GENÇLİĞİN SORUNLARI VE DEĞİŞİM
GENÇLİĞİN SORUNLARI VE DEĞİŞİM
Hayat ve Ölüm
İnsanlık tarihi boyunca, gençlik o ya da bu biçimde tartışılmıştır. Gençliğe her zaman “gençlik” denmese de, gün gelip “çocuklar” fabrikalarda çalıştırılsa da, her devrin değişim öznesi görece daha genç olanlarla ilişki kurmak zorunluluğunda hissetmiştir kendini. “Gençlik başlı başına değişim öznesi olabilir mi?” sorusu ise, tüm yakıcılığını korumaktadır…
İnsan, ölümü dışsallaştırmıştır. Öleceğini “bildiği” hâlde ölümle barışamamış, türlü törenlerle türlü kutsamalarla olabildiğine ölümden kaçmıştır. Hatta ölüme, sözcüklerde bile katlanamamıştır. Ölüm “sessiz gemi” olmuş şiirde; kişi demir almış zamandan, aramızdan ayrılmış ve veda etmiştir. Mezarlar, kentlerin ve köylerin kuytularındadır. Ne onlarsız olur ne de onlarla… Mezarlıklar, insana ölümü anımsattığı kadar yaşama tutundurur. Bir gün öleceğinin bilgisi ne kadar bilince çıkarsa, insan öylesine yaşar. İşin sonunda ölüm vardır, kimsenin kaçamadığı, hiçbir şeyin engelleyemediği. Bellekte, “eyvallah”sız yaşamak ve mezar taşı dışında bir iz bırakabilmek isteği belirginleşir. Ölüm bu, kimimizi yaşlılığında alır götürür bilinmeze, kimimizi gençliğinin bağrında yakalar. Arkadan saplanmış bir hançer gibi kalleş, kör kurşun kadar karanlıktır…
Hayat, doğum ve ölüm arasında bir salınımdır.
İşte toplumlar, doğum ve ölüm arasındaki salınımda bilinç ve istençleri ile kararlar alırlar. Bilinç ve istenç, hayatın kök saldığı zaman ve mekânda biçimlenir. “Hayat” sözcüğü, ölüm gibidir özünde; insan hayatı dışsallaştırmıştır. Kavrayamadığını, düşünce eriminin yetmediğini, istencinin değiştiremediğini boca etmiştir hayat sözcüğüne. Ondandır hayatın böylesine kabullenişi, ondandır ölümün kabullenirmiş gibi yapılışı… İnsan bu, öleceğini bilir bilmesine de, ölmeyecekmiş gibi yaşar…
İnsan, bizlerin değinmekle yetindiği sarsıcı öyküyü her seferinde sonunu bildiği halde okuyup durmaktadır. Hayat, doğum ve ölüm… Ve bunlar arasından tohuma durmuş ölüm, her yeni doğumda biraz daha unutulur…
Biz, sözün başına dönelim en iyisi!
İnsanlık tarihi boyunca, gençlik o ya da bu biçimde tartışılmıştır. Doğum ve ölüm arasında salınımın, toplum yaşantısında dur durak bilmeksizin sürmesinin adıdır da ondan. İnsanın üreme güdüsü, ölüme karşı geliştirilmiş en güçlü direnç noktasıdır. Genin aktarımı, ölüme karşı başkaldırıdır! Direnç noktasındaki başkaldırı, her doğumda büyür; gençlik çağında gürbüzleşir, zamanla aşınır ve sonunda tohumlanmak için toprağa gömülür. Ve yeniden doğar, gömüldüğü topraktan! İşte toplumlar, toprakla kurdukları bu döngüsel ilişki içerisinde, genç kalabildikçe, ölüme meydan okurlar! İnsanlık tarihi boyunca, gençliğin o ya da bu biçimde tartışılması, özelinde insanın, genelinde toplumların yaşamı ile ilgilidir. Gençlik, doğum ve ölüm arasındaki kalınmak istenilen yerdir. Direşken, gürbüz, üretken ve üreyen insan, toplum ve insanlık!
Gençliği konuşmak insancıl yanları diri tutmaktır. Direşken olmak, gürbüzleşmek, üretmek ve üremek! Gençliği konuşmak doğumun yengilerine el vermektir! Gençliği konuşmak, ölüme başkaldırıdır! Evet, biz bugün gençliği konuşuyoruz. Direşken olmayı, gürbüzleşmeyi, üretmeyi ve üremeyi! Evet, bugün ölüme başkaldırıyoruz! Bilinç ve istençle, tarihin durdurulamaz akışında yeniden doğanları, toplum yaşantısına can suyu verenleri konuşuyoruz! Evet, bugün, ölümle kuşananların, gençliğin şakağına dayadığı silahı, gençliğe yaşattığı sorunları konuşuyoruz!
İnsanlık tarihi boyunca, gençlik o ya da bu biçimde tartışılmıştır. Bizler, gençliği değişimin öznesi, ölüme başkaldırının parlak direnci olarak salınımı aşan devinimle tartışmaya açıyoruz! Ölüm denilen, hayat denilen politik seçişleri yırtıp atıyor ve gençliğin baskı altına alınışına karşı reddedişi haykırıyoruz!
Gençlik
“Benim anladığım gençlik bu inkılabın fikirlerini ve ideolojilerini benimseyip gelecek nesillere götürecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz ihtiyardır; yetmiş yaşında bir idealist kuvvetli bir gençtir.”
-Mustafa Kemal Atatürk
(Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, C. 25, s. 319.)
Gençlik kavramı ve kurgusu, toplumsal yaşantının gereksinimleri doğrultusunda içeriğini ve yapısını sürekli yeniler. Toplumsal yaşantıda “genç” sözcüğünün anlamı çeşitlenir. Gündelik kullanımda; yaşlı olmayan, gelişimini sürdüren, anlamında kullanılagelir. Gündelik kullanım, sözcüğün fizik anlamına yollama ile yer edinmiştir. Sözcük, büyümek – artmak anlamlarına yollama ile çeşitli çağrışımları barındırır.
Ekonomik üretim süreçlerine yeni yeni katılımın gerçekleştiği, görece belirli eğitim – öğretim aşamalarından geçmiş, 15 – 24 yaş arası grup, “genç” sözcüğünün yaygın kullanımdaki anlamını oluşturur.
Gençlik ayrıca değişimin fizik temsilini, hayat döngüsünün kalınmak istenilen aşamasını imler. Tam da bu imleme, gençlik ile ilişkilendirilen değişim düşününün belirginleştiği yerdir. Değişimin gerçekleştiği yerde, gençliğe ulaşmak hem yarına uzanan yol hem de değişimin kalıcılığını sağlamaktır. Ayrıca “gençler” tarih boyunca “değişim isteği” ile ortaya çıkmışlardır. Böylece, “gençlik” kavramı, “değişim isteği” ile içkinlik kazanmıştır.
Bu bağlamda, gençliği konuşmak ekonomiyi, eğitim – öğretimi ve değişim isteğini konuşmaktır. Gençlik, kavramsal niteliğince bu üç kategoriden bağışık kılınarak ele alınamaz. Gençliğin bugünkü sorunlarını, belirtilen üç kategoriyi başlık kabul ederek, ele alıyoruz.
Gençliğin Sorunları: Ekonomi, Eğitim – Öğretim, Değişim İsteği
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik bunalım, başta emekçiler olmak üzere eriyen orta sınıfı yakıcı sorunlar ile baş başa bırakmıştır. Yoksullaşma ve işsizlik, kronik sorun durumuna gelmiştir. Kitlelerin gündemi, zorunlu gereksinimlerin karşılanıp karşılanamaması ile belirlenmektedir. Çalışan bir kişinin sağlıklı ve düzenli beslenmeyi sağlayamaması, yoksullaşmanın geldiği boyutu gözler önüne sermektedir. Güvenceli işe sahip olmayan milyonlar, işten atılma korkusuyla karşılaştıkları haksızlara ses çıkaramamaktadır. Emek sömürüsü giderek artmaktadır…
Özetlenen durumla, gençler ise katmanlaşmış biçimde karşılaşmaktadır. Hayatı sürdürmek için gereken, ekonomik üretim süreçlerine katılım gerçekleşememektedir. Kronik işsizlik, devasa işsiz ordusunun potansiyel neferi olan gençler için başlıca sorundur. Diplomalı veya diplomasız olmanın ayrımının giderek azaldığı günümüzde, güvenceli iş arayışı bir yana, işin bulunamayışı geleceğe karşı güvensizliği geliştirmektedir. Gençler, ekonomik üretim süreçlerine katılamadıkça, kendine yeterlikten mahrum kalmakta ve ailelerine bağımlı duruma gelmektedir. Mahrumiyet ve bağımlılık, bilişsel çöküşü beraberinde getirerek geleceğe karşı güvensizliği tetiklemektedir.
Ülkemizde 12 yıl zorunlu eğitim – öğretim ise, ekonomik üretim süreçlerine katılımı sağlayacak bilişsel gelişimi sağlamaktan yoksundur. Bunun yanında gencin beceri geliştirmesine de olanak tanımamaktadır. Üniversite öğrenimi bu durumda zorunlu bir süreçtir (Taban puanının kaldırılması da bu zorunluluğu görmek ile ilgili olsa gerek!). Ülkenin dört bir yanına açılan üniversitelerin birçoğu, akademik öğretimi bir kenara bırakalım, yaşam alanı olmaktan bile uzaktır. En az 16 yıl boyunca gencin içinde bulunduğu eğitim – öğretim cenderesi, ekonomik yaşama katılım şöyle dursun, gencin kişisel gelişimi sağlamaktan bile uzaktır. Gençlerin karşılaştığı ekonomik sorun ile eğitim – öğretim sorunu iç içe geçmiş bir sorun yumağıdır. Bu sorun yumağının bilgisi ile okulu sürdüren genç için eğitim – öğretim, iş bulmak ile sınırlı, katlanılması gereken “zorunlu” süreçler bütünüdür. Tüm bu süreçler bütünü ise, bir toplumun gelişmesi için gereken nitelikli yeni kuşakları yetiştirmek şöyle dursun, gençleri öğüterek mahrumiyet ve bağımlılık geliştirmekte, bilişsel çöküşe neden olmakta, geleceğe karşı güvensizliği “öğretmektedir”.
Eğitim – öğretimin, ekonomik üretim süreçlerine katılımı sağlamaya dönük, iş gücü yetiştirme kurgusu, bu kurguyu bile işletemez duruma gelmiştir. Durum böyle olunca da genç için okumak, sonu belirsiz -çoğu kez de işsiz ordusuna yazılmak ile sonuçlanan- bir katlanma edimidir. Genel tablo açısından ise işsiz sayısı 4 yıl üniversite öğrenimi ertelemeli artmaktadır!
Birkaç adım geriye çekilip çizdiğimiz resme baktığımızda, girdabın bile isteye üretildiğini düşünmüyor değiliz! Geçelim!
Ekonomik üretim süreçlerine katılamamış genç, bilişsel çöküş ile baş başa kalmakta ve toplumun derinleşen sorunlarının göbeğinde kendini bulmaktadır. Geleceğe karşı güvensizlik, hayatı kabullenmek ile sonuçlanmaktadır!
Tam da burada sormakta yarar vardır:
“Değişim isteğine” içkinlik kazanmış “gençlik” kavramı, genç için bir anlam taşımakta mıdır? Genç, kendini “genç” hissetmekte midir?
Mustafa Kemal Atatürk’ten yaptığımız alıntıyı yeniden okumanızı rica edeceğiz.
Değişim İsteğini Örgülemek
Bugün toplumsal yaşantı, gençlik kavramına “değişim isteği” içeriğini yüklemekten yoksun bir gençlik kurgusuna sahiptir. Eğitim – öğretim programı, bilim ve sanatla nitelikli kuşaklar yetiştirmek yerine bilişsel çöküşü sağlama işlevine bürünmüştür. Ekonomik üretim süreçlerine katılımın kanalları tıkalıdır. Gençler, gençlikten uzak kalmıştır!
Bize düşen görev ise:
Koşulların dayatımını kabul etmemek, değişimin fizik temsilindeki gizilgücü ortaya çıkarmak, hayat döngüsünün kalınmak istenilen aşamasını yeniden imlemektir!
İnsancıl yanları diri tutarak, direşken olmak, gürbüzleşmek, üretmek ve üremek için gençliği değişim isteği ile örgütlemektir!
Doğumun yengilerine el vermek için, bilişsel çöküşe uğratılmış gençliği ölümün pençesinden çekip almaktır!
Gençliği değişimin öznesi, ölüme başkaldırının parlak direnci olarak salınımı aşan devinimle tartışmaya açmaktır!
Üzerimize düşen görevin yerine getirilmesi için ise:
Gençleri, gençlik ile tanıştıracak, bilişsel donanımı sağlayacak; bilişsel donanımın özüne, ekonomik üretim süreçleri ile bütünleşmiş yapıcı aklı yerleştirebilecek kapasitede örgütler var kılınmalıdır.
Yapıcı aklın, değişim isteği ile perçinlendiği, gençliğin örgütlenerek bilişsel donanıma ulaştığı, ekonomik üretim süreçlerine katılımın sağlandığı örgütsel yapılar; toplumsal yaşantının yakıcı sorunlarını deney yoluyla aşabilecek birimler olacaktır.
Bugün, gençliği konuşmak ekonomiyi, eğitim – öğretimi ve değişim isteğini konuşmak kadar örgütü de konuşmaktır!
Bu örgüt ya devletin kurumları (ki o zaman ideolojik mücadelemiz, iktidar olmayı hedefleyen bir kurguda ilerler) ya da toplumsal yaşantının kurumları olur (Ki o zaman ideolojik mücadelemiz, toplumsal yaşantında karşı-hegemonyaoluşturmayıhedefleyen bir kurguda ilerler).
Similar Posts:
- LAİKLİK NİÇİN YAŞAMSALDIR?
- Kaan EROĞUZ Yazdı: “Anlatılan Bizim Hikayemizdir: Türkiye’de Genç İşsizliği Sorunu”
- KEMALİZM, BUGÜN ve STRATEJİ
- Uğur Erülker Yazdı: “ANLAMAK DEĞİŞİMİN TA KENDİSİDİR”
- Ahmet Ayçiçek Yazdı: “Genç Kemalistler”