“Hasta Adam”dan “yeni Türkiye” ye…
Osmanlı Devleti için söylenen “hasta adam” kavramının kökü, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması olarak ortaya çıkan “Şark Meselesi” olarak adlandırılmaktadır. Bu süreç Batı’nın, “Türkleri batıya doğru geliş noktalarından geriye püskürtüp, aynı yollardan geldiği yere göndermek” düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Bu noktada, Osmanlı Devleti, bunu çok geç anlamış ve gereken tedbirleri kısa vadeli olarak almış ve günü kurtarmak adına çözmeye çalışmıştı. Gelecek planı olmadan olan bu tedbirler, ıslahat-yenileşme veya reform adıyla iktidardaki padişah ve devlet adamlarının zihniyetleri ile gerçekleşmiş ve o kişilerin ayrılması ile geçersiz hale gelmişti. Örneğin İbrahim Müteferrika’nın matbaayı açması ve seri halde kitap basımı işi, Müteferrika’nın yurtdışına elçi olarak gitmesiyle uzun süre durmuş ancak 40 yıl sonra yeniden başlamıştır.
Bu süreçte “hasta adam”ın kurtuluş çareleri de her kafadan ses çıkar noktasındaydı ve planlı programlı bir süreç yaşanmamıştır. İstiklal Savaşı, Kurtuluş Savaşı veya Milli Mücadele ne denirse densin, kurtuluşun planlı programlı bir sürecin işler olduğu bir dönemdir. Başında Mustafa Kemal Paşa’nın bilgi birikim, deneyimi ile birlikte ülkenin düştüğü durumdan kaynaklı olarak başlayan her anlamdaki gelişim süreci tam anlamıyla, eskinin yerine yeni bir şey koymak yani “devrim” amaçlıydı. Devrim saltanat yerine cumhuriyeti, işgal yerine de bağımsızlığı getirmişti.
Türk devrimine giden süreçte, diğer devrimlerden önemli bir fark vardır. Türk devrimi, egemenliğin halka geçişi noktasında, Atatürk’ün Ankara’da planlı bir çabasıyla gerçekleştirilirken, aynı zamanda dışardaki devletlere karşı da işgalden kurtulma noktasında bir bağımsızlık savaşı verildiği çok açıktır. Samsun’a çıkıldıktan hemen sonra başlayan örgütlenme aşamasında ilk ve en önemli yeri tutan Amasya Genelgesi; bu anlamda devrimin başında ilk kez saltanat egemenliğine karşı koyuşu ifade ettiği için ihtilalin de başlangıcı sayılmaktadır. Özellikle ‘ülkenin kurtuluşunu “halkın azmi ve kararı” sağlayacaktır’ demek “ulusal egemenliğin” düşünüldüğünü göstermektir. İhtilal kavramını, 1 Kasım 1922 tarihinde “saltanat’ın kaldırılışı” olarak görecek olursak, ihtilalin de başlangıcı da “halkın azim ve kararı” cümlesinin kullanıldığı Amasya Genelgesi olur. Daha askeri boyuta gidilmeden örgütlenmenin sağlanmaya çalışılması, Atatürk’ün içinde “bir sır” gibi sakladığı planlarının başında gelmekteydi. Bu konuda o kadar kararlıydı ki; 10 Eylül 1922’de İzmir’e girmeden önce Kemalpaşa yakınlarında kendisine savaşı kazandık” diyen bir arkadaşına” “hayır savaş daha yeni başlıyor” demesi o sırrın nasıl planlı olduğunu çok net göstermişti.
Mustafa Kemal Paşa; İstanbul’da işgal kuvvetlerinin, Türk askeri ve halkına davranışlarının acısını o kadar yakından görmüştü ki, tek amacı bunu bir an önce ortadan kaldırmak olduğunu Samsun’a çıktıktan hemen sonra göstermişti. Mondros ateşkes şartlarının çıkartacağı sıkıntıların önlenmesi amacıyla gönderilen Mustafa Kemal Paşa, tam tersi halkı işgalleri protesto etmeleri emrini vererek, direnişi örgütlemeye başlamıştı. Bunun nereye gideceğinin anlayan İngilizler ve İstanbul da karşı hamlelerinin hemen yapmışlar ve Samsun’a çıkıştan yaklaşık bir ay bile dolmadan 8 Haziran 1919 tarihli İngiliz notasının gücüyle, İstanbul tarafından “bir istimbota binerek İstanbul’a geri dönmesi“ istenecektir.
Artık işler kopmuştu. İşler iki zihniyetin çatışmasına gitmekteydi. Vahdettin’in eniştesi Damat Ferit Paşa kaynaklı “ ya acz içinde İngilizlere yaşayacağız ya da öleceğiz” diyenlerle, Mustafa Kemal Paşa kaynaklı “ya istiklalimizi kazanacağız ya da öleceğiz “ diyenler arasındaki bu mücadele, İstanbul ve İngilizlerin, “halkın düşüncesi” yerine “siyasal çıkarlarını” düşünmeleri nedeniyle sonuçsuz kalmaya mahkumdu. Bunu Mustafa Kemal Paşa da anlamış ve tüm gücüyle halkı arkasına alarak, kurmaylık birikimiyle ordu ve milleti bir arada tutmaya çalışmıştır. Erzurum Kongresinde “milli iradeyi etkin kılacağız” diyenler, Sivas Kongresi’nde vatanın bütünlüğü için halk tarafından kurulan “müdafaa-yı hukuk” derneklerini bir bütün altına alarak mücadeleyi genele yaymayı başarmışlardı.
Damat Ferit Paşa’nın 1 Ekim 1919’da istifa etmesi ile tüm ibre artık Anadolu’ya dönmüştü. Tüm basında “kuvva-yi milliyeye” “harekat-ı milli” denmeye başlanmış daha da önemlisi fiilen halkı arkasına alan Atatürk, resmen de Mebusan Meclisi’nin toplanması kararıyla resmen de halkı işin içine almayı başarmıştı. Özellikle Milli yemin olarak Misak-ı Milli’nin ilan edilmesi üzerine elden gitmekte olan iradelerini geri almak adına, son kozlarını oynayan İstanbul ve İngilizler; tek çareleri Damat Ferit’in yeniden işbaşına gelmesi sonrasında, Meclisin kapatılması ve padişah, sadrazam ve Şeyhülislam’ın bildirileri ile fetva çıkartılıp, dinin kullanılmasıyla Ankara’daki milli hareketi silah zoruyla bastırmak olacaktı.Bu girişime aynı yoldan yanıt verilmiş ve halkın birbirine düşürülme çabası önlenirken, halkın da tamamen Ankara ve Atatürk’ün yanına geçmesi gerçekleşmişti.
Düzenli ordunun kurulmaya çalışılması ve bir bütün halinde disiplinli kuvvetlerle mücadeleye girişilmesi ise Atatürk’ün en iyi bildiği işti. Halk, ordusuyla bir bütün olmuş ve ekonomik olarak da Tekalif-i Milliye kararları da dahil olmak üzere tüm gücüyle Ankara’daki TBMM hükümetine destek vermeye başlamıştı. Önce İnönü’de sonra da literatüre “en uzun süren meydan savaşı” olarak giren Sakarya Savaşı sonrası artık durum tamamen Ankara’nın istediği gibi gitmeye başlamıştı. Buna rağmen barışa son kez yol vermek isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın, arkadaşı Fethi Bey’i Avrupa’ya göndermesi ve özellikle de İngilizlerin durumun vehametini anlamaması son çarenin son bir darbe vurulmasını gerektirmişti. 26 Ağustos’ta başlayan ve 30 Ağustos’ta büyük bir zaferle biten Başkumandanlık Meydan Savaşı, 1 Eylül’de verilen “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir” emriyle son hızla düşmanı yurttan atma sürecine gidişi sağlayacaktı.
9 Eylül’de muzaffer Türk ordusunun İzmir’e girişi, işgal kuvvetleri için sonun başlangıcıydı. Çekilen restler ve meydan okumalarla bir liderin nasıl olması gerektiğini en üst seviyede dünyaya gösteren Mustafa Kemal Paşa’nın iktidar gücü herkese diz çöktürmüş ve Mudanya Ateşkesi ile işgal sona erdirilmişti.
Ancak bu zafer ile Türkiye bağımsız olabilmiş ve bununla birlikte tüm dünyaya Lozan’da zaferimiz kabul ettirilmiş ve bu sayede 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilrek yeni ve bağımsız bir Türkiye devleti kurulmuştu.
Zaferimiz kutlu olsun.
Tek yapılacak bu zaferin tadını çıkarmak ve emeği geçen herkese minnetlerimizi sunmak.
Başka hiçbir şey değil.
Ancak bu sayede Cumhuriyetimizin 100.yılını hakkıyla kutlayabilecek ve onuru duyacağız.
Saygı ve minnetle…
Similar Posts:
- ATATÜRK’ÜN VERDİĞİ CUMHURİYET DERSLERİ
- ATATÜRK, ULUS EGEMENLİĞİ VE TBMM
- KEMALİST ve KEMALİZM -1-
- THE SEATTLE STAR ARŞİVLERİNDE ATATÜRK: 1922-1923
- Prof. Dr. Hakkı UYAR ile Röportaj