Atatürk, Ulus Egemenliği ve TBMM
6. SAYITÜM YAZILARİDEOLOJI
Mehmet Emin Elmacı
4/18/20234 min read


Mustafa Kemal Atatürk daha 1905 yılından itibaren ulus egemenliği ile ilgili görüşlerinin çevresindekilerle paylaşmaktaydı. Fransız Devrimini, Jean-Jacques Rousseau ve Voltaire’i okumakta ve bu çağda Osmanlı’da egemenliğin hala bir tek elde olmasına tepki göstermekteydi. O; Cumhuriyeti savunurken çevresindekiler bunun “delilik” olduğunu söylüyor ve imkânsızlığına değiniyordu.
Fransız Devrimi sonrası ulus egemenliğinin ortaya çıkması ve Batı’da belli devletlerin bu noktada yavaş yavaş halkın yönetime katılmasını gerçekleştirmeye başlaması elbette ki Türk coğrafyasında da kendine yer bulmuştu. Nitekim Tanzimat Fermanı sonrası toplumda dine dayalı “millet” sisteminden eşitliğe dayalı “vatandaşlık” sistemine geçiş için ilk örnekler gerçekleşmiş, bunun sonucunda da 1876’da Kanun-u Esasi’nin yürürlüğe girmesi, Meclisin açılması ve padişahın yanına milletin de gelmesiyle Meşrutiyete geçilmişti. Her ne kadar II. Abdülhamit’in Meclisi kapatıp, anayasayı kaldırmasına rağmen atılan tohumlar yeşermiş ve 1908 sonrası Meclisli ve anayasalı yapı yeniden yürürlüğe girmişti.
Cihan Harbinin sonunda Mustafa Kemal Paşa olarak İstanbul’a geldiğinde gazetelere verdiği demeçlerinde, Meclisin önemini belirten Atatürk; ülkenin geldiği durumda tüm tecrübesiyle halkın egemenliğinin önemine vurgu yapmıştı. Önce ülkenin düşman işgalinden kurtulmasına çabalayan Atatürk aynı zamanda, uzun yıllardır sadece kendi iktidarları için halk egemenliğinin tam olarak gerçekleştirilmemesinde hataları olan Saltanat’ın da işgale karşı halkın yanında olmamasını önemli bir eksiklik olarak görmüştü.
Bu nedenle işgale direnişi örgütlediği Havza ve Amasya genelgelerinde ulus egemenliğin geçirmiş ve ulusun bütünlüğünü ancak ulusun kararının kurtaracağını yazılı metinlere geçirerek tarihe notunu koymuştu. O’nun amacının, ulus egemenliğine gidiş olduğunu anlayan saltanat ve ondan geçinenler, bu nedenle işgale direnmekte olan Atatürk ve Anadolu’ya karşı koymakta gecikmediler. O ise işgalin gerçekleştiği bölgelerde ve ulusun tümünde halkı arkasına alarak Erzurum ve Sivas Kongresini gerçekleştirmiş ve hem İstanbul’a hem de işgalci güçlere önemli ve büyük bir mesaj vermişti.
Nitekim Sivas kongresi sonrası Temsil heyeti ile bir kabine üzerinden halkın görüşlerine dayanarak bağımsızlığı savunan Atatürk’ün durum lehine dönmeye başladığı o anda ilk yaptığı da İstanbul ile bir Meclisin toplanması konusunda anlaşması olacaktı. Sırtını halka dayadığında ve halkın isteği ile kararların alınması noktasında bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk, aşama aşama içindeki “milli sırrı” gerçekleştirmeye de hazırdı artık.
Ankara’ya gelen mebuslarla, İstanbul’da ne yapmaları gerektiği ile ilgili görüşmelerinde de halkın ortak kararının alınması ile ilgili bu düşüncelerini dile getirmekteydi. Nitekim Amasy, Erzurum ve Sivas’ta alınan kararlarla örtüşen Misak-ı Milli kararları da tam da bu nedenle hem İstanbul’daki Saltanat’ı ve hem de İngilizleri rahatsız edecekti. Bunun sonucunda karaya asker çıkartan ve İstanbul’u işgal eden İngilizlerin ilk işlerinden birisi de Misak-ı Milli kararlarını alan ulusun egemenliğini temsil eden Mebusan Meclisini basmaları, mebusları tutuklamaları ve Meclisi kapatarak da halkın sesini kısmaları olacaktı.
16 Mart 1920’de Başkentin resmen işgal edilmesi ve Meclisinin kapatılarak “Halkın sesinin kısılmasının” ne anlama geldiği çok açıktı. Buna tepki; maalesef ki İstanbul’daki hükümetten değil Ankara’daki Temsil Heyeti’nden gelmişti. Atatürk, halkın sesinin mutlaka açık olmasının gerektiğini bilmekteydi ve bu nedenle daha 7 Nisan 1920’de tüm mebusların Ankara’ya gelmesini istemişti. Halkın sesi kısılmamalıydı ve onun desteği ile işgale karşı çıkılmalıydı. Bu sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilirse Batılı devletlerin de bunun karşısında anlaşmazlığa düşeceğini çok iyi bilen Atatürk nihayet önemli bir karar sonrasında 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisinin toplanmasını sağlamıştı. Ulus egemenliğini ön plana çıkarmış, Meclisin kapısına da “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazısı asılmıştı.
Sonradan adı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan ve kurucu yapısı ile önemli yer tutan TBMM; artık halkın seçtiği mebusların kararlarıyla, işgale karşı her türlü tepkinin verilmesi ve dünyaya duyurulması sağlanmıştı. Meclis olağanüstü savaş koşullarında, işgalden kurtulma çabasındaydı ve bu nedenle büyük yetkilere sahipti. Yasayı çıkartan, yürütmesini sağlayarak uygulayan ve uygulanıp uygulanmadığını da yargıyla denetleyen hep TBMM idi. Bu sayede kararlar kısa sürede ve sağlıklı bir şekilde alınmış ve askeri anlamda da ordu ile milletin birliği sağlanmıştı. Asker, eşraf, tüccar, memur, hoca birlikteliği ile TBMM; kısa sürede otoritesini kurmuş ve ordunun da kazandığı başarılar sayesinde halkın güvenini kazanmıştı.
Meclisteki tartışmalarda fikir ayrılıkları ortaya çıkmış, tartışmalar olmuş ancak Atatürk sayesinde hiçbir zaman TBMM’nin kapatılması düşünülmemişti.
Halk hep ön planda tutulmuştur.
Bu sayede ülke kurtulmuş.
Bu sayede ulus egemenliğinin önemi çoğunluk tarafından anlaşılmıştı.
Artık bazılarının karşısında olmasına rağmen, “hakimiyet-i milliyeden” geri dönüşün olmaması gerektiği görülmüştü.
Ve bu sayede 1920’den günümüze kadar TBMM gelebilmişti.
Başta Atatürk olmak üzere..
Emeği geçen herkese minnetlerimizle..