Genel

ÖRGÜTLÜ TOPLUM MECBUR DEĞİLDİR

 

Erdoğan nefretiyle muhalefeti birleştirme planı

Bu seçimde muhalefetin genelini bir araya getiren en büyük güdü “diktatörlüğe ve şeriata karşı olmak”. Bu durum Erdoğan’ın, iktidarın hatalarını belirtmekle birlikte muhalefetin de hatalarını eleştirenlerin ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamalarına, dokuz köyden kovulmalarına neden oluyor. Kendi konferanslarımdan tanığım. Kimse kendi fikir dünyasından kişilerin, kurumların (mahallesinin) eksiğinin gösterilmesini istemiyor. Çünkü bunu, hataların giderilmesi için yerinde bir eleştiri olarak değil “karşı” gördüğü mahalleye gösterilen zaaf olarak anlıyor. Hatta sizin, onun karşı gördüğünü bin kez eleştirmenizin de önemi yok, dinleyenlerin mahallesindeki eksikleri, hataları bir kez bile dile getirmeniz, yaftalanmanız için yerli. Dahası para, makam, paye peşinde olduğunuza da yorumlanır. Erdoğan nefreti, eleştirilere kulak kabartmayı, sağlıklı düşünmeyi önlüyor. Dolayısıyla kendi mahallemizden olan insanları da yıpratıyor, ötekileştiriyor, hatta hedef gösteriyoruz.

 

İdeolojik netlik gitti

Erdoğan nefreti ideolojik netlik olmaksızın birlikteliğe neden oluyor. Eğitim, ekonomi, AB, ABD, Suriye, Ege, Patrikhane, laiklik, tarikat-cemaatler, bağımsızlık, emek gibi temel konularda mutabakat sağlama gereği duymaksızın bir araya geliniyor. Amaç parlamenter sisteme geçmek olunca ideolojik birliktelik aranmıyor. Hal böyle iken ABci, Amerikancı, FETÖcü, PKKlı, özelleştirmeci, Kemalist, antikemalist, laik, antilaik bir araya gelebiliyor.

 

Neden kolayca kanıyoruz, aldanıyoruz?

Bunlar yıllarca partiler arası görüşmelerde pişiriliyor ama aday listeleri netleşince şaşıranlar oluyor. Kendilerinin veya birilerinin kandırıldıklarını, yanıltıldıklarını düşünüyorlar. Oysaki kimse bilgisizlikten, iyi niyetten veya başka bir sebepten dolayı kandırılmıyor, kanıyor. Aldatılmıyoruz, aldanıyoruz. Çünkü Tevfik Fikret’in dediği gibi “ezeli bir şifadır, aldanmak”. Partileri, kişileri, programlarına, düşüncelerine, geçmişi ve bugünü arasındaki tutarlılıklarına göre değil niyetimize göre değerlendiriyoruz. Kimse aslında yalan söylemiyor, apaçık konuşuyor. Parti programları da internet sitelerinde yazılı. Yıllarca gözümüzün önündeki olayları “münferit”, “o şahıs ile kurum arasındaki sorun” olarak görüp iyi niyet beslemeye devam ediyoruz. Gerçeği olduğu gibi değil görmek istediğimiz gibi algılıyoruz.

 

Mazrufa değil zarfa bakılıyor

Zarfa değilmazrufa bakmalı” sözü, “şekle değil içeriğe bakmak” anlamına gelir. Oysa sözü tersine çevirerek şekle bakılıyor. Münferit görülen olayların çoğaldığı, benzer fikir ve davranıştan dolayı olduğu görülmek istenmiyor. Zarfa değilmazrufa bakma durumunu, CHP listesinden milletvekili adayı gösterilen birkaç örnek üzerinden açıklamaya çalışalım.

İYİ Parti, FETÖ operasyonlarında örgüt üyelerine desteğe giden İdris Naim Şahin’i Ordu’dan milletvekili adayı olarak gösterdi.

“Dersim katliamları, İstiklal mahkemeleri, Anadolu mozaiğini yok eden ulusçuluk gibi tarihimizde gurur duymamızın mümkün olmadığı çok olay var” diyen Deva Partili Mustafa Yeneroğlu, CHP’den İstanbul 3. Bölgeden aday gösterildi.

Kemalizm’e yönelik “dışlayıcı” ve “ırkçı” diyen, FETÖ’nün Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarının tetikçisi Taraf’ın yazarı da olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın da adaylar arasında. Taşkın, Tanıl Bora ile yazdığı “Sağ Kemalizm” başlıklı makalesinde de şu ifadeleri kullandı:

“Seçkinci, atavist [atacı] ve faşizan öğelerle eklemlenen otoriteryanizmi, etnisist-kültüralist açılımları belirgin milliyetçiliği düşünüldüğünde, Kemalizmin esasen sağcı olduğunu ileri sürmek de pekâlâ mümkündür.”[1]

Rize Ensar Vakfı Başkanı Hasan Karal da aday yapılanlar arasında.

Yargıtay’ın “Ergenekon isimli bir terör örgütü yok” tespitine “siz var deseniz ne olur, yok deseniz ne olur” yanıt veren, Türk donanmasının hapislere tıkan Sadullah Ergin de aday.

 

Geçmişe değil bugüne bakalım ama özeleştiri verdiler mi?

Özeleştirinin ille de apaçık ve sözlü olarak verilmesi gerekmez. Geçmişte yazdıkları, söyledikleri yaptıklarının kısmen veya tamamen yanlış olduğuna yönelik imalı da olsa cümle ve davranışlarıyla özeleştiri vermiyorlar ama bu insanlarla parlamenter sisteme geçmek üzere yol alınıyor.

Öyle bir algı oluşturuldu ki bu kişiler, özellikle de Sadullah Ergin adaylıktan çekilse veya çektirilse yazarlarımız ve kimi muhalif taban için sorun kalmayacak ve rahatlayacaklar. Peki bu insanları kim aday yapıyor? Kimler sessizlikle ve neden geçiştiriyor?

Bunu sorduğumuzda zarfa değil mazrufa (içeriğe) bakmaya başlamış olacağız. Bu kişiler belli partilerin üyesi, dolayısıyla o partilerin anlayışını yansıtıyor. Yansıtmasa aday yapılmazlardı. “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü bu durumlar için söylenmiş. Dolayısıyla bu kişilerin hedefe alınmasından ziyade bu kişileri aday yapan partileri ve anlayışı hedef almak, o anlayışa karşı mücadele etmek gerekli. Anlayış sürdükçe isimler değişir sadece. Böyle onlarca isim var. Farklı bir yüzle yeniden Erginler, Taşkınlar, Şahinler, Karallar karşımıza çıkarılır.

Bu anlayış seçim sürecinde görünür olmadı, yıllardır gözümüzün önünde oluyor. Örneğin DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür” ifadesinin değiştirilmesi gerektiğini savunmuştu. Babacan “Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşı hissetmesi, güçlü bir vatandaşlık anlayışının hakim kılınmasıyla mümkündür. Anayasamızın 66. maddesini, çağımızın gereği olarak, kapsayıcı bir anlayışla yeniden ele almayı teklif ediyoruz” ifadelerini kullandı. DEVA Partisi’nin Kurumsal İletişim ve Tanıtım Başkanı Sanem Oktar, “Türkiye’de Atatürk milliyetçiliği diye bir tarif var. Siz başka bir tarif mi getiriyorsunuz? Anayasa’dan Türklüğü çıkarıyor musunuz?” sorusu üzerine şöyle konuşmuştu:

“Doğru. Kabul edeceğimiz vatandaşlık anlayışında herhangi bir etnik, dini ya da kültürel kimliğe atıf yapılmayacaktır. Farklılıklar arasında birini diğerine karşı ayrıcalıklı kılan bir tercihte bulunulmayacaktır.”

Babacan, Sadullah Ergin’in geçmişte yaptıklarını “demokrasinin gereği” olarak gördü ve arkadaşını savundu.

CHP Genel Başkanı Kemalkılıçdaroğlu “1930ların CHPsi değiliz” demiyor mu? Birgül Ayman Güler, Dilek Akagün Yılmaz, Fatma Nur Serter gibi Kemalistler yıllar önce CHP’den tasfiye edilmedi mi? Kemalizm’e ırkçı, faşizan diyen biri CHP genel merkezinin bilgisi dışında mı CHP Genel Başkan Yardımcısı ve aday yapılıyor?

CHP Deva Partisinin açıklamalarını bilmiyor mu?

Özetle kimse geçmişte yapılanlardan pişman değil, aksine yüzümüze bakarak savunuyorlar. Mücadele edilmesi gereken kişilerden ziyade Anayasa’dan Türk’ü çıkarma, üniter, laik devletle, Atatürk ile, Kemalizm ile sorunlu, emperyalizmi öven anlayışa karşı mücadele edilmeli.

 

Bu durum kime yarıyor?

