“MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİMİZ” VE KADRO DERGİSİ’NE KISA BİR BAKIŞ
Türk Milli Kurtuluş Hareketi, 20. yüzyılın anti-emperyalist mücadeleleri tarihinde seçkin bir yere sahiptir ve bu özelliğiyle geniş bir coğrafyada mazlum milletlerin milli kurtuluş mücadelelerine rehber olmuştur. Türk milletinin devrimci öncüleri; Anadolu İhtilali’yle yurdu yabancı istilacılardan kurtarmış, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tasfiye edilmiş ve büyük devletlerin emperyalist paylaşım planları Anadolu topraklarına gömülmüştür. Neticesinde egemenliği gökten ve tahttan indirip millete veren Türk devrimi yeni bir aşamaya geçmiştir.
Türk devriminin anti-emperyalist karakteri başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere devrimin önder kadrolarınca da sık sık vurgulanmıştır. Gazi’nin 1920’de Sovyet Dışişleri Komiseri’ne gönderdiği bir telgrafta geçen sözleri bu bağlamda kayda değerdir: “Biz, Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtaları ile Türk milletini emperyalizme vasıta yapmak istemelerine de mâni oluyoruz. Bu suretle, bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniyiz.” Devrimci şefin 27 Mart 1933 gibi görece ileri bir tarihte Mısır büyükelçisiyle gerçekleştirdiği bir görüşmede sarf ettiği “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen manileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı geçecektir.” sözleri de Türk devriminin emperyalizm karşısındaki ideolojik hattını çizmesi ve insanlığın geleceğine dair tahayyülünün anlaşılması açısından önemlidir.
Emperyalizm ve emperyalizme karşı mücadele konusu Türk aydınının da zihnini meşgul etmiştir. Bu aydın çevreler içinde özellikle Kadro dergisi önemli bir yere sahiptir. Kadro dergisi, siyasi tarihimizde çoğunlukla devletçi iktisat tezleriyle bilinse de dergi yazarlarının emperyalizm tahlilleri de dönemin koşullarına göre oldukça etkileyicidir. Kadrocular Kemalizm’i kuramsallaştırma girişimlerinin merkezine bu tahlilleri yerleştirmiş, Türk devriminin özünü anti-emperyalist bir anlayışta bulmuşlardır. Dergi, 1932 yılında çıkmaya başlamış ve 1935 yılının Ocak ayında 36. sayısıyla yayın hayatını sonlandırmıştır. Kurucu isimlerden Şevket Süreyya Aydemir hareketin baş ideoloğu konumundayken, Yakup Kadri Karaosmanoğlu derginin imtiyaz sahibi, Vedat Nedim Tör ise yayın müdürüdür. Bunlar dışında Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin diğer kurucu yazarlardır. Yakup Kadri dışındaki kurucuların Marksist kökenli olmaları dikkat çekicidir. Kadro hareketinin tahlil ve tezlerinde bu birikim gözlemlenmektedir. Öte yandan kurucuların hemen hepsi devlet bürokrasisinde üst düzey görevlerdedir. Dolayısıyla esasen devrimci rejimin birer parçasıdırlar.
Kadro’nun ilk sayısı 23 Ocak 1932 tarihinde yayımlanmıştır. Bu ilk sayıdaki başyazıda “Derginin niçin çıktığı” sorusuna cevap verilirken, Kemalizm’i bir bütünsel ideolojiye dönüştürme amacının ve Kadro yazarlarının bir öncü aydın grubu olarak üstlendikleri misyonun da altı çiziliyordu: “Türkiye bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp durmadı… İhtilal bir inkılâbın gayesi değil vasıtasıdır. İnkılâbımız bir ihtilal safhasında dursaydı, kısır kalırdı. Halbuki o genişliyor, derinleşiyor. O henüz son sözünü söylemi, son eserlerini vermiş değildir… İnkılâbın idare ve menfaati, inkılâbı duyan ve yürüten azınlık, fakat şuurlu bir Avangard’ın, azınlık fakat ileri ve disiplinli bir öncü kadronun iradesinde temsil olunur. Bu Kadro; inkılâbın realitesinden, gerçeklerinden çıkarılan ve onun akışına uygun bir düzende izah edildikçe, aydınlatıldıkça şekillenen prensipleri kendine şuur edinir… İnkılâbımız, kendine prensip ve onu yaşatacaklara şuur olabilecek bütün fikir unsurlarına maliktir. Ancak bu nazariye ve fikir unsurları, inkılâba ideoloji olabilecek bir fikir sistemi içinde derlenmiş, düzenlenmiş değildir. Gerek milli mahiyeti gerek beynelmilel şümul ve tesirleri itibariyle, tarihin en manalı hareketlerinden biri olan inkılabın seyri içinde ve onun icaplarına uygun bir şekilde izah işi, bugünkü Türk inkılap münevverliğine düşen vazifelerin en acil ve şereflisidir.” Buna göre Türk devriminin ihtilal safhası geride kalmışsa da inkılap safhası genişleyerek ve derinleşerek devam etmeliydi. İnkılabın yönünü çizme görevi ise devrimin öncü aydınlarına düşüyordu.
Kadro’nun yayımlandığı dönemde; Avrupa’da İtalyan, Asya’da ise Japon yayılmacılığı yükselişteydi. Büyük Britanya, Fransa gibi emperyalist güçlerin sömürge siyaseti henüz çözülmüş değildi. Milli kurtuluş hareketleri boy göstermeye başlamışsa da sömürgeciliğin dünya genelinde tasfiyesi için bir süre daha beklemek gerekecekti. 1929 Ekonomik Buhranı’nın yarattığı sorunlar ve sonrasındaki uluslararası gelişmeler de devletler arasında gerçekleşecek ikinci bir kanlı boğazlaşmanın ayak seslerini duyurmaktaydı. Genç Türkiye’de ise Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi olumsuz sonuçlanmış, ekonomik buhranın da etkisiyle devletçi eğilimler prestij kazanmıştır. Dünyadaki gelişmelerin dergi tarafından yakından takip edildiğinin altını çizmemiz gerekir. Kadro’nun hemen her sayısında çeşitli ülkelerde yaşanan gelişmelerle ilgili ekonomik ve siyasi analizler yayımlanmıştır. Kadro, böyle bir konjonktürde düşünsel meyvelerini vermeye başlamıştı.
Kadro hareketinin temel tezi, dünyanın sömüren ve sömürülen milletler olarak iki karşıt kampa ayrıldığıydı. Şevket Süreyya “Emperyalizm Şahlanıyor mu?” başlıklı yazısında, gerçek çelişkiyi sanayileşmiş ve sömürgeleri olan ülkeler ile sanayileşememiş ve sömürge olan ülkeler arasındaki zıtlık olarak tespit ediyordu: “Yeryüzünde insanlar muhakkak ki iki ayrı ve zıt karargâha ayrılmıştır. 1- Makinaları, yani büyük sanayii elinde toplayan ve müstemlekeci karargâh. 2- Makinalardan, yani sanayiden mahrum olan yahut müstemleke karargâh… İşte emperyalizm, sermaye, sanayi ve müstemleke hakimiyetini elinde tutan mahdut memleketlerin, sermayeden ve sanayiden mahrum geri memleketler üstünde tesis ettikleri ve hala da yaşatmak istedikleri teaddi ve istismar nizamının adıdır. Buna karşı isyanı, müstemleke kayıtlarının tasfiyesini, sanayinin bütün cihana dağılışını, hülasa cihanın yeniden tanzimini hedef tutan mücadele nizamının da şimdi bir adı var: Milli kurtuluş nizamı…” Kadro’ya göre bu çelişkilerin çözülmesi ve emperyalist sistemin tasfiyesi ancak Milli Kurtuluş Mücadeleleri yoluyla gerçekleştirilebilecektir: “… bu büyük tezadın halli için her şeyden önce, Sanayici memleketlerle sanayiden yoksun memleketler arasındaki ekonomik bağımlılığın kalkması lazımdır. Yani, dünya üzerinde bugün kurulmuş olan iktisadi iş bölümünün değişmesi şarttır. Büyük üretim vasıtalarının, yani sanayinin ve ulaştırma vasıtalarının dünya üzerinde yeniden ve daha rasyonel bir şekilde dağılışı şarttır. Bu tasfiye ve dağılış, elbette ki, sanayici ülkelerin sanayisiz ve geri kalmış milletler ve halklar tarafından yağması suretiyle değil, fakat haysiyetli bir milli bağımsızlık savaşı ile, kurucu, inşacı ve planlı bir milletler ve halklar kalkınması, yani kısaca, Milli Kurtuluş Hareketleri yolu ile olacaktır.”
Ayrıca ezilen ulusların tam bağımsızlığa erişebilmeleri için sömürgeci ülkelere duyduğu ekonomik bağımlılığın aşılması gerekiyordu. Bu ancak “müstemleke iktisadiyatından millet iktisadiyatına” geçişle mümkün olabilirdi. Kadrocular için bu geçişin yolu, katı bir devletçi ekonomik modelden geçiyordu. Milli Kurtuluş Hareketleri, milli ekonomik düzenlerini ancak böyle bir model içinde bulabileceklerdi. Kadro’ya göre bu model esasen Türkiye’nin kendi koşullarında doğmuştu ve Türk devrimi diğer milletler için de bir örnek teşkil ediyordu. Kadro, Kurtuluş Savaşı’na atıfla ufukta yeni bir mücadele göründüğünü yazıyordu. “Askeri Dumlupınar” zaferle sonuçlanmıştı, şimdi “ekonomik Dumlupınar” da aynı şekilde planlı bir yöntemle zaferle sonuçlandırılmalıydı: “İktisadi davalarımızı fertlerin hasis menfaat meseleleri olmaktan kurtarıp bir millet davası haline koymak artık günün zarureti oldu. Bütün Türkiye’de bir Dumlupınar havası estirmek lazım. Askeri Dumlupınar planlı ve sistemli bir faaliyetin yemişidi. İktisadi Dumlupınar da plan ve sistem ister. Bu müstemleke iktisadiyatından bir millet iktisadiyatı yaratmak işi karşısında tarihte ilk defa olarak Türk milleti kalıyor. Bu işi başarmak… İşte yeni Türk devletinin tarihi misyonu.”
Görüldüğü gibi Kadrocular, Marksist geçmişlerine karşın temel çelişkiyi emek-sermaye arasında değil, sömürgeci ülkelerle sömürülen ülkeler arasında görüyordu. Burhan Asaf, Eylül 1932 tarihli 9. sayıda yayımlanan “Milli Kurtuluş Hareketleri ve Bunların İnkılap Nazariyeleri” başlıklı yazısında bunu net bir şekilde ifade ediyordu: “Millî kurtuluş inkılabının fili ve nazari bütün prensiplerini nefsinde cemeden Türk Milli Kurtuluş İnkılabı, sınıf davasına ne çıkış ne de varış noktaları bakımından başrol vermektedir. Bilakis, bu inkılabın muharriki metropoller ile müstemlekeler arasında olan tezat olduğu gibi, gayesi de bu tezadın tasfiyesinden ibarettir.” Buna karşın Kadrocular, sınıfların varlığını reddetmiyordu. Kadro’nun sınıf mücadelesi konusunda tespiti, ezilen milletler içinde sınıf farklılıklarının henüz keskinleşmediğiydi. Devlet eliyle gerçekleştirilecek planlı ve milletin genel çıkarlarını önceleyen bir hızlı kalkınma modeliyle sınıf mücadelelerinin ortaya çıkmasına engel olacak bir toplumsal düzen kurulabilirdi. Bu şekilde ülke içinde Orta çağ kalıntısı sömürücü çevrelerin de ortadan kalkması sağlanacaktı. Bu bağlamda dergi, sanayileşmenin yanı sıra toprak reformunun önemi üzerinde duruyordu.
Kadrocular, Türk devrimine de özel bir önem atfediyorlardı. Kadro için Atatürk’ün önderliğindeki Türk Milli Kurtuluş Hareketi, emperyalist sistemin tasfiyesine yönelik önemli bir adımdı. Kadro’nun, Milli Kurtuluş Hareketi olarak kavramsallaştırdığı Türk devrimi; kapitalizm ve sosyalizm dışında bütün mazlum milletlere bir üçüncü yol olarak işaret ediliyordu. Tarihte bir milletin bütün olarak menfaatini sağlayan ilk devrim Türk Milli Kurtuluş Hareketiydi. Türk devrimi kendi koşulları ve dinamikleri içerisinde ortaya çıkmıştı. O ne Fransız ne de Rus devrimlerine benzemiyordu: “Fransız inkılâbı, derebeylik hâkimiyetine karşı, burjuva hâkimiyetini kuran ve bugünkü sınıf ayrılıklarını ve neticede yeni bir sınıf devletini doğuran iktisat sistemine yol açtı. Rus inkılâbı, Fransız inkılâbının bir reaksiyonudur. Burjuva hâkimiyeti yerine, proletarya hâkimiyetini kurdu. Türk inkılâbı ise hem Fransız inkılâbına hem de Rus inkılâbına karşı bir reaksiyonudur.” Dolayısıyla Kadro, Türk aydınlarına da evrensel bir misyon yüklemiş oluyordu. Onlara göre, “millî kurtuluş inkılâbının nazariyesini ancak bu inkılâbı yapan ve bütün diğer milletlere örnek olarak ortaya seren millete mensup insanlar, yani Türk İnkılâpçıları” yapabilirlerdi.
Kadro dergisinin yayın hayatı kısa sürmekle birlikte Türk siyasi hayatındaki etkisi çok daha uzun erimli olmuştur. Hem Kemalizm’e getirdiği özgün yorum hem de dönemin entelektüel koşulları düşünüldüğünde oldukça nitelikli kabul edilebilecek kuramsal tahlilleri Kadro hareketini, Türk devrim tarihinin seçkin bir köşesine oturtmaktadır.
Son olarak kısa yazımızın, konuya ilgi duyan yeni okuyuculara yönelik bir başlangıç noktası sunmayı hedeflediğini belirtmeliyim. Bu bağlamda şahsen yararlandığım ve okuyuculara da faydalı olacağını düşündüğüm bazı eserleri zikretmek gerekiyor. Derginin baş ideologlarından Şevket Süreyya Aydemir’in hareketin temel metinlerinden biri olarak değerlendirebileceğimiz Kadro ve İnkılap kitabı, Kadrocu görüşlerin anlaşılabilmesi adına önemli bir eserdir. Ayrıca Mustafa Türkeş’in Kadro Hareketi: Ulusçu Sol Bir Akım ve İlhan Tekeli ve Selim İlkin’in Bir Cumhuriyet Öyküsü: Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak isimli eserleri farklı bakış açılarıyla konuya iyi bir giriş olacaktır. Öte yandan Ömer Bahadır Gürbüz’ün, Kadro yazarlarının emperyalizm çözümlemelerine ilişkin kapsamlı bir değerlendirmeyi de içeren Emperyalizm Kuramları ve Türk Aydınının Emperyalizm Algısı başlıklı yayınlanmamış yüksek lisans tezi konumuz bağlamında bahsedilmeye değerdir.
Gelecek yazıda 1930’ların dergilerine ve Türk siyasal düşünce dünyasına bakmaya devam edeceğiz, sağlıcakla…
Similar Posts:
- KADRO’NUN MİRASI*
- İNKILÂP BİTTİ Mİ?
- KEMALİZM, BUGÜN ve STRATEJİ
- Onur Erülker Yazdı: “MİLLİ EKONOMİYE GEÇİŞ YEMİNİ: İZMİR İKTİSAT KONGRESİ”
- Prof. Dr. İbrahim Kaya Yazdı: “9 Eylül 1922 ve Bugün: Batı Emperyalizminin ve Doğu Despotizminin Ötesinde!”