Sena YıldırımYazdı: “Feodalizmin İsyanı: Dersim Olayları Gerçeği”
Cumhuriyet’e ve Atatürk devrimlerine saldırıların günümüzde birkaç ön mevzisi var. Bunlardan birisi, Cumhuriyet’e ve devrimlere karşı ayaklanan ve bu suçlarından ötürü vatana ihanetten yargılanarak cezalandırılan figürlerin günümüzde “kahramanlaştırılarak” demokrasi abidesiymiş gibi pazarlanmaya çalışılmasında açığa çıkıyor.
Bu anlamda Seyit Rıza ve Şeyh Said gibi gerici isyancıların kahramanlaştırılmaya çalışılması tarih bilgisinden yoksun ve yersiz çabalardır. Her dönemin oluşturmaya çalıştığı popülist kültürden doğan sorgulanamaz, ‘totaliter’ fikirler günümüzde demagojiden öteye götürülemeyecek hiçbir belgeye dayandırılmayan gerçeklikten kopuk duygusal sömürü imparatorlukları kurmaktadır. Feodal ağaların isyanının bastırılmasından bahsederken “Dersim Katliamı” ibaresini kullanmak, tarihten ve arşivlerden bir haber olarak gerçekleri çarpıtmaya çalışan bireylere mahsustur.
Çalışmamız, 1937 yılında yaşanan feodal nitelikli isyanın ortaya çıkışını tarihsel gerçekliğe bağlı kalarak açıklamaya çalışacak, böylece Cumhuriyete ve devrimlere karşı gerçekleşen saldırıların asılsızlığını ortaya koyacaktır.
Tunceli’de gerçekleşen isyanlar 1860’lı yıllara kadar dayanmaktadır, bu ayaklanmaların tarihi sırasıyla :1847, 1877-1878, 1892, 1895, 1907, 1911, 1916 olarak tarihlendirilebilir. Tunceli’de feodal yönetim biçimini sarsacak olan, vergi vermek ve askere gitmek gibi devlete tabi olunduğunun göstergelerinin kabul edilmeyeceğini ‘ağalık’ otoritesinden ziyade bir otoriteye razı olunmayacağını bölgede çıkan isyanlar ortaya koymuştur. 1935’e kadar Tunceli yöresinde devleti temsil eden kurum oluşturulmamış, Tanzimat dönemi yapılan teşkilatlanma sırasında dahi gerçekleştirilmemiştir.
Cumhuriyet hükümetiyse bölgenin geri kalmışlığını göz önünde bulundurarak ‘’Tunceli İl Kanunu’’ çıkartmış, yeni bir il kurup, devletin üstlendiği kamu hizmetlerini götürmeyi amaçlamıştır. Kurulan yeni devletin sayısız alanda reformlar yaptığı, illerde ve ilçelerde yeni idari sistemler oluşturduğu bu zamana kadar Tunceli feodal unsurların egemen güç olduğu ve o zamana kadar askeri önlemler dışında yatırımların yapılmadığı bir vilayettir. Halkın yoksulluğunu azaltarak feodal unsurların elinden kurtarmak amacıyla her yönüyle kalkındırma planı oluşturan yeni hükümet kesin çözüm olarak görülen yenilikler ve imarlar tasarlamıştır. Devlet, eğitim kurumlarıyla, sağlık kuruluşlarıyla, yol, köprü, su gibi sayısız yenilikle vatandaşlarına hizmet götürmeyi amaçlamıştır.
Şunun altını çizmekte fayda vardır, “Tunceli İl Kanunu” çıkarılırken herhangi bir isyan yoktur, varolan bir isyanı bastırmak için çıkartılmamıştır. Bölgeye iş, aş, emniyet sağlayıp ekonomik ve sosyal kalkınmayla isyan potansiyelinin azalacağı öngörüsüyle oluşturulmuştur. Yöreye uygulanacak topyekün kalkınma hamlesi 1935 yılında başbakan İsmet Paşa tarafından belli başlıklar halinde şu maddelerle sunulmuştur:
1- Dersim ıslah edilecek. Bir program dâhilinde önce yöre silahtan arındırılacak. Bunun için programın bir ön hazırlığı yapılacak, sonra silahların bırakılması ve teslimi olacaktır. Ardından ekonomik gelişme ve sosyalleşme devam edecek… Gerekirse zorunlu iskân uygulanacaktır.
2- Programa göre yörede yerleşik devlete kafa tutan feodalitenin tüm unsurların silahsızlandırılması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması için üç sene süreye ihtiyaç vardır.
3- Dersim vilayeti yeniden teşkilatlandırılacak, devlete ait kurumlar-resmi daireler tesis edilecek, başarılı bir kolordu kumandanı, vali ve üniformalı muvazzaf subaylar (zabitler) kaza kaymakamları olacaktır. Devlet dairelerinde çalışan memurlardan hiç biri yerli olmayacaktır.
4- 1935 ve 1936 yılları imar programı kapsamında ilin tüm yolları, köprüleri ve karakolları yapılacaktır. Bu imar işleri 1937 ilkbaharına kadar bitirilecek ve bu tarihten itibaren bir askeri kuvvet valiliğin emrine verilecektir.
5- Tüm bu hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Dersime verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu düşünceler gizlidir.
Bölgeye götürülmek istenen yeniliklerin ana hatları bu şekildedir. 1935 itibariyle hızlı ve köklü imar faaliyetleri başlayarak yollar, köprüler, lojmanlar ve karakollar yapılmıştır. Devleti tanımayarak baş kaldıran isyancıların karşı çıktığı ‘medenileştirme’, şu anlama gelmekteydi: Devlet gelecek feodal sistem yıkılacak! Altyapı hizmetleriyle vatandaş görecek, düşünecek, sorgulayacak ve devletin varlığını hissedecek, hayat biçimleri değişerek ağanın marabası, şeyhin müridi olmaktan kurtulacaklardı. Feodal yapının nüfuzunu sona erdirilecek olması, mutlak biçimde başına buyruk ağaların, şeyhlerin, mirlerin ve buna bağlı eşkıya gruplarına rahatsızlık verecekti. Devletin varolan feodal düzeni değiştirmesi demek, bölgede istediği gibi halkı yönlendiren, baskı kuran toplum yapısını yok etmesi demektir. Bunun farkında olan aşiret reisleri devlete karşı güç birliği yapma kararı alarak güçlerinden vazgeçmemeye çalışmışlardır.
Islah planı gereğince bölgeye vali-korgenaral olarak Abdullah Alpdoğan atanmıştır. 1937 yılında Tunceli’ye komşu olan Elazığ’a karargah kurarak, bölgede bağımsız hareket etmeye çalışan aşiret liderleriyle görüşmeler başlatır. “Yusufhan, Demenan, Haydaran, Şıh Hesenan, Kalan, Karakoçan, Kevan, Lolan, Keçelan, Kozan, Bahtiyar” gibi aşiretlerin yanı sıra ‘’Abasan Aşireti’’ kendi reislerinin peygamber soyundan geldiğine inan ‘’Seyit Rıza’’ hükmündeydi.
Korgeneral Alpdoğan’ın aşiret reislerinle yaptığı görüşmelerde özetle;
1-Devlete tabi olun.
2-Dersime yönelik yapılacak ıslahatı engellemeyin.
3-Bunları kan dökmeden barış yoluyla sağlayalım.
4- Eğer karşı gelirseniz çok fazla kardeşkanı akabilir.
uyarılarında bulunur ve aşiretlerin bölge halkına yönelik olarak gerçekleştirilecek yeniliklere yardımcı olmaları için gayret beklediklerini bildirmektedir. Vatandaşların ulaşımının nasıl sağlanacağını, çocukların ve gençlerin nasıl eğitileceğini; sağlık hizmetinin, yol-köprü-su alt yapılarının neleri sağlayacağının detayları ve örneklerinin anlatılması aşiret reislerinin gözünü epey korkutmuştur. Diyalog halinde ‘sulh’ yoluyla topyekun bir kalkınma hamlesi, bölgeden çıkar elde eden halkın sırtı üzerinden geçinen şeyhlere pek uygun düşmemiştir. Aşiret reisleri, Elazığ’da itiraz etmemiş hatta memnun bir görüntü sergilemiştir ancak Elazığ’dan Tunceli’ye dönerken geçtikleri yollarda ne kadar köprü varsa yakıp yıkmışlardır.
