CUMHURİYETİ NASIL YAŞATIRIZ?

Cumhuriyetimizin 100. Yılına girmiş bulunuyoruz. Ne yazık ki bu yıla Cumhuriyet’imizin 100. Yılına yakışır bir iklimde giremedik. İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan karşı devrim sürecinin AKP’nin son 20 yıllık iktidar döneminde ulaştığı seviye, 100. Yılına giren Cumhuriyetimizin birçok kazanımının ağır tahribatlara uğramasına yol açtı. 2023 yılına, Tarikatların altı yaşındaki kız çocuklarına imam nikahı kıydığı, ülke gençliğinin cemaat yurtlarında ölüme terk edildiği, mafya-devlet ilişkisinin başkentin göbeğinde insanları öldürdüğü, sermaye çevrelerinin zenginliğine zenginlik katarken halkın geniş kesimlerini yoksullaştırdığı bir karanlığın içerisinde girdik. Dolayısıyla devrim ve karşı devrim mücadelesinin çetinleştiği bir siyasal iklimde Cumhuriyet’in 100. Yılını karşılıyoruz.

Tüm bu sürecin yanı sıra 2023 yılında yapılması öngörülen olağan genel seçimler Cumhuriyet’in 100. Yılını çok daha önemli hale getiriyor. “Tarikat-Mafya-Ticaret düzeni” olarak özetleyebileceğimiz ve Cumhur İttifakı tarafından sürdürülen karşı devrimci düzene karşı verilecek mücadelenin 2023’ü ve gelecek yılları tayin edecek önemde olduğunu söylemek gerekiyor. Bu mücadelenin kapsamı ve yöntemleri üzerine düşünmek “Cumhuriyetimizi nasıl yaşatacağız?” sorusuna verilebilecek cevabın ana omurgasını oluşturuyor.

 

Somut Durumun Somut Tahlili

1923 Devrimi, asker-aydın kadroların o dönem toplumun geniş kesimini oluşturan köylülükle kurduğu sınıfsal ittifakın neticesinde gerçekleşmiş, Osmanlı’dan kalma eski siyasal ve ekonomik düzeni kökten değiştirmeye dönük radikal ve devrimci bir motivasyona sahip olmuştur. Cumhuriyet’in kurucu toplumsal formasyonu, Osmanlı’dan kalma Meşruti Monarşiyi yıkmış, sultanı ve sarayını yerinden etmiş, halkın egemenliğine dayalı demokratik ve devrimci bir Cumhuriyet kurmuştur. Bu değişim, Cumhuriyet gibi köklü bir siyasal devrim neticesinde gerçekleşebilmiştir. İktisadi dönüşüm ise, siyasal devrimden çok daha zorlu mücadelelere sahne olmuştur. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde temelleri atılan ancak esas olarak 1940’lı yıllarda Köy Enstitüleri ve aynı yıllarda meclise taşınan Toprak Reformu konularıyla gündeme getirilen iktisadi devrim hamleleri, Osmanlı ve Bizans’tan kalan toprak mülkiyeti ilişkilerini kökten değiştirmeye dönük devrimci bir anlayışla ortaya atılmıştır. Ancak bu girişimler, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin içerisine girdiği kapitalist blokun dayatmaları ve ülke içerisinde yabancı sermayeyle işbirliği içerisine giren toprak sahipleri, küçük ticaret takımı ve geleneksel bağlarından kopamamış gerici din hocaları ittifakıyla durdurulmuştur. CHP’nin 1947 yılında gerçekleştirdiği 7. Kongresi, laiklik ilkesinden verdiği tavizlerle bu devrimci sürecin önünün kesilmesinde oldukça kritik bir rol oynamıştır. Bu tarihsel dönemeçten günümüze kadar yaşanan süreç, karşı devrimci sağ iktidarlar eliyle Cumhuriyet’in kalkınmacı-aydınlanmacı kazanımlarının teker teker yok edilmesine yol açmıştır.

