KADRO’NUN MİRASI*
Kadro Dergisi’nin düşünsel mirasını anlayabilmek için her şeyden önce 1930’lu yılların siyasal atmosferini anlamak gerekmektedir. 1930’lu yılların politik arayışı aynı zamanda iktidarın kimlik arayışıdır. Bu kimlik arayışı sürecinde devletin dil, kültür ve tarih konuları ile ilgili attığı adımlar devletin yeni ideolojisinin tanımlanması hususunda oldukça önemli adımların atılmasını sağlamıştır. Bir başka deyişle devletin üst-yapıya dair pek çok konuda adım attığını görmek mümkün olacaktır. Buna karşılık 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın ardından devleti ekonomiye daha fazla ağırlık verdiği görülecektir. Burada iki önemli sorun ortaya çıkmıştır. Birbiriyle bağlantılı bu iki sorundan ilki ekonomik krize karşı nasıl bir çözüm bulunacağıdır. Diğeri ise 1920’li yıllarda uygulanan “milli burjuvazi” projesinin artık işlevsel olmadığına ortaya çıkan görüşe alternatif olarak nasıl bir yolun izleneceğidir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, devleti ekonomi konusunda yeni sorular sormaya ve yeni cevaplar üretmeye yöneltmiştir Ekonomik krizin ortaya çıkış sürecinde aynı yıl içinde Türkiye’nin gümrük duvarları inşa etmesine dair yasağın ortadan kalması ile birlikte bu yeni arayışların hız kazandığını söylemek mümkün olacaktır. Kadro Dergisi, devletin 1930’lu yıllarla birlikte devletin yeni bir arayış içine girdiği dönemde ortaya çıkacaktır.
Kadro Dergisi’nin kuruluş sürecinde bu hareketin sözcülük görevini üstlenen Şevket Süreyya (Aydemir)’nın 1931 yılında Türk Ocakları’nda yaptığı konuşma çok etkili olmuştur. Zira Şevket Süreyya’nın yaptığı bu konuşma kurum dışında çıkarak ülke genelinde CHP’nin yeni bir ideoloji arayışı içine girdiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu konuşmanın ardından Şevlet Süreyya’nın 1932 yılında çıkardığı İnkılap ve Kadro adlı çalışma ise Kadro Dergisi’nin kuruluş sürecini hızlandıran bir niteliğe sahiptir. Şevket Süreyya çevresinde toplanan bir grup aydın devletin politik yönelimlerini bir ideoloji etrafında toplayabilmek için bir çaba içine girmişlerdir. Aydemir çevresinde toplanan aydınlar Burhan Asaf (Belge), İsmail Hüsrev (Tökin) ve Vedat Nedim (Tör) gibi sosyalist kökenden gelen düşünürlerdir. Kadro Dergisi ile ilgili literatürde gerek aydınların gerekse buna bağlı olarak derginin politik yönelimlerinin Marksizmle alakası olmadığı iddia edilse de konuyla ilgili en net olarak yapılacak yorum dergiyi ortaya çıkaran düşüncenin Marksizmden çok net bir biçimde etkilenmiş olmasıdır. Bunların haricinde kurulacak derginin bir diğer önemli ismi de gerek Türk edebiyatı açısından oldukça önemli bir yere sahip olan gerekse devlet katında aldığı görevlerle bürokraside de çalışma imkanı bulmuş olan Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’dur. Bu ekip, 1932 yılında Kadro Dergisi çatısı altında toplanacak ve 36 sayı boyunca Kemalist devrime ideolojik bir zemin hazırlamaya çalışacaktır.
* Bu yazı 2020 yılında Turkish Studies-Social Sciences dergisinin Cilt 15 Sayı 1’de yayınlanan “Kemalizmi Teorileştirme Sürecinde Kadro Dergisi’nin Rolü” başlıklı makalenin 92-96. sayfaları arasının gözden geçirilmiş halidir.
Kadro Dergisi, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın ardından Türkiye’de “Devletçilik” dönemine geçilen süreçte ortaya çıkan bir yayın organıdır. Kuruluşunda ve çalışmasında Atatürk’ün doğrudan talebinin olması ise derginin o dönemdeki önemini ortaya koyan önemli bir detay olarak göze çarpmaktadır. Kadro, devletçilik döneminin en önemli yayın organlarından biri olarak çoğu eski Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olan aydınların öncülüğünde yayın hayatına başlamıştır. 1930’lu yılların devletçilik kavramı ile özdeşleşen ruhu ise Kadro ile beraber daha da somutlaşmıştır. Kadro pek çok çalışmada da belirtildiği üzere Kurtuluş Savaşı’nın eyleminin ideolojiye dönüştürülmesi amacını taşımaktadır.
Kadro’nun milliyetçilik kavramı ile ilişkisi ilk olarak “sınıfsız toplum” ideali ile örtüşmektedir. Sınıfsız toplum idealinin milliyetçilik ile ilişkisi ise Türkiye toplumunun çatışmalardan arınmış bir yapı olarak tanımlanması ile ilgilidir. Kadro’nun “sınıf” kavramının ötesinde tanımladığı toplumsal yapı çatışma halinde değil, devletin geleceği açısından uyum içinde çalışan katmanların oluşturduğu bir niteliğe sahip olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir ülke olabilmesinin yolu ancak ve ancak aynı amaç için çalışan ve işbirliği kavramını temel alan bir toplumun inşasından geçmektedir. 1930’ların “Halkçılık” idealinin bir yansıması olan sınıfsız toplum ideali ve buna bağlı olarak devletin geleceği ile toplum içi uyum arasında kurduğu doğrusal ilişki Kadro’nun milliyetçilik anlayışının “devlet” merkezli söylemine ve “yurtseverlik” eksenindeki yorumuna temel oluşturmaktadır. Kadro’nun milliyetçilik anlayışına temel oluşturan bu görüşü 2. Meşrutiyet’ten 1920’lere miras bir kavram olan “korporatizm” ile de yakından ilişkilendirilmiştir. Kadro’nun “korporatizm” ile olan ilişkisi ise korporatizmin dünya üzerindeki en uç örneği olan faşizmle benzer bir noktada değerlendirilmesine de neden olmuştur. Faşizmle ilişkilendirilmesinin en önemli nedenlerinden biri de Kıta Avrupası’nda yükselen faşist dalganın emperyalist ülkelere karşı “güçlü” devleti ortaya çıkarma girişimlerinin Kadrocular üzerinde yarattığı etkidir. Burada dikkat edilmesi gereken husus faşizmden bir model ithal etmek değil emperyalist ülkelere karşı güçlü bir devletin inşasının yollarını aramaktır. Bunun yanı sıra “anti-emperyalizm” kavramı da yine Kadro’nun milliyetçilik görüşünün “yurtseverlik” ekseninde yeniden yorumlanmasını sağlamaktadır.
Kadro’nun milliyetçilik kavramına yaklaşımı aynı zamanda iktisadi bir temel üzerine oturtulmaktadır. Zira Kadro’nun politik pozisyonun en iyi anlatan kavramlardan biri “iktisadi milliyetçilik” kavramıdır. 2. Meşrutiyet yıllarında ortaya çıkan “milli iktisat” akımı Cumhuriyetin kuruluş sürecinin de önemli parçalarından biri haline gelmiştir. İzmir İktisat Kongresi’nden 1930’lu yılların “Devletçilik” anlayışına uzanan bu süreçte de “milli iktisat” kavramının belirleyici bir rol oynadığını söylemek mümkündür. Kadro, 1930’lu yılların “Devletçilik” dönemi içinde ortaya çıkan bir yayın organı olarak “milli iktisat” kavramının “devletçilik” kavramı ile eş değerde kullanıldığı bir sürecin öncülüğünü yapmıştır. Kadro’nun “milli iktisat” kavramı ile ilişkisi 2. Meşrutiyet dönemi ve Milli Mücadele döneminin mirası olarak görülebilir. Zira Osmanlı Devleti’nin son döneminden 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’na gelinen süreç ana tartışma konularından biri devletin ulusal ve bağımsız bir ekonomi inşa edebilmesinin yollarını aramaktır. Kadro’nun devletçilik yaklaşımında en belirgin olan husus dönemin anti-liberal yükselişine paralel olarak ekonomideki liberalleşmenin de sert bir biçimde eleştirilmesidir. Kadro’ya göre devlet eliyle zenginleşme süreci belirli bir zümrenin zenginleşmesini ortaya çıkarmıştır. CHP’nin uygulamadaki bu tavrı ise halkçılık ve milliyetçilik ilkelerine doğrudan aykırıdır. Kadro’nun “sınıfsız ve imtiayzsız” bir toplum inşasında ortaya çıktığını iddia ettiği imtiyazlı kesimler Kadro’nun CHP’ye yönelik eleştirisinin temellerinden birini oluşturacaktır.
