MODERNLEŞME ÜZERİNE DÜŞÜNCELER – 1

Tarihsel süreçte Aydınlanma fikrinin ön plana çıkması ile gelişen süreç üzerine genel bir okuma yaptığımızda giderek disiplin farklılaşmasının/ayrışmalarının detaylandığını, bilgi felsefesinin (epistemoloji) izlenimler ve deneyler üzerinden şekillendiğini açık bir biçimde görebiliriz. Bu bilimsel paradigmanın bir neticesi olarak fen bilimlerinde kullanılan yöntem ve araçların sosyal bilimler içerisinde de kullanılabileceği düşüncesi, tıpkı o günlerde fen bilimlerinde keşfedilen yasalar gibi toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatı da belirleyen yasaların var olduğu düşüncesini hâkim anlayış haline getirmiştir.

Modernleşme, Avrupa’da ortaya çıkmış bir olgudur. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz bu anlayışa göre Modernleşmenin Avrupa’da ortaya çıkması Batı toplumsal, siyasal ve ekonomik sisteminin dünyanın geri kalanından ‘’ileri’’ bir durumda olduğunun açık bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Sonuç olarak Avrupa, dünyanın geri kalanına diğer bir ifade ile modernleşememiş dünyaya modernitenin ne olduğunu anlatmak, dahası onları modernleştirmek yükünün omuzlarına yüklendiği düşüncesine ulaşmıştır. Aslında pratik anlamında sömürgeciliğin meşrulaştırılması için kullanılan bu anlayış, kaçınılmaz bir biçimde Batı dışındaki toplumlar ve devletlerde de karşılık bulmuş ve uzun erimli çabalarla da olsa devletler ve milletler modernleşme çabası içine girmişlerdir.

Sömürgeciliğin kılıfı olarak kullanılan ‘’modernleştirme’’ anlayışının oluşturduğu dünya genelindeki ‘bağımlı gelişme’ olgusu modernite üzerine yapılacak her türlü çalışmada başat konuyu oluşturması gerekmektedir. Ancak bu noktaya gelmeden önce çözümlenmesi gereken daha başka hususlar söz konusudur.

Modern bilimsel düşüncesinin ortaya çıkardığı disipliner farklılaşmasının bir neticesi olarak sosyal bilimler içerisinde birçok farklı disiplin (siyaset bilimi, sosyoloji, iktisat, yönetim bilimi, antropoloji vs.) ortaya çıkmıştır. Her bir bilimsel disiplin kendilerine göre ayrı araştırma konuları ve nesnelerine sahip olsalar da bu her bir bilimsel disiplinin temel dinamiklerini tanımlar oluşturmaktadır.  Siyaset Bilimi içerisinde herhangi bir konuyu incelerken konuya dair yapacağınız tanımlamalar aslında olguya dair nasıl bir yaklaşıma sahip olduğunuzu ortaya koymaktadır. Örneğin; Osmanlı-Türk Modernleşme sürecine dair yapılan bir çalışmada Kemalizm’e dair yapılan tanımlama kökende tüm bu tarihsel sürece dair bakışınızı açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Yapılan tanımların birbirlerinden ziyadesiyle farklı ve çok sayıda olması gerçeği dahi aslında sosyal bilimler içerisinde tek doğru bir yolun kabul edilmediği ve dahası yukarıda bahsi geçen bilimsel paradigmanın bulmaya çalıştığı yasaların sosyal bilimler alanında çok da mümkün olmadığının kısa bir izlencesini sunmaktadır. Ancak bu konuya da daha sonra değinmek üzere şimdilik burada bırakılması gerekmektedir.

Kemalizm üzerine birçok sayıda ve birbirlerinden neredeyse taban tabana zıt tanımlamalar yapılmıştır fakat bu denli farklı görüşler nazarında bile ortaklaşılan bir tanımlamaya gidilebilir, o da: Kemalizm bir geç modernleşme projesidir. Aslında bu tanımlama dahi kendi içinde bir değer yargısı barınmaktadır. Son derece Avrupa merkezli bakış açısının nihayeti olan bu tanımlamaya gidilmesinin tarafımızca tercih edilmesi mevcut anlayışlar ve algılar üzerine yapmak istediğimiz derinlikli tahlillerin daha açık bir biçimde kavranabilmesini sağlamak maksatlıdır. Genelde Osmanlı-Türk modernleşme çabası, özelde Kemalizm neden bir ‘geç modernleşme’ projesi olarak tahlil ediliyor sorusuna geçmeden önce modernleşme olgusu ve onun kavranış biçimleri üzerine biraz daha kafa yormak gerekmektedir.