Son 20 yıllık AKP iktidarı, karşı devrimci hareketin doruk noktasını temsil etmektedir. AKP iktidarında, devletin yargı, yasama ve yürütme aygıtları başta olmak üzere birçok önemli kurumu tarikat ve cemaatlerin güç mücadelesi alanlarına dönüşmüştür. Devlet-mafya ilişkileri açıktan görünürleşmeye başlamış, ülke, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birinin içerisine sokulmuştur. Tarikatlar, mafya ve sermaye sınıfı bu dönemin kazananlarıdır. 2017 yılında AKP tarafından Başkanlık sistemine geçilmesinde bu toplumsal kesimlerin açıktan desteği sağlanmıştır. Cumhuriyet’in mezar kazıyıcılarının sınıfsal ittifakını görünürleştirmek “Cumhuriyetimizi nasıl yaşatırız?” sorusunu cevaplayabilmek için önemlidir. Çünkü Cumhuriyeti, onu yok etmeye çalışanlarla yaşatamayacağımız açıktır.

 

Cumhuriyeti Nasıl Yaşatırız?

Türkiye 1923’te olduğu gibi bugün de olağanüstü koşullardan geçiyor. Böylesi olağanüstü dönemler, olağanüstü mücadele koşullarının da topluma dayatıldığı dönemlerdir. Böylesi koşullarda ilerici kuvvetler, “durumu idare etmek” gibi idare-i maslahatçı bir tutum değil, radikal dönüşümleri sağlayacak, “yıkıp tekrar kuracak” devrimci bir motivasyona sahip olur. İlericiliğin kıstası budur.

Neyi yıkar? Neyi kurarız? Nasıl yaşatırız Cumhuriyet’i?

Bugün Cumhuriyet, devrimci bir perspektife sahip siyasal mücadele hattının örülmesiyle yaşayabilir. Bu hat, tarikatlar arasında “cici tarikat/kötü tarikat” ayrımı yapmaz. Ortaçağ gericiliğinin tüm kurum ve aktörleriyle mücadele eder ve onların kökünü kazımaya çalışır.

Bugün Cumhuriyet, halkın doğrudan can güvenliğini tehdit eden, erginliğe ermemiş çocuklara uyuşturucu satan ve toplumda korku ikliminin yerleşmesine hizmet eden mafya ve onun devlet içindeki uzantılarıyla “hesaplaşarak” yaşayabilir. “Mekan basmaya giden, kabadayılık taslayan” popülist siyasetin mafyalaşmasına karşı uyanık olur ve bu siyasetin vasatlığını her durumda ortaya koyar.

Bugün Cumhuriyet, halkın kamusal ihtiyaçlarını gasp eden ve ekonomik kriz ortamında dahi zenginliğine zenginlik katan sermaye güçleriyle mücadele ederek yaşayabilir. Eskişehir’de 6 yaşındaki çocuğun temel beslenme ihtiyaçlarının karşılanamaması sonucu evinde ölü bulunmasına karşın 2023 yılı başında varlıklarını 5-6 kat arttıran sermayedarlardan taraf olarak “kimsesizlerin Cumhuriyet’ini” yaşatamayız.

Bugün Cumhuriyet, IMF kurmaylarını arkamıza alarak, yurtdışından bulunan kredileri seçim kampanyasına dönüştürerek değil, devletçi-kamucu ekonomik modelden yana olan bu ülkenin yüz akı aydınlarıyla, emeğin gerçek sahibi ve üreticisi emekçilerle yaşayabilir.

“Gerçeği söylemekten korkmayınız” diyen Büyük Kurtarıcının sesi kulağımızda, adını koyalım artık; Cumhuriyet ancak sosyalizmle yaşayabilir. 1923 Devriminin birikimini sahiplenen ve onu bugünün Türkiye’sinde emeğiyle, namusuyla çalışan emekçilerin toplumsal çıkarlarıyla buluşturabilen bir Cumhuriyet yaşayan bir Cumhuriyettir. Sandıkta cismini bulan şekilden ibaret bir “demokrasisinin”, Tarikat-Mafya-Ticaret düzeninin ezbercisi değil, halktan yana devrimci bir iddianın sahipleri Cumhuriyet’i yaşatabilir.

Dün olduğu gibi Cumhuriyet’in 100. Yılında da, 1923’ün özünü kavramış Kemalistlerin “yönü” bu olmalıdır.

 

Loading