Öniz ÖzsoyRöportajSelvet Ergün

Av. Öniz ÖZSOY ile Röportaj

1) Erken yaşta evliliklerden kaynaklanan cezaların affedilmesi şeklinde ifade edebileceğim kamuoyunda ‘evlilik affı’ olarak bilinen kanun düzenlemesinin siz bir hukukçu olarak ne anlama geldiğini açıklar mısınız?

Henüz bir tasarı yok, bir tasarı haline de getirilmez umarım. Daha önce de gündeme getirilmişti bu konu ve ne amaçlandığını o dönemdeki tartışmalardan biliyoruz. Ancak şu an için konuşulanlar elbette muğlak, hangi faillerden ve buna bağlı olarak kaç mağdurdan bahsediyorlar belirli değil. Ama şu belirli; çocuğun cinsel istismarı suçu Türk Ceza Kanunu’nun 103. Maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre çocuğun cinsel istismarı şöyle tanımlanıyor: 15 yaşını tamamlamamış yahut 15 yaşını tamamlamış olsa bile bu eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş çocuklara karşı gerçekleştirilen her tür cinsel davranış ve 15 yaşını tamamlamış çocuklara karşı ise cebir, tehdit, hile gibi iradelerini etkileyen bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar çocuğun cinsel istismarı suçudur

 ‘Bu Düzenleme 15 Yaş Altını Kapsıyor’

Türk Ceza Kanunu’nun 104. maddesi ise reşit olmayan çocukla cinsel ilişkiye girme suçunu düzenler. Bu şu demektir; 15 yaşını tamamlamış çocukla cebir, tehdit, hile olmaksızın cinsel ilişkiye girmek de suçtur ancak bu şikâyete bağlı bir suçtur, yani bir şikâyet yok ise kamu davası açılmaz yahut kamu davası devam ettirilmez. Bu düzenlemeler ışığında evlilik affı olarak adlandırdıkları düzenleme kimleri kapsıyor? 15 yaşından küçük çocuklarımızın cinsel istismar suçunun mağduru oldukları dosyaları kapsıyor. Çünkü izah ettiğim gibi, 15 yaşın üstündeki çocuklara ilişkin olarak, onlara yönelik cinsel davranış cebir, tehdit yahut hile gibi bir sebebe dayanarak gerçekleştirilmedi ise ve ortada bir şikâyet de yoksa kamu davası açılmaz. Keza cebir, tehdit, hile gibi nedenlere dayanılarak gerçekleştirilen cinsel eylemlerin evlilik affı olarak adlandırdıkları olası düzenleme kapsamına dahil edilmeyeceğini vurguluyorlar, beyanları bu yönde. Ancak kanun maddesini açıklarken belirttiğim gibi cinsel davranışın çocuğun cinsel istismarı sayılabilmesi için cebir, tehdit yahut hile gibi çocuğun iradesini etkileyen bir eyleme dayalı olarak gerçekleştirilmesi şartı 15 yaşını tamamlamış çocuklara ilişkin. Özetle ‘Ortada bir şikâyet yok, bu insanlar birbirlerini sevmiş, evlenmiş, daha ne diye aileleri parçalıyorsunuz!’ gibi cümlelerde vurguladıkları o aileler içindeki ‘eşler’ 15 yaşından küçükken cinsel istismara maruz kalmış çocuklarımız.  15 yaşını tamamlamamış bir çocuğun özgür iradesinden, rızasından söz edilebilir mi? 12-13 yaşındaki bir çocukla cinsel ilişkiye girilmesi, dini nikahla evlenilmesi, hamile bırakılması hangi hukuka yahut vicdana göre olağandır? ‘Şikâyet eden yok, düğün dernek yapılmış, çocukları olmuş’ ve sair gibi gerekçelerle ileri sürülen 15 yaşını tamamlamamış çocukların özgür iradeye sahip oldukları. Böyle bir anlayışı hukuken, vicdanen kabul etmek mümkün mü? Asla mümkün değildir. Cebir, tehdit olmamasını ‘çocuğun özgür iradesi vardır.’ olarak yorumlamak ve bu suçu meşru hale getirmek ne hukuka ne vicdana sığar. 15 yaşını tamamlamamış bir çocuğa yönelik her tür cinsel eylem kanuna göre cinsel istismar suçudur. Bununla birlikte eylem bir de cebir, tehdit, hile gibi eylemlerle gerçekleştirildi ise bu da o suçun nitelikli halini teşkil eder.

‘Evlilik Çözüm Olamaz’

Genellikle bu suçun varlığı şu şekilde ortaya çıkıyor: 15 yaşın altındaki çocuk, cebir tehdidi olmadan dini nikahla evlendiriliyor, bu durum ya ihbar sonucu ortaya çıkıyor ve kamu davası açılıyor yahut ya da genellikle çocuğun hamileliği ile ortaya çıkıyor ve kamu davası açılıyor. Çocukları sevmek, her koşulda onların üstün yararını gözetmek ve onları korumakla mümkündür. Devletin uluslararası sözleşmeler, anayasamız ve kanunlarımız gereğince ödevi de budur.

İkinci olarak, evlilik şartına bağlı olarak getirilecek hiçbir cezasızlık düzenlemesi de asla kabul edilmez. Öncelikle, tarafı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi şiddet, cinsel şiddet suçlarına ilişkin olarak arabuluculuk ve benzeri alternatif yöntemlere başvurulmasını kesinlikle yasaklıyor.  

Ayrıca olası evlilik affı düzenlemesine ilişkin beyanlardan, af getirilmesi düşünülen faillere ilişkin bir yaş sınırı olup olmadığı da anlaşılmıyor. Failin de mağdurun da aynı gelişim çağında çocuklar bulunduğu dava dosyaları da söz konusudur. Bu tip vakalara ilişkin olarak, ceza yerine çocuklara ve ailelerine yönelik rehberlik hizmetleri verilmesini de öngören alternatif tedbirlerin düzenlenmesi gereğini pek çok hukukçu dile getirmektedir. Ancak bu halde de evlilik, cezasızlık için bir şart olarak asla dayatılmamalıdır. Keza failin de mağdurun da aynı gelişim çağında bulunduğu çocuğun cinsel istismarı suçu dosyalarında, mağdur erkek çocuğu da olabilmektedir. Bu sebeple, cezasızlığa ilişkin hiçbir düzenlemenin evlilik şartına bağlı olarak gerçekleştirilmesi mümkün değildir.

Anayasamızın 41. maddesi aileyi Türk toplumunun temeli olarak tanımlarken, bu ailenin eşler arasında eşitliğe dayanan ve çocukların her tür istismardan korunduğu bir yapı olduğunu belirtmiştir. Çocukların cinsel istismara maruz kaldığı, erken yaşta evlendirildiği bir yapıyı meşru hale getirmek aileyi korumak değildir. Bilakis Türk toplumun temeli olan aile yapısını korumak, ancak çocukları korumak, onların sağlıklı maddi ve manevi gelişimleri için her tür tedbiri almak ve hukuku da bu amaçla işletmekle mümkündür.

Bu sebeple çözüm cebir, şiddet gibi eylemlerle gerçekleştirilen istismar suçlarının kapsam dışında tutulduğu, yalnızca mağdurun ve failin aynı gelişme çağındaki çocuklar bulunduğu ve cezasızlığın ve alternatif tedbirlerin kati surette evlilik şartına bağlanmadığı bir düzlemde aranmalıdır.

2) Bu düzenleme Kasım 2016’da meclis gündemine getirilmiş ancak gerek kadın dernekleri ve oluşumlarında gerekse de toplumda tepkilere neden olmuş ve geri çekilmiştir. Sizce bu düzenlemenin tekrar gündeme getirilmesinin nedeni ne olabilir?

Neyi düzenlemek istediklerini tam olarak biliyor olsak bir yorum yapabilirdik ancak yalnızca beyanlardan bir sonuç çıkarabiliyoruz.

3) Çocuk istismarını meşrulaştıran, teşvik eden evlilik affı düzenlemesini evrensel hukuk normları ve uluslararası sözleşmeler açısından nasıl değerlendirebiliriz?

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’ne, İstanbul Sözleşmesi’ne, Anayasamıza ve kanunlarımıza aykırıdır.

4) Yaklaşık 10 bin kişinin tahliyesi bahsedilen bu yasal düzenlemeyi bazı medya kuruluşları ‘parçalanmış aileleri kurtarma ve roman ailelerin talebi’ şeklinde değerlendirdiler. Sizce bu iddianın gerçeklik payı nedir, bu yasa ile gerçekten parçalanmış aileler kurtarılabilir mi?

İfade ettiğim gibi, Anayasamızın 41. Maddesine göre Türk toplumunun temeli ailedir ve aile eşlerin eşitliği üzerinden tanımlanır. Devlet, çocukları her türlü istismardan korumak için gerekli tedbirleri alır. Bizim aileden anladığımız kavram, yasalarımıza göre bu. Aynı şekilde 6284 sayılı yasa da aileyi, kadını çocukları her tür şiddetten korumayı amaçlar ve şiddeti bertaraf etmek için her türlü önlemin alınmasını öngörür. Bu sebeple böyle bir düzenleme, kanunlarımızda ne olduğu belirtilmiş aile yapısını ne koruyabilir ne de yaratabilir.

5) Bazı Roman derneklerinin evlilik affı talebi olduğu öne sürülerek tasarı meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumun Roman vatandaşlarda küçük yaşta evliliğin yaygın olması açısından doğruluk payı var, ancak küçük yaşta evliliğin nedeni sosyo-psikolojik nedenler değil midir? Böyle bir durum söz konusu olsa bile belli bir zümreyi içeren düzenleme yapılması ne derece doğrudur?

Roman Derneklerinin açıklamalarını da okudum ve erken yaşta evliliğin onlar için bir gelenek haline gelmiş olduğu söylemini haklı olarak doğru bulmuyorlar ve ben de bu konuda hemfikirim. Bu durumun temelinde ekonomik koşullar yatıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2016 yılında Roman vatandaşlarımıza yönelik bir eylem planı hazırladı. Bu çalışmada Roman vatandaşlarımızın yaşam şartlarıyla ilgili bir araştırma yapıldı ve strateji planı geliştirildi. İlgili çalışmanın ortaya koyduğu gerçek şudur: Çocukların çoğu okula gitmiyor, eğitimlerine ara veriyor ve geleceğe yönelik bir umut beslemiyorlar. Bunun nedeni içinde bulundukları ekonomik koşullar. Çocuklar okulu bırakıp erken yaşta çalışmaya başlıyorlar. Genelde de müzisyenlik, çiçekçilik, bohçacılık gibi dezavantajlı işlerde çalışıyorlar ve sosyal güvence altında da değiller. Okullarımızda bir ayrıcalık yapılmıyor elbette, ancak adrese göre işleyen bir kayıt sistemi var biliyorsunuz. Okul, kendi içinde öğrencilerin başarı ve gelişmişlik düzeyine göre bir sınıflandırma yapabiliyor. Roman vatandaşlarımız ekseriyetle kendi içlerinde bir arada ancak toplumun diğer kesiminden ayrı yaşıyorlar. Hatta yaşadıkları yerlerin kentsel dönüşüme girmesi sebebi ile yerleştikleri sosyal konutlar da şehirlerden epeyce uzaktalar ki bu tip konutlar genelde bu nitelikte oluyor. Bu sebeple çocuklar da okulda yine kapalı bir çevre içinde kalıyorlar. Ardındaki koşulları bir kenara bırakıp erken yaşta evliliğin onlar için bir gelenek olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değil ve çözüm de erken yaşta evliliği meşru hale getirmek değil. Çözüm, buna sebep olan koşulları ortadan kaldırmaktır.

6) Son yıllarda artan çocuk istismarı, kadına yönelik şiddet haberlerini ne yazık ki neredeyse her gün duyar hale geldik. Mesela geçtiğimiz günlerde Şule Çet davası görüldü, çok vahim iddialar, suçlamalar var. Siz de sosyal medyada sürece baroların dahil olamadığını yazmıştınız bunun nedeni nedir?

Barolar, kadına yönelik şiddet davalarına mağdurun yanında müdahil olmak istiyorlar. Yani o yargılamaya müdahil olmak istiyorlar. Ancak mahkemeler baroların bu talebini ‘doğrudan zarar gören değilsiniz’ diyerek reddediyor. İstanbul Sözleşmesi’ne göre devlet, yargılama aşamasında da şiddet mağdurlarının haklarını gözetecek tedbirleri almakla yükümlüdür.  Ayrıca Avukatlık Kanunu’na göre insan haklarını savunmak, korumak ve onları işler hale getirmek baroların görevidir. Yani bu yargılamalara barolar da müdahil olmayacaksa kim olacak, bu baroları da ilgilendirmiyorsa kimi ilgilendiriyor?

‘Bu Bir Sistem Sorunu’

7) Şiddet ve istismar olaylarında gördüğümüz gibi toplumda hala bilinçsizlik var, bunun önüne sizce nasıl geçilebilir?

Bu bir sistem sorunu, önce bunu kabul etmek gerekiyor. Hukuki kazanımlar çok önemlidir ancak bu yalnızca hukuk sistemiyle çözülebilecek bir problem değildir ve her insanı bireysel olarak da ilgilendiren bir sorundur. Hukuk mağduru korumak, şiddeti önlemek, failleri cezalandırmak için birtakım tedbirler ve cezalar düzenler. Asırlardır her kanaldan beslenen dolu bir havuz var, onu birkaç delikten boşaltmak mümkün müdür? Medyanın dili, reklamlar, filmler, diziler, eğitim sistemi vs. vs. Bu şiddetin neden kaynaklandığını, kadınların neden ikincil konuma itildiğini doğru tespit etmek ve ona göre mücadele yöntemi geliştirmek gerekiyor. Kadının ikincil konumuna sebep çok unsurludur ve çözümü de ancak sistemi bütüncül olarak değerlendirerek ortaya koyabilirsiniz. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; refah ufacık bir azınlığa ait. Çoğunluk sömürüyle, yoksullukla, açlıkla baş etmeye çalışıyor. İnsanlar bu sistem içinde değersizleştiriliyor, kendilerine yabancılaştırılıyor. Örneğin, mahkemelerin hükmettiği önleyici tedbir kararlarına aykırı davranmanın cezası zorlayıcı hapistir. Ancak lehine tedbir hükmedilen şiddet mağduru kadınlardan şunu sıkça duyarsınız: “Benim kocam zaten hep hapiste.’ Yahut şöyle bir örnek vereyim. Israrlı takip mağduru olan, can güvenliği tehdidi bulunan genç bir kadını koruyabilmek için ona yüz nakli yapılması kararı dahi çıktı bir İzmir Aile Mahkemesi’nden. Çünkü mağduru başka herhangi bir biçimde koruyabilmek mümkün olmadı. Bu örneği, 6284 sayılı yasanın verdiği imkanları somutlaştırmