmesi ve ağ güvenliğinin stratejik derinlik arz eden bir konu olduğunun kamu yönetim erklerince takdir görmesi gerekmektedir.
6. Mesleki ve Teknik Eğitim
Günümüzde Mühendislik fakultelerinde uygulanan eğitim sistemi hem sektör temsilcilerince hem de öğrenci ve akademisyenler tarafından birçok eleştriye maruz kalmaktadır.
İrdelediğimiz zaman Ülkemiz genelinde sorun teşkil eden başlıca konular; Uygulamalı eğitimin yetersiz kaldığı daha çok teorik düzlemde bir eğitim sisteminin yaygın oluşu, öğrencilerin sektörel beklentileri karşılayacak düzeyde yeterli teknik bilgiyle donatılmadan mezun olması, öğrencilerin yeterli düzeyde ya da teknik yeterlikte yabancı dil bilmemesi, üniversiteler ile sektörel işbirliğinin arzu edilen düzeyde olmaması, mesleki ve teknik eğitim veren kurumların ülke ihtiyacının üstünde ya da altında öğrenci yetiştirmesi ve bu alanda merkezi bir politika eksikliği olarak başlıklandırılabilir.
Mesleki ve teknik eğitim alanındaki sorunlarımıza yönelik çözüm beklentilerimiz ise aşağıda özetlenmektedir.
Mesleki eğitimin verilmesinde bir dönem olduğu gibi işyerlerinin de daha aktif hale getirilmesi, sanayi ve üniversite işbirliklerinin daha kuvvetli bir zemine kavuşturulması düşünülmelidir. Böylelikle İntern (Dahili stajyer) Mühendislik gibi kavramların da artık bir seçenek olarak değerlendirilmesi de gerekmektedir. Yine benzer şekilde özellikle Avrupa ülkelerinde tercih edilen Senior-Junior (Usta-Çaylak/Çırak) benzeri bir model de yeni mezunlar için yetkinlik seviyesinin kazandırılmasında önemli bir rol oynayabilir.
Teorik eğitimin yerine deneysel pratik yaklaşımların daha fazla öğrencilerle buluşturulması ve öğrencilere proje bazlı deneyimlerin kazandırılmasına yönelmek gerekmektedir. Bu durum mühendislik gibi teknik detaylar barındıran bir alanda daha fazla avantaj sağlayacaktır. Laboratuvar ve atöyle çalışmalarıyla desteklenmeyen eğitim sürecinin, yarının mühendislik yapıları için bir tehdit olduğunun farkına varılmalıdır. Bu nedenle gerçekçi gelecek projeksiyonları ile ülke ihtiyacı kadar mühendis ve teknik eleman yetiştirilmesi planlanmalıdır.
Diğer taraftan e-öğrenme platformları gibi kendi kendine öğrenme ve diğer sertifikalı uzaktan öğrenme programlarının diğer branşlarda da yaygınlaştırılması daha çevik bir şekilde yol almak için bir çözüm olarak görülebilir.
Bir diğer husus da; üniversite mezuniyet yaşının planlı bir şekilde daha erkene çekilmesi gerekmektedir. Bu konunun sosyolojik ekonomik bazı temelleri bulunmaktadır. Öyle ki; büyümenin süreğenliği için ülke genelinde aktif nüfusun oranın bir trend halinde artıyor olması gerekmektedir. Ancak daha önce bahsedilen iç göç olgusunun da sonucu olarak ekonomik ya da sosyolojik temelli olsun veya olmasın Ülkemizdeki doğum oranlarında radikal bir yavaşlama görülmektedir. Birkaç nesil önce evlenme ve çocuk sahibi olma yaş ve oranları daha farklı iken günümüzde gelecek için olumsuz bir tablo ortaya çıkmıştır. Üstelik aile başına ortalama çocuk sayısında da düşme söz konusudur.
Aktif nüfusun daha uzun süre hizmet vermesi anlamına da gelen bu durum ilk bakışta gençlerimizin Avrupa ve Amerika’daki yaşıtlarına oranla daha erken çalışma hayatına atılması gibi algılanabilir ancak ulusal anlamda kat etmemiz gereken yolun uzunluğu düşünüldüğünde bunun geçerli bir sav olduğu da takdir edilecektir. Sonuçta AB ve ABD gençliği bir anlamda sömürgeci babalarının parasını tüketen evlatlara benzetilebilir. Ülke kalkınması ve refahı için tüm bu faydalar ele alındığında genç nüfusun çalışma hayatına katılımı orta öğretimin daha kompakt bir biçeme sokulması yolu ile sağlanabilir.
Mesleki Eğitimde Yabancı Dilin Yeri
Teknoloji üreten ve dünya için trendleri belirleyen bir konuma gelebilmek için öncelikle, gelişmiş ülkelerin birikimlerinin anlaşılması ve özümsenmesi gerektiğinden yabancı dillerideki bilimsel yayınları anlayacak düzeyde mesleki yabancı dil öğretimine gerek duyulmaktadır. Ancak günümüz Türkiye’sindeki üniversitelerin mühendislik eğitimi veren fakültelerine baktığımızda; hazırlık eğitimi dahi bulunmayan bölümlere rastlanmaktadır. Akademik araştırmalar yapan ya da ciddi bir sorun çözümü için araştırmalar yapan her mühendisin farkedeceği gibi teknik alanlarda Türkçe kaynaklar yetersizdir. Ancak bunun yanı sıra literature giren yeni kavramların Türkçe karşılıklarının da aynı hızla yerleştirilerek, ülkemiz bilim ve teknik çevrelerinde yaygınlaştırılması sorumluluğu vardır. Türk dilinin ileride bilim dilleri arasına girmesi, yalnız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir özlemi değil dil ve soy birliğimizin olduğu diğer Türk Devletlerinin yurttaşlarının da beklediği bir yöneliştir. Günün birinde bilim ve teknoloji alanında ülkemizi lokomotif konuma getirebilmek noktasında, fikrimizce başlanacak ilk adım ise hazırlık eğitimin daha dikkatli ve önemsenerek verilmesi ve Türk Dilinin de beraberinde zenginleştirilmesinin gerektiğidir.
7. İş Sağlığı ve Güvenliği
10 yıllık süreçte Ülkemiz son İş Sağlığı ve Güvenliği alanında ciddi mesafeler kat etmesine rağmen 4857 sayılı İş Yasası; İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili uluslararası sözleşme, standart, normlar dikkate alarak yenilenmelidir. İş Güvenliği Mühendisliği kavramı, yeni bir yönetmelikle yeniden tanımlanmalı, 50’den fazla işçi çalıştıran sanayi işletmelerinde “tam zamanlı” İş Güvenliği Mühendisi çalıştırılması zorunlu hale getirilmelidir. İş Güvenliği Mühendisleri ücret yönünden işverene bağlı olmamalıdır. İş güvenliği mühendisi, işyeri hekimi, işyeri sağlık memuru ve hemşirelerin mesleki bağımsızlıkları sağlanmalıdır. İSG hizmetlerinin kamusal bir hizmet olarak algılanması sağlanmalıdır. Çalışma koşulları arasındaki nedensel ilişkileri araştıracak bilimsel kurumlar oluşturulmalı, eğitim kurumları bu konuda özendirilmelidir. Orta öğretimden başlanarak eğitim ve öğretim müfredatı, İSG’yi de içerecek şekilde yeniden düzenlenmeli, bütün okullarda İSG eğitimi yapılmalı, üniversitelerin ilgili fakültelerinde İSG kürsüleri kurulmalıdır. Sigortasız, sendikasız çalıştırma önlenerek bu alanda ekonomik anlamdaki kayıt dışılığın önüne geçilmelidir.
Meslek hastalıklarına ilişkin çalışmalar geliştirilmeli, meslek hastalıkları hastaneleri işlevine uygun olarak yapılandırılarak yaygınlaştırılmalıdır. Silikozis örneğinden ders çıkarılmalı, meslek hastalıklarıyla ilgili kamusal bir eylem planı uygulanmalıdır. İş kazası araştırmaları gerçekçi ve güvenilir olmalıdır. İşyerlerinde kaza ve meslek hastalıklarına ait bilgiler bir veri tabanında toplanmalıdır. İşçi ve toplum sağlığı, bireylerin pirim ödeme gücüne adaletsizce yüklenmeyecek bir biçimde genel bütçeden finanse edilmeli, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri geliştirilmelidir. Devletçi, Halkçı ve Milli yaklaşımlar bu başlık için de temel hareket noktası kabul edilmedir.
8. Sonuç ve Değerlendirmeler
Son yıllarda Kemalist politikalara olan ihtiyaç Ülkemiz ve Dünya’da giderek artan bir şekilde kendini hissettirmektedir. Ezilen Uluslar için bir timsal olan Türk Kurtuluşu ve Devrimleri emperyal Dünyanın gelecek planlarını revize etmesine neden olmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki hareket Türk Ulusu kadar diğer uluslar için de bir kalkınma modeli ortaya koymuştur. İktisat kuramcısı J.Maynard Keynes teori ile uğraşırken, Kemalist Kalkınma Modeli tüm imkânsızlıklara rağmen çoktan pratiğe geçmişti. Girişilen bu hamleler Gazi’nin zamansız ölümü ve İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile gerilemiş ve karşı devrimler ile tüm Ülke’yi yeniden bocalama dönemlerine sokmuştu. Atatürk İlkeleri ve Devrimlerin halk tarafından yeterince özümsenebilmesi için yeterli zamanın olmaması, Ülkenin asli rotasından saparak emperyalist odakların dümen suyuna kırması ile sonuçlanmıştı. Yıllar içerisinde neoliberal sözümona aydınlar, siyasal İslamcı ve etnik ayrılıkçı çeşitli grupların öncülüğünde, aldıkları dış desteğin de bir yansıması olarak, Kemalizm felsefesi erozyona uğratılarak adeta Türk Ulusunun hafızasından silinmeye çalışılmıştır.
Bugün ise küresel salgın ve Dünya genelindeki gelişmeler neticesinde, en çok da ekonomik ve askeri olarak tekrar boyunduruğa alınmaya çalışıldığımız bu zorluklar döneminde içi boşaltılmaya çalışılan Kemalizm’i yeniden keşfetmek ve yaygınlaştırmak için uygun koşullar oluşmuş durumdadır. Bu nedenle, yeni nesillere Atatürk’ü; hayatını ortaya koyduğu davasının ve kuramlarının en doğru kaynağından tanıtılması ödevini bizlere yüklemektedir.
Elinizdeki metin ekonomik ve askeri kimi hamleler ile Ulusumuzun sıkıştırılmaya çalışıldığı bu dönemde Kemalist bakış açısının sorunlarımıza çözümleri içeren tahlil ve reçeteler barındırmaktadır. Atatürk ilkelerinin daha çok neoliberal çevrelerce dayatıldığı gibi âtıl düşünceler olmadığını ve tüm itibarsızlaştırma çabalarına karşın günümüz koşullarında da kurtuluşa giden biricik yol olduğunu somutlama ve Türk yurdunda yaygınlaştırması amacıyla hazırlanmıştır.
KAYNAKÇA
Ağıralioğlu, N., (2020). “Türkiye’de Enerji ve Politikaları”, Takvim-Vekayi, 8(2), s.166-198
Uyanık, S., (2018), “Uluslarası Yankılarıyla Enerji Politikalarında Bir Sürdürülebilirlik Deneyimi: Almanya ve Yenilenebilir Enerji”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, cilt:17, 68, 1570-1584
Uzun ve Arslan, (2018), “Termik Santral Projelerinin Sosyal Kabul Boyutu: Paşaköy Termik Santrali Örneği”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21(40), 27-52
TMMOB, (2019). ‘’Akkuyu Nükleer Güç Santrali Güncel Durum Raporu’’
Yörükoğulları, E. vd., (2015),’’Yenilenebilir Enerji Kaynakları’’, Anadolu Üniversitesi, yayın no:2927, 2-25.
Kılkış, B., (2019), “Güneş ve Rüzgâr Enerjisinden üretilen Güç ve Isının Yapılı Çevrede Ekserji-Akılcı Paylaşımı”, MMO
Öztürk, C., (2020), “Güneş Enerji Sistemlerinde Verim Analizi ve Enerji Kayıplarının Tespiti”, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Çevre Bilimleri ve Enerji Yönetimleri, Yüksek Lisans Tezi.
Koç, Ü. ve Apaydın, Ş. (2020), “İktisadi Büyüme ve Rüzgâr Enerjisi: Seçilmiş G-20 Ülkeleri İçin Bir Analiz”, Fiscaoeconomia, 4(3), 595-612
Y. Desmedt, Y., (2011), “Man-in-the-Middle Attack”, Encyclopedia of Cryptography and Security,
Güleş H.K., (2002), “Sanayi İşletmelerinde Bilişim Sistemleri Kullanımı: Sorunlar, Beklentiler ve Çözüm Önerileri”, SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomi Araştırmalar Dergisi.
Turhan S., Avunduk, H., Doğu E., ve Özler C., () “Endüstride Veri Bilimi Ve Veri Odaklı Organizasyon: Teknikler Ve Başarılı Uygulamaların Esasları”
Akman, M., Genç, Y. ve Ankaralı, H. (2011) Random Forests Yöntemi ve Sağlık Alanında Bir Uygulama, Türkiye Klinikleri Biyoistatistik Dergisi, Vol. 3; 36–48.
Kantarcı, M. D. (2019); 21 soru ve yanıtları ile İstanbul Kanalı.Bilim ve Gelecek Dergisi sayı 191 Ocak 2019 (29.12.2019) (Sh. 40-49). Kadıköy-İstanbul.
Öztürk, M., ve Yüksel Y., (2011) “İstanbul Boğazı Akımının Sayısal Modellenmesi Ve Modelin Genetik Algoritmalar Yöntemi İle Kalibrasyonu”, 7. Kıyı Mühendisliği Sempozyumu, 341.
Akman, M.A., (2016), “Kanal İstanbul’un Hidrolik Modellemesi”,Yüksek İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans tezi.
Özdemir E., (2017), ‘’Akıllı şebekelerde enerji depolama uygulamalarının önündeki fırsatlar ve karşılaşılan zorluklar’’, Journal of the Faculty of Engineering and Architecture of Gazi University, 32(2), s. 499-506
Pınarcıoğlu N., Kanbak A., (2020), ‘’Sürdürülebilir Kent Modelleri’’, IJOPEC Publication Limited, sayı:25
Tuğaç Ç., (2018), ‘’Türkiye için İklim Değişikliğine Dayanıklı Kentsel Planlama Modeli Önerisi: Eko-Kompakt Kentler’’, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 32(4), s.1047-1068
Bağlantılar
- https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/ders/sanayi_cografyasi/index.html
- https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Survey-on-Information-and-Communication-Technology-(ICT)-Usage-in-Enterprises-2020-33677
- 29. Madde Avrupa Veri Koruma Grubu, Advice paper on special categories of data (“sensitive data”), Avrupa Birliği, (https://ec.europa.eu/justice/article-29/documentation/other-document/files/2011/2011_04_20_letter_artwp_mme_le_bail_directive_9546ec_annex1_en.pdf) adresinden erişildi.
- British Standart,Data protection – Specification for a personal information management system (https://www.itgovernance.co.uk/bs10012_pims)
- Gıdada çifte standart internet haberi (https://www.haberler.com/uluslararasi-sirketlerden-gidada-cifte-standart-12144311-haberi/ , 12.12.2021, 05:50)
- TOB Endüstriyel Kenevir Gerçeği Paneli Kitapçığı
(https://arastirma.tarimorman.gov.tr/ktae/Link/18/Endustriyel-Kenevir-Gercegi-Paneli, 12.12.2021, 06:07)
Similar Posts:
- Onur Erülker Yazdı: “CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAKİ EKONOMİK KAZANIMLAR”
- Feridun Öncel Yazdı: “PSİKOLOJİ ALTINDA CORONA VİRÜSÜN SANAYİ ÖĞRETİLERİ”
- TÜRKİYE’DE SANDIK GÜVENLİĞİ MESELESİ
- Prof. Dr. İbrahim Kaya Yazdı: “9 Eylül 1922 ve Bugün: Batı Emperyalizminin ve Doğu Despotizminin Ötesinde!”
- KENDİ ELİYLE AĞAÇ DİKEN ATATÜRK’E İHANET EDENLER
Detaylı bir içerik olmuş. Üstelik de akıcı. Teşekkürler