Neoliberalizmin Solu: Geç Kalmış Bir Eleştiri
Bilinen Hikâye: Yönetici sınıf sadece devlet aygıtını ele geçirerek yönetmez. Aynı zamanda toplum katında aktif ve pasif rıza oluşturması gerekir. Ülkemizde bu durum sıklıkla politik propaganda başarısı olarak ele alınmış, “muhalif” ve sol saflarda tutunduğu noktalar yeterince incelenmemiştir. İktidarın muhalifleri baskılama ve devlet aygıtındaki yerini sağlamlaştırma süreci ile Türk kapitalizminin kayırmacı boyutunun eklemlenmesi dahi yeterince ele alınmazken 2010 kırılması çevresindeki “Çözüm Süreci”, HDP’nin iktidar ile her türlü işbirliğine açık olması, terör ve kuyrukçuluk bağlamında ele alınmakta; neoliberal yağmaya Türk solunda oluşan pasif rıza boyutu ıskalanmaktadır.
Bugünden geriye bakınca özelleştirmeler son derece sıradan ve toplumda muhalefet görmeyen olgular olarak görünmekte, toplumsal muhalefet yok gibi gelmektedir. Emperyalizm olgusu tamamen unutulmuş, boş bir slogana dönüşmüştür. -ABD silahları ile solculuk oynayan “Marksistler” varken normal.- Oysaki AKP iktidarı geldiğinde küreselleşme dalgası Türkiye’yi henüz boğmamıştı ve Kemalistler, Cumhuriyet mitinglerinde anti-emperyalist, AB/ABD’de karşıtı sloganlar atmaktaydı. Türk solunda doğrudan Marksist olan sayısı az olsa da Kemalistlerle birlikte özelleştirme ve emperyalizm karşıtı bilinç canlı durmaktadır. Tekel işçilerinin günlerce süren eylemleri ile şeker fabrikalarının satılması arasında geçen zamanda muhalefetin zayıflaması cisimleşmektedir.
Geçerken söyleyelim, kurumsallığın ve devlet gücünün zayıf olduğu yerde neoliberal reformların (!) kayırmacılığa yol açması hiç de beklenmeyecek bir şey değildir. Biraz namus sahibi liberaller bile bunu dile getirmektedir (1), Türkiye’de yaşanan süreç tarihin acı bir tekrarıdır.
Yine 2010 kırılması sonucu Danıştay’ın devreden çıkması neoliberal dönüşümün yasal engellerini ortadan kaldırmış, yerindelik denetiminin kalkması ise doğanın yağmasının da önünü açmıştır. Neoliberal yağmanın toplumsal ayağına dönersek, bu sürece en sert karşı çıkış Kemalistlerden gelmiştir. Öte yandan TKP gibi istisnai kurumlar da -kuyrukçuluk olarak istisnai- toplumsal muhalefete destek vermektedir.
TKP, HKP harici Marksist olduğunu iddia eden solun durumu iki açıdan içler acısıdır:
Birincisi, 2010 kırılmasında peşlerine takıldıkları oluşum boykot kararı almıştır. Aslında boykotun anlamı hayır verecek insanları sandıktan uzaklaştırılmak ve hayır oylarını düşürmektir. Kuyruğa takılarak dönüştürme iddiasındaki Marksist sol neoliberal dönüşümün yargı ayağına karşı çıkmak şöyle dursun, bu ittifakını gözden dahi geçirmeyerek ortak olmuştur. (DSİP gibi Marksist olma iddiasında olup üyelerinin geçmişinde makbule kaşıklamak olanlar elbette konu dışıdır (3)
İkincisi ise toplumsal ayaktır: Çözüm süreci yalnızca AKP’nin siyasi hesabı değildir. Türkiye’nin neoliberal yağmasının da meşruiyet ayağıdır!(2) “Biz sürece destek verdik ama özelleştirilmeleri eleştirdik.” iddiası komik kaçmaktadır. Marksizmin “kendi” tabanının çok dar olduğu yerde bağımsız bir hat çizme çabası bağlama göre saygı gösterilebilecek bir çaba ya da taktiksel bir hata olabilir. Zaten böyle bir iddiası, çabası olmayanların -bütün enerjisini sözüm ona PKK milliyetçiliğini dönüştürmek olanların- ise kendi destek verdikleri oluşum, ülkenin dönüşümü sırasında iktidarla iş tutarken karşı çıktıklarını söylemeleri beyhudedir. AKP’nin özelleştirmeleri dolu dizgin gelirken “aman sürece zeval gelmesin” tutumu oluşturulacak tepkinin önünü kesmektedir. Bunun yanında x yaparsa destekleriz, y yaparsa karşı çıkarız denebilecek konumda olmak için bunları dikte edebilecek, dayatabilecek güç gerekmektedir. Diğer açıdan bu, AKP iktidarının analizinde -eğer varsa- ciddi bir körlüktür. İktidarın varlığı, Türkiye’nin “neoliberal reformlarına” bağlıdır. Aldığı uluslararası destek başka hiçbir iktidarın yapamayacağı “dönüşüm”leri yapmasından kaynaklanmaktadır. İktidar varlığını “babalar gibi satmasına” (4) borçluyken, Marksist olduğunu iddia edenlerin buna kör kalması, aslında daha kötüsü bunu gördükleri halde “sürece zarar gelmesin” -sanki süreç bu dönüşümden bağımsızmış gibi- tutumları acınacak bir tutumdur.
Toplumsal ayağın diğer boyutu, bu sürece en sert karşı çıkışın Kemalistlerden geldiği yerde
Kemalistlerin “sol liberal” denilen canlı türünün saldırısı altında olmasıdır. İktidarın eleştirildiği yerde Marksist sol da anti Kemalist saldırısı ile politik ayağa destek verdiği kadar özelleştirilmelerin toplum katındaki pasif rızasını oluşturmaya da destek vermiştir. Kemalistlerin her tutumunu devlet sevicilik üzerinden total olarak reddedenlerin, özelleştirme karşılığında “yan yana gelmeme” motivasyonları politik amaca hizmet etmeme ise yan yana geldiklerinin hedeflerine zaten hizmet ettikleri söylenebilir.
Marksist olduğunu iddia edenlerin özelleştirilmelere ses çıkarmak şöyle dursun dolaylı destek verdikleri yerde toplumun yüzde 20-30’unu arkasına almış bir muhalefet zaten kırılgan olacaktır.
Hikâye burada bitmemektedir: Bugün, TKP ve benzeri bir kaç oluşum harici Türk solu, Kemalizm eleştirisinde zaten ortaklaştıkları sol-liberaller ile HDP katalizörlüğünde aynı networkü paylaşmakta, Marksist bir gazetenin yazarı ile tarihçi olduğunu iddia eden sol liberal yazar aynı medya organlarının çevresinde görülmektedir. İşin maddi boyutu (5) bir yana bu ortaklaşma Marksist siyasetin zaten zayıf kaldığı konularda ciddi sapmalarla sonuçlanmakta, sosyalist partiler kimlikçi siyasetinin oyuncağı haline gelmektedir. Büyük ölçüde küreselleşmenin çok uluslu fonlarınca desteklenen oluşumları fazlası ile içine alan, ortak alanı paylaşan oluşumların bunun etkisinde kalmış olması şaşırtıcı değildir (6).
Nihayetinde Türk Marksist solu, bağımsız hattını çizen birkaç oluşum hariç, çözüm sürecinde neoliberal yağmaya pasif rıza oluşturmak ve ardından post-modern sola (!) eklemlenmesi suretiyle neoliberalizm ve küreselleşmenin “yanında” konumlanmıştır. Zaten bütün analizini ceberut devlete vakfetmek gibi buram buram liberal bir okumanın varacağı yer ne olabilirdi ki?
Dipnotlar:
1) Devlet İnşası: Yirmi Birinci Yüzyılda Yönetişim ve Dünya Düzeni, Francis Fukuyama; Fukuyama’nın başka ülkelerde neoliberal reformları incelerken sonucun kayırmacılık olmasına vurgusu ve ileri giderek emperyalizmi zikretmesi ilginç.
2) https://www.emep.org/tr/cozum-sureci-secime-heba-edilecek-bir-surec-degildir/ Örneğin EMEP yöneticisinin çözüm masası devrildikten sonra iktidara hem diklenip hem devam çağrısı antikapitalist ve aydınlanmacı olduğunu iddia eden bir grup için zavallıcadır.
3) https://odatv4.com/fetonun-solculari-29032016.html; https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/akp-fetonun-alnindan-optugu-fetocuye-basari-sertifikasi-verdi-6175970/
4) https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/bakin-gorun-tekeli-babalar-gibi-satarim-38451544
5) Yazı fon tartışması ayyuka çıkmadan önce yazılmıştı, şimdi herkesin malumu.
6) https://gazete.red/diskin-emperyalistlerle-ne-isi-var/
Similar Posts:
- Onur Erülker Yazdı: “CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAKİ EKONOMİK KAZANIMLAR”
- Kaan Eroğuz Yazdı: “Emekçinin Fıtratı: 7. Yılında Soma Katliamı ve İşçi Sınıfı Üzerine Bir Deneme”
- K. Can Yazdı: “Hegemonyasız Hegemonya: Mücadeleyi Seçime Hapsetmek”
- Ekonomik Kriz Ve Asgari Ücret Bildirisi
- YUSUF AKÇURA VE TÜRK BURJUVASI