Siyaset Bilimi literatürünü taradığınızda Modernleşme ile ilgili sayısız eserle karşılaşabilirsiniz. Literatüre hâkim olan anlayış, modernitenin Avrupa merkezli ortaya çıktığı ve toplumsal, siyasal, ekonomik ve bilimsel birçok köklü dönüşümün yaşandığı tarihsel süreci tanımlayan bir olgu olduğu yönündedir. Durağan toplum yapısından hareketli bir toplum yapısına yani kırsaldan kentsel yaşama geçildiği toplumsal süreci anlatan bu yaklaşıma göre modernitenin birtakım çıktıları söz konusudur. Modernitenin ekonomik çıktısı kapitalizm, siyasal çıktısı ulus-devlet ve bilimsel çıktısı pozitivizmdir. Dolayısıyla eğer modernleşme bir istek olarak varsa bu çıktılara ulaşılması kesinlik arz etmektedir. Ancak bazı kaynaklarda modernitenin ekonomik çıktısının endüstri devrimi yani özelleşmiş bir kapitalizm olarak sanayi kapitalizminin ortaya çıkışı olduğunu ifade etmektedir. Çünkü kapitalizmi direk olarak modernitenin bir çıktısı olarak görmek tarihi süreçle açık bir uyuşmazlık yaratmaktadır. Aksi halde modernitenin var olduğu ve bu olgunun nihayetinde kapitalizmi vücuda getirdiği gibi bir önermeye ulaşmış olacaksınızdır. Bu da açık bir çelişkiyi doğurmaktadır. Modernite olgusunun henüz kırıntılarının dahi olmadığı erken tarihlerde kapitalizmin nüveleri tarih sahnesine çıkmaya başlamıştır.

Eğer kapitalizmin önsel oluşu üzerinden bir modernite okuması denenirse, modernite çıktısı olarak kabul edilen olguların da kapitalizm tarafından şekillendirilmiş olabileceği önermesine ulaşılabilir. Bittabi bu önermenin detaylı bir biçimde ispatına girişmek yaptığımız denemenin darası göz önüne alındığında imkânsızdır. Sadece pozitivist epistemolojik yöntemin kapitalizmin tarihsel süreç içindeki gelişimi ile ilgisini oluşturmak bile başlı başına bir tez konusu oluşturacak hatta onun hacmini dahi aşacak yoğunlukta bir çalışmayı gerekli kılmaktadır. Bu duruma rağmen kapitalizmin modernitenin diğer çıktıları olarak imlenen olgularla münasebeti göz önüne alınırsa (kapitalizm/ulus-devlet, kapitalizm/toplumsal mobilizasyon yani feodalitenin sönümlenmesi) pozitivizmin gelişimini ile kapitalizm arasında ciddi bir bağlamsallığın olabileceği kabul edilecektir.

Peki, bu kabul edilebilirlik bizi nereye ulaştıracaktır? Modernizm literatürüne açık bir biçimde beyan edilmese de örtük bir biçimde hakim olan ve spesifik olarak sanayi kapitalizmi modernite ilişkisi üzerinden kodlanan kapitalizm/modernite ilişkisinin baş aşağı durduğu savını ortaya atabiliriz. Sanayi kapitalizminin modernitenin bir çıktısı olduğunu ifade ederek örtük olarak kapitalizmi modernitenin bir ürünüymüş gibi okuyan genel kanaat bu haliyle baş aşağı bir görüntü sergilemektedir. Ulaşmaya çalıştığımız bulgu; modernitenin bir sonucu olarak kapitalizmin görülmesi yerine kapitalizmin gelişiminin bir neticesi olarak modernleşme okuması yapmanın bize açacağı yollardır.

Bu zikrettiğimiz anlayış ile modernite okuması yapmanın değeri, yazının başından beri ortaya attığımız birçok önermenin hakikate daha yakın analizlerini ortaya koyabilmek açısından kritik bir önemi söz konusudur. Bir dahaki yazıda, yazı boyunca kısıtlı bir şekilde ortaya koymaya çalıştığımız yaklaşım ışığında söz konusu önermeleri irdelemeye başlayacağız.

Gelecek yazıda görüşmek üzere esen kalın…

Loading