İlk önce, bu isyanın Seyit Rıza ile bağdaşmasının sebebini açıklamak gerekirse, bunun iki taraflı olduğu söylenebilir. Yörenin henüz eğitim hizmetinden yoksul kalmış vatandaşını, teşvik edebilmek için kullanılan en güçlü silahı ‘’şeyhlik’’ mertebesi oluyordu, bu sıfatla ismini süsleyen insanlar peygamber soyundan geldiğini iddia ederek halkın üzerinde etkili bir tutum sergileyebiliyordu. İkinci olarak Baytar Nuri Dersimi isimli şahsın İngilizlerle, yurt dışı irtibat ve destek sağlayarak feodalizm enstrümanıyla bölgeyi kargaşaya sürükleyecek gücüdür. Abasan Aşireti reisi Seyit Rıza’nın çağrısıyla Yusufan, Kureyşan, Abbasuşağı, Haydaran aşiretleri isyan hareketi başlamıştır. Özellikle Demenan, Haydaran ve Yusufan Kürt aşiretlerinin katılımı ile isyan iyice genişler. Devlet otoritesini kabul etmeyen, vergi vermek istemeyen diğer aşiretlerin de katılımıyla isyan yaygınlaşacaktır.
İsyancıların öncesinde kararlaştırdığı üzere 1937 yılının 20-21 Mart gecesi Harçik Köprüsü yakılır, köprüyle Kahnut Bucağı arasındaki telefon hattı kesilir, bölgedeki askeri karargâhlara, karakollara saldırılar yapılır, buradaki tüm askerler şehit edilir, karargâhlar da yakılır. O gece resmi şekilde devlete isyan bayrağı açılmıştır. Yıkılan köprü bir sembol olarak, devlet ile bölgenin bağının yıkıldığını göstermektedir. Sulh ile çözülmeye çalışan ıslahat planı bir anda askerlerin kurşuna dizilmesiyle kanlı bir çatışmaya dönmüş oldu. İsyancılar sarp alanlara dağılarak karadan askerin ulaşmasını zorlaştırmıştı, 27 Mart 1937 günü Sin Bucağı Karakolu da basıldı, telefon kabloları kesildi, 36 jandarma vahşice katledildi, sonraki günlerde Jandarma Tabur’una baskınlar devam etti.
Vali Abdullah Alpdoğan’ın karadan aldığı güvenlik önemleri hedeflenen başarıya ulaşamayınca, isyanın bastırılması için sahneye hava kuvvetlerinin girmesi kararlaştırıldı. Hava kuvvetleri harekete geçmeden önce isyancıların devlete verdiği zararından doğan ‘zafer sarhoşluğu’ bir ültimatomla sonuçlanmıştır. Ültimatomda yer alan istekler şöyle özetlenebilir:
1-Askeri birlikler bölgeden çekilsin.
2-Yeni köprüler yapılmasın.
3-Devleti temsil eden resmi kurumlar oluşturulmasın.
4-Yeni idari sistem kurulmasın.
5-Silahlarımıza el konulmasın.
6-Toplanan vergiler, hükümetle aralarında paylaşılsın.
Önceki isyanlarda olduğu gibi devletin ortalığı asilere bırakıp gideceği sanılıyordu ancak, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni dersimli ağaların şeyhlerin keyfine bırakacak biri değildi. Gerekli hazırlıklar yapılıp hava kuvvetlerine talimat verildi. Hava birliği için üç uçak filosu seçildi, filo komutanlığına da Gazi Paşa’nın manevi kızı Sabiha Gökçen getirildi. İsyancıların özellikle saklandıkları ve beslendikleri büyük yer olan “Laş” bölgesi ile Seyit Rıza’nın da bulunduğu “Laçinan Deresi” ve çevresi yoğun şekilde bombalandı.
Seyit Rıza’nın yanındaki isyancıların çoğunun Laçinan Deresi çevresinde öldürülmesi aşiretlerde büyük paniklere yol açtı, oluşan durumdan yararlanan askeri birlikler daha kolay ilerlemiştir. Yazılı bildirileri yöreye dağıtarak isyanı sonlandırmaya çalışan Cumhuriyet ordusu, bir sonuç alamayınca şiddetli çarpışmalarla devam etmek mecburiyetinde kalmıştır. Jandarma Taburlarının çembere alınmak istediği çarpışmalar devam etmiş ancak Sabiha Gökçen’in de bulunduğu uçak filosu isyancıların yavaş yavaş geri çekilerek, teslim olmasını sağlamıştır.
Seyit Rıza’nın mağaralarda saklandığı haberi gelince, askerin yoğun takibi ve ateşi bu yöne doğru çevrilmiştir. Koçgirili Alişir’in bizzat bölgede yaşayan halk tarafından karısıyla beraber öldürülerek, Alişir’in kafasının köylülerce kesilip, Abdullah Alpdoğan’a yollanmasının yarattığı vahşetin hissetirdiği telaş hala atlatamamıştır. Geriye kalan isyancıların da öldürülmesinden sonra çaresiz kalan Seyit Rıza adamlarıyla birlikte mağarada saklanırken, yaklanacağını anlayınca, 10 Eylül 1937 günü Erzincan kırsalında jandarmaya teslim olmak zorunda kalmış, isyancılarla birlikte Elazığ’da kurulan askeri mahkemeye sevk edilmiştir. Yargılama 15 Kasım 1937’de sona ermiş, 11 kişi idama mahkûm edilmiş fakat yaşlarının geçkin olmalarından dolayı içlerinden dördü hakkında idam cezası 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir.
Günümüzde devletle hesaplaşmasını sürdüren, Atatürk’ün açtığı ilerici yola taş koymak isteyen partililerin kişilik anıtı gibi tekrarladığı iki isim Şeyh Said ve Seyit Rıza olmuştur. Bu iki isyanın ortak noktası, İngilizlerin maşası haline gelerek din ve etnik milliyetçilik maskesini takarak Türkiye Cumhuriyeti aleyhine faaliyetlerde bulunmalarıdır. Musul’u elinde tutabilmek için her yol mübah anlayışı güden İngiltere, bazen Şeyh Said kisvesiyle ‘’Din elden gidiyor! Okurduk ki kız mekteplerinde İslamiyete aykırı şeyler oluyormuş! Kızlar piyano çalıyorlar, erkekler keman çalıyorlar sabaha kadar sohbet ediyorlarmış.’’ Gibi kışkırtmalarla, bazense Seyit Rıza silüetiyle ‘’ Eğitim istemezük, kalkınma istemezük, okumuş halk istemezük’’ söylemleriyle karşımıza çıkmıştır.
Yaşanan isyanın Sovyet Rusya, yorumuysa “Komünist Enternasyonal” arşivlerinde saklıdır: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye’nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”
Ankara’daki İngiliz Elçiliği’nden Percy Loraine tarafından İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden’a yollanan numarası 309, tarihi 22 Mayıs 1937 olan mektupta(1):
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Sayın Bakan,
Yıllardan beri, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp, Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.
Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt vadisinde yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım….
Seyit Rıza
Dersim Başkomutanı”
Peygamber soyunun varisi olarak kendisine yakıştırılan ‘’seyitlik” unvanını kullanarak toplumu felakete sürüklemiş ve Hıristiyan bir devletin himayesini isteyerek kendi devletine, dindaşlarına karşı isyan etmek “seyitlik” payesine yakışmakta mıdır? Nuri Dersimi’nin Fransız hükümeti tarafından korumaya alınması ve isyancıların üstünden çıkan Fransız silahları unutulmamalıdır, Şeyh Sait’in İngiliz hükümetiyle olan ilişkisi de yine belgeler de görülmektedir.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Türk milleti hakkında kara propagandalara bir cevap verecek olursak, görüldüğü üzere tarih bizzat gerçeklikten uzak bu söylemleri düşürmüştür. Görüldüğü üzere isyan bir valiye bağlı olarak gerçekleşmemiştir, bölgede devletin varlığı tam olarak sağlanamamışken isyan hareketleri başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun geriye bıraktıklarıyla oluşturulmaya çalışılan Ulus Devletin, feodalizm düzeniyle hareket ederek devlet kurallarını tanımayarak, şehire zarar veren, insanları katledenlere vereceği tepki hareketi bastırmaktan başka biçimde olamazdı.
Bu noktada son derece önemli bir husus bulunmaktadır. Günümüzde bu isyanın içeriği araştırılmadan, sadece Türkiye Cumhuriyeti’ne başkaldırıldığı için desteklenmektedir. İsyan eden sadece Kürt aşiretler değildir, Anzavur İsyanı, Çapanoğlu İsyanları, Birinci ve İkinci Konya isyanları gibi isyanlarda aynı tedbirlerle bastırılmıştır. Cumhuriyet idaresi ülkenin hangi bölgesinde çıkarsa çıksın, hangi etnik veya dinsel içerikte olursa olsun emperyalizm destekli her rejim ve devrim karşıtı isyanı bastırabilme ve toplumda güven ve huzuru sağlayabilme iradesini göstermiştir.
Feodal çıkar ilişkileriyle aşiret ve toprak ağaları tarafından başlatılan ve yoksul bölge halkına da zarar veren bir isyanı etnik bir kimlik üzerinden “ulusal” bir başkaldırı olarak yorumlayan çarpık görüşler de günümüzde sıkça pompalanmaktadır. Bu görüşün savunulacak bir yanı olmadığı gibi, sağlıklı olmadığı da apaçık ortadadır. Tunceli Türkmeni, Kürdü, Alevisi, Sünnisi, Bektaşisi olan kültürel açıdan çok zengin bir bölgedir. Böyle bir bölgede tek bir milleti aramak ve bunu hikayeleştirmeye çalışmak ayrı bir çelişkidir. Günümüzde karşı-devrim cephesi tarafından çizilmeye çalışan resme bakılırsa Seyit Rıza ‘haksızlıklara karşı gelen, halkını korumuş halk kahramanıdır.’ Bölge halkına refah, güvenlik getirmek istemeyen, köprü, okul, yol demeden yakıp yıkan bir özgürlük savaşçısı (!)…
Devlete isyan edip askere, polise silah doğrultarak devletin vatandaşı korumak için yaptığı yapılara zarar vererek, insanları öldürerek ‘mağdur’ olmak dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.
Çalışmamızda ortaya konulduğu üzere isyanın, güvenlik istemiyle, hükümet baskısıyla, adaletsizlikle, ana dil konuşturmamakla, özgürlükle, baskıyla, kalkınamamışlıkla, fakirlikle, eğitim isteğiyle hiçbir alakası yoktur!
Aksine devletin bölge halkına adalet, eğitim, ulaşım hizmetleri götürmesine itiraz olarak feodal ağalar tarafından bu ayaklanma gerçekleşmiştir. Yörenin hakimi olan bu feodal güçler: şeyhler, ağalar, mirlerin, artık vatandaşı harca bağlayamamasına, çıkarlarının sarsılmasına yönelik rejime karşı giriştikleri bir isyandır Dersim olayları.
Günümüzde Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı paydasında bir araya gelen, emperyalizm destekli toprak ağalarından “demokrasi kahramanları” çıkarmaya çalışan, “tarihle yüzleşme” kisvesi altında açık açık feodalizm sevgisini ve cumhuriyet rejimi karşıtlığını ilan eden çeşitli bölücü grup ve kişiler bulunmaktadır. Her 4 Mayıs tarihinde gördüğümüz gibi bu kişiler sadece etnik veya dinsel bölücü grupların arasında değil Atatürk’ün emaneti olan parti ve kurumlara dahi sızmış ve Cumhuriyet karşıtlıklarını buralardan dahi ifade edebilecek cürete kavuşmuşlardır.
Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı gelen saldırılar her nereden olursa olsun Cumhuriyet’in emanetçisi Türk gençliği, bilimi ve tarihsel gerçekliği esas alan çalışmalarıyla karşı-devrim kampanyalarına karşı Cumhuriyeti ve devrimleri savunmaya devam edecektir.
Senanur Yıldırım
(1): Ramazan Demir, Feodalizmin Devlet İsyanı ve Dersim Olayları, İstanbul, Palme Yayınları, 2011
KAYNAKÇA
- ATASE Arşivi: https://msb.gov.tr/ArsivAskeriTarih/icerik/arsiv-ve-askeri-tarih-daire-baskanligi
- Başbakanlık Cumhuriyet arşivi: https://www.devletarsivleri.gov.tr/
- Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar, (1972), Genelkurmay Harp Dairesi Başkanlığı Genelkurmay Basımevi, Ankara
- Uluğ, Naşit. (2009), Derebeyi ve Dersim, Kaynak Yayınları, İstanbul.
- Uluğ, Naşit. (1997), Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, İstanbul
- 17.06.1937, Tan Gazetesi
- 17.06.1937, Cumhuriyet Gazetesi
- Osmanlı Döneminde Dersim İsyanları, Askeri 106 Sayılı Askeri Layiha, s. 14 vd.
- Demir, Ramazan. (2011), Feodalizmin Devlet İsyanı ve Dersim Olayları, Palme Yayıncılık
Similar Posts:
- Miraç Ordu Yazdı: “Şili’den Türkiye’ye: Ufukta Görülen Değişim”
- Onur Erülker Yazdı: “CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAKİ EKONOMİK KAZANIMLAR”
- Öner Tanık Yazdı: “Yurt Sevgisinin Örnek İnsanı: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu”
- KEMALİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK OCAKLARI
- SEÇİM EKONOMİSİ