Kadro Dergisi’ni oluşturan ekibin ağırlıklı olarak sosyalist bir geçmişe sahip olmaları bu dönemde gerek dünyaya gerekse Türkiye’ye yönelik bakışlarında diyalektik ve tarihsel materyalizmin bir yöntem olarak kullanılmasını da beraberinde getirmiştir. Zira Kadro açısından da Türkiye’nin bağımsızlığının önünde ortaya çıkan engeller onu yeni bir devrimin eşiğine getirmiş ve devam etmesi gerektiğini iddia ettiği devrim sürecinin de Türkiye’yi daha ileriye taşıyacağına dair bir görüşe sahiptir. Kadro’nun tarih anlayışı bu bağlamda çizgisel ve ilerlemeci bir nitelik taşımaktadır. Klasik anlamda Marksizmin yöntemleri ile Türkiye’ye formül üretmeye çalışan Kadro’nun ilk sıklıkla temas ettiği esas noktada ülkenin ekonomik açıdan dönüşümü olacaktır. 1930’lu yıllar boyunca CHP kanadının da ekonomi politikaları ile oldukça yakından uğraşmasına paralel olarak Kadro’nun da ekonomi temelli bir uğraş içinde girdikleri görülecektir. Yaşanan ekonomik krize ve savaş sonrası süreçte yaklaşmakta olan yeni krizlere karşılık olarak daha güçlü bir ekonomik modelin inşa edilmesi gibi bir ihtiyacın ortaya çıktığı görülecektir. Bu da Türk ekonomisinde “kalkınma” kavramının hızlı bir biçimde yeni döneme damgasını vurmasını sağlamıştır. Kalkınma anlayışını destekleyen bir diğer kavram ise “planlama” kavramı olacaktır. Sosyalist bir planlama modelini oldukça çağrıştıran bu yeni model esas olarak sosyalist bir ekonomiyi hedeflemese de devlete ekonomik alanda çok daha büyük ve önemli yetkilerin verilmesini sağlamıştır. “Planlı kalkınma” ilkesinin 1930’lu yıllara esas niteliğini veren “devletçilik” kavramı ile yanyana gelmesiyle ortaya “iktisadi devletçilik” kavramının çıktığı görülecektir. “Devletçilik” ilkesinin Kemalizmin prensiplerini formülleştiren “altı ok” içinde dahil olması ise 1930’lu yılların bir gerçeği olarak karşımıza çıkacaktır.
Kadro’nun bu noktadaki rolü yeni bir “iktisat devleti” olarak şekillenen Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yöneliminin içini doldurmak olacaktır. Sanayileşmeye ağırlık veren bir ekonominin devlet eliyle üretime dönük bir program belirlemesi Kadro’nun hangi noktalardan hareket edeceğini de büyük ölçüde belirlemiştir. Kalkınmacı ve planlamacı bir ekonomi tercihi bir sonuç değil ancak bir hareket noktası olabilir. Bu tercihi bir hedefe doğru götürebilmek için de Kadro’nun bir ideolojik açılım yapması gerekmektedir. Ancak Kadro’nun Türkiye’ye dair çözüm önerilerinden önce güncel konjonktürü nasıl ve hangi kavramlarla okuduğuna dair bir giriş yapılması gerekmektedir. Kadro’nun 1930’lu yılların dünyasını algılamaya çalışırken “başat çelişki” arayışından hareket edildiği görülecektir. Marksizmin klasik yöntemleri üzerinden yapılan politik değerlendirmelerin doğal bir sonucu olarak Kadro, dönemin politik gerçekliğini “emperyalizm” teorisi üzerinden anlamaya çalışmaktadır. Bu emperyalizm teorisi ise dünyadaki temel çelişkinin sömüren ülkelerle sömürülen ülkeler arasında ortaya çıkması üzerine kuruludur. İlgili teorinin Lenin’in emperyalizm kuramında “ezen-ezilen halklar” arasındaki ayrıma oldukça yakın olduğunu ifade etmek mümkündür. Bunun yanı sıra Lenin döneminde “ulusal kurtuluş savaşları” ekseninde ortaya çıkan pragmatik tavır da yine Kadro’nun siyasal görüşleri ile önemli benzerlik göstermektedir. Kadro’nun bu noktada Lenin’in yaklaşımından farkı, ulusal kurtuluş savaşlarına pragmatik bir çerçevede yaklaşmaması, aksine ulusal kurtuluş savaşı söyleminin bizzat içinden konuşmasıdır.
Kadro açısından dünya bir emperyalizm çağı içinde yaşamaktadır. Ancak bu emperyalizm çağı artık son dönemindedir. İki dünya savaşı arası dönemde liberal ve barış eksenli söylemlerin yerini milliyetçi ve otoriter söylemlerin aldığı görülecektir. Kıta Avrupası’nda faşizmin ve Nazizmin ortaya çıkması ile sonuçlanan bu dönemlerde Batı’nın politik gücünün gerilemesini talep eden devletler açısından emperyalizmin tamamen ortadan kalkacağına dair fikirler ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye örneğine bakıldığında ise Kadro Dergisi’nin bu dönemde yoğun bir biçimde Batı emperyalizminin gerilemesi ile ilgilendiğini söylemek gerekmektedir. Kadro’nun bu döneme dair iki önemli tespiti bulunmaktadır. Bunlardan ilki emperyalizm çağının son bulacağıdır. Batı’nın politik ve ekonomik gücünün gerileyeceğini düşünen Kadro, artık yeni bir çağın başlamakta olduğunu da haber vermektedir. İkinci önemli tespitini oluşturan bu görüş ise dünyada “ulusal kurtuluş savaşları” çağının başlayacağına yöneliktir.
Batı’nın emperyalist siyasetine karşı daha milliyetçi ve otoriter söylemlerin ortaya çıkması, özellikle de İtalya, Almanya ve Türkiye örneği arasında çeşitli benzerliklerin de oluşmasını beraberinde getirmiştir. Hatta çeşitli yorumlar Türkiye’nin de bir çeşit “faşizm” olduğuna dair görüşler ortaya atmışlardır. Bir dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan ve yeni kurulan bir ulus-devleti temsil eden Türkiye’nin yeni ve muhtemel bir savaşın arefesinde otoriterleşme eğilimi göstermesi özcü bir niyeti değil, yaklaşan krize karşı önlem almak olarak yorumlanmalıdır. “Güçlü ve bağımsız bir devlet” hedefi ile liberal demokrasinin tezlerinin çöktüğünün ilan edilmesi gibi söylemler üzerinden Türkiye’nin klasik bir Kıta Avrupası faşizmi ile yan yana değerlendirilmesi hatalı bir yorum olarak ortaya çıkmaktadır. Kadro’nun dış politikadaki iddiaları yalnıza dergi çevresini değil, Atatürk’ün icazetiyle yayımlanan bir dergi olarak iktidarın da görüşlerini dolaylı olarak bağlayan bir niteliğe sahip olmuştur. Zira Atatürk dönemine dair yapılan eleştirilerin arkasında Kadro Dergisi’nin politik tezlerinin de olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kadro Dergisi uzun süreli bir yayın organı olamamıştır. Derginin özellikle de iktisadi görüşleri dönemin siyasal tercihleriyle farklı noktalara temas etmeye başlamıştır. Derginin politik duruşunun yanı sıra Atatürk ve Bayar ile İnönü arasındaki gerginlik de derginin kaderini belirleyen bir unsur olmuştur. Derginin kapanma sürecinde genel olarak ifade edilen husus Atatürk ile Kadro arasındaki görüş ayrılıkları olarak belirtilmektedir. Literatürde yaygın olan bu görüşe karşılık Bayar’a yakınlığı ile bilinen İsmet Bozdağ’ın bu konu ile ilgili görüşleri farklı bir bakış açısının ortaya çıkmasını da sağlamaktadır. Bozdağ, esasında Atatürk ile İsmet İnönü’nün devletçilik konusundaki görüşlerinin birbirine çok daha yakın olduğu belirtmiştir (Bozdağ, 2000: 64). Ancak İnönü ile yaşadığı gerginlik ve Bayar’ın tercih edilmesi ile birlikte İnönü ve İnönü’nün destek verdiği Kadro’nun da devletçilik görüşleri rafa kaldırılmıştır. Bu yorum göstermektedir ki Kadro Dergisi, Atatürk’ün 1930’larda çok daha belirgin hale gelen devletçilik anlayışının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak İnönü ile yaşadığı gerilimle birlikte dergi ile benzer görüşlere sahip olmasına rağmen derginin kapanma sürecinde de role sahiptir. Başka bir ifadeyle Atatürk’ün Kadro ile ilgili problemi düşünsel değil dönemin iktidar içi çatışmaları sebebiyle yönetimseldir.
Doç. Dr. Ömer ATAGENÇ
Similar Posts:
- MİLLİYETÇİLİK
- KEMALİST ve KEMALİZM -1-
- “MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİMİZ” VE KADRO DERGİSİ’NE KISA BİR BAKIŞ
- KEMALİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK OCAKLARI
- Orhun Ayhan Yazdı: “Millet Kavramı ve Atatürk’ün Millet Tanımı”