İdeolojik noktalarda asgari uzlaşı bile olmayınca haliyle muhalif tabanda yıllardır biriken tepki, artık bardağı taşırmaya başlıyor. Daha 2 hafta önce “başka çaremiz yok Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğiz” diyen, gündemi takip eden, Atatürkçü bir sendikanın yöneticisi öğretmen arkadaşım Sadullah Ergin’e yönelik tepkisinden dolayı TİP’e oy vereceğini söyledi. Yakın çevremde ve sosyal medyada da benzer durumla karşılaşıyorum. TİPli milletvekillerinin bazılarının HDP sayesinde meclise girdiklerini pekala biliyorlar. Zaten HDP’yi meşru gösteren CHP ve diğer muhalif partilerden dolayı buna canı sıkkın değil. Ulusalcı vekilleri tasfiye eden CHP, tabanı HDP’ye alıştırdı. TİP öyle bir reklam ediliyor ki muhalif tabanı, kendine çekmeye başladı. Dolayısıyla bu, Millet İttifakı’na da zarar verecektir. Peki TİP nasıl bir parti?

Finlandiya’nın NATO üyeliğine “hayır” dememek için Meclis’e gelmedi.

Ayrılıkçılığa tavizkar. TİP programını okuyalım:

“TİP, Kürt halkının kendi geleceğini ve kaderini belirleme hakkını kabul eder. Bununla birlikte, bu hakkın kullanımına dair tutumunu işçi sınıfı mücadelesinin çıkarları doğrultusunda oluşturur. Kürt halkının haklı taleplerinin savunulması ve desteklenmesi, Kürt siyasal hareketinin yönelim ve tercihlerinden bağımsız bir ilkedir.

TİP, Kürt halkını ve mücadelesini, Türkiye’deki özgürlük mücadelesinin ve işçi sınıfı öncülüğündeki devrimci halk hareketinin vazgeçilmez bileşenlerinden biri olarak değerlendirir. Kürt siyasal hareketi ile TİP arasındaki ilişkiler, işçi sınıfının çıkarları ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak belirlenir.”[2]

“Kürt siyasal hareketi” dedikleri PKK ve meclisteki temsilcisi HDP. HDP ile “Emek ve Özgürlük İttifakı” kurdular. TİP, HDP’ye zarar vermekten kaçınıyor. TİP Ankara 1. bölgede aday çıkarmama nedenini TİP Genel Başkanı Erkan Baş şöyle açıkladı:

“Biz şimdi Ankara 1. Bölgeden seçime girmiyoruz. Girseydik Yeşil Sol Parti kaybederdi. O nedenle girmedik. Ha bizden olmuş, ha onlardan… Fark etmez.”

Programında ayrıca “anadilde eğitim ve anadilde yaşam hakkını benimser” yazıyor. Anadilde eğitim anadilin öğrenilmesi değil matematik, tarih, coğrafya gibi bütün derslerin Kürtçe verilmesidir.[3] Peki ayrı eğitim ayrı devleti gerektirmez mi?

 

Parlamenter sistem gelir mi?

Güney Afrika Atasözü olan “aslanceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir” cümlesini “orman yanıyorsa aslanceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşmalı” şeklinde dönüştürdüler. Orman yanıyor diye yan yana koşanlar, “birlikte koşuyor” anlamına gelmez. Bir an koşuyorsunuzdur ama yangını söndürme veya yangından kurtulma yönündeki bir çözümde ortaklaşma yoksa bir süre sonra aslan bir yöne ceylan bir yöne koşacaktır. Yan yana koşmasını istiyorsanız güdüleri farklı olan, hatta aslandan korkan ceylanı, aslan ile ortak bir programda (çözümde) uzlaştırmanız gerekir. Bu zordur. Parlamenter sisteme geçmek ortak bir uzlaşı noktası olarak görülüyor ama ideolojik bir uzlaşı yoksa parlamenter sisteme geçmek kolay, belki de mümkün olmaz. Çünkü Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı’nın farkını ortaya koymayan vekillerin oluşturduğu bir mecliste, partiler arası geçişler artacaktır. Bu sebeple kimilerinin “FETÖcü, Ensarcı, PKKlı, Kemalizm karşıtı, liberal, İslamcı vekillerin Ak partiye geçmeyeceğini nereden bilelim!” şeklindeki kaygı yerindedir. Böylesi bir durumda parlamenter sisteme geçmek hiç mümkün bile olmayabilir. Eğitimden ekonomiye ülkemizin temel meselelerinde temel bir uzlaşı olmadan listeleri belirlemek, şansa olta sallamaktır. Parlamenter sisteme geçtikten sonra bu kadar farklı bir fikir ortamında temel meselelere çözüm getirmek mümkün değildir. Hatta mevcut durumdan daha geri gidilebilir. PKK’nın partisi HDP, “meşru, yasal parti”, “Demirtaş’ın suçu yok”, “Türkiye partisi” denerek kilit parti konuma sokuldu. CHP, HDP’yi ziyaret etti, işbirliğini geliştiriyor.

 

Çözüm görevimizi havale etmekte değil üstlenmekte

“Ak partiden daha kötüsü olamaz” diyenler, yukarıda sıraladığım nedenler dolayısıyla muhalefetin üniter-ulus devleti parçalayıcı, etnikçi, dinci, ABci, Amerikancı, FETÖ’yü, PKK’yı büyüten açıklamalarını görmezden geliyorlar. Atatürk ise “ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür” ve manda savunucularına karşı “ya istiklal ya ölüm” demiştir. Ehven-i şer, iyi ve kalıcı çözümün olanın önüne geçer. Yıllarca da böyle olduğu için bugün bu haldeyiz. Geçmişin pisliğine bulaşmış kimseler özeleştiri vermeden, hala haklı olduklarını savunarak, karnınıza taş bağlamanız istenircesine bu yüzden adaya yapılabiliyor. Ehven-i şer fikri, mücadeleden, örgütlülükten kopuk, konformist insanların işidir. Mücadele etmeyenler kendilerine sunulanlardan birini seçer. Mücadele eden kendisine ve millete güvenir. Sorun toplumun örgütlü olunmamasında. Sendikalı olmayan o kadar çok emekçi var ki. Toplumun diğer kısmı da yılda 1-2 kez etkinliğe, mitinge gitmenin dışında örgütlü bir çalışmanın içinde değil. Sendikaya veya bir derneğe, partiye üye olanlar da çoğunlukla örgütü değil. Örgütlü olmak, örgütüyle birlikte karar almak, planlama yapmak, bunu hayata geçirmek, kısaca mücadele etmektir. Sadece üye kalarak konforunu bozmayan milyonlarca insan var. Dolayısıyla biz gerçek anlamıyla örgütlü oldukça kendimize sunulanları beğenmeyecek ve kaderimizi elimize alabileceğiz.

Mücadele seçimle sınırlı değildir. Seçimler mücadelenin büyütülmesi için araçtır. Çok uzağa gitmeyelim, Cumhuriyet mitingleri, 2013 Haziran direnişi bize sunulanları beğenmediğimizin göstergeleri. Silivri zindanından kahramanları seçimle değil mücadeleyle çıkardık. Mücadele doğru hatta kararlı durarak, güç biriktirerek ilerler. Kim iktidarda olursa olsun örgütlü ve mücadele eden halkı belli ölçüde de olsa dikkate almak durumunda kalıyor. İktidar daha fazlasını yapamadıysa, muhalefet daha ifrit edici noktaya gelmediyse halkın mücadelesi nedeniyledir. Bunları hatırlarsak Atatürk, üniter devlet, Türk milleti, laiklik karşıtlığı kök salamaz. Salamayacak da. En eleştirel olanların çoğunda dahi Atatürk sevgisi, saygısı, üniter devletin, laikliğin önemi, kadının özgür bir insan olduğu belirtilir. Bunları herkes aynı şekilde gibi anlamaz ama konuşmanın ayrıntılarına girdikçe belli ölçüde anlayış birliğine vardığımızı görürüz.

Biz örgütlü oldukça, görev aldıkça, mücadele ettikçe şeriat da diktatörlük de gelemez, anayasadan Türklük de çıkarılamaz, üniter devletle sorunu olanlar, anadilde eğitimi savunanlar, Kemalizm’e “ırkçı” diyenler de baş tacı yapılamaz. Milletin öncü dediğimiz kesimleri “ama” deyip yalpalamadıkça, güce meyletmeyince, tepkileri, dokuz köyden kovulmayı göze aldıkça, kısaca dik durdukça milletimizin gerçekleri görmesi kolaylaşacaktır. Çünkü insanlar bir süre kandırılabilir ama ilelebet kandırılamaz.

 

[1] Tanıl Bora-Yüksel Taşkın. “Sağ Kemalizm”. Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce-Kemalizm, c. 2. 6. bs. İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, 529.

[2] https://tip.org.tr/program/

[3] Not: Atatürkçülük’ün ne olduğuna, anadilde eğitim ile anadil öğrenimin farklılığına dair “Atatürkçülük 100 Soru/Yanıt” kitabıma göz atılabilir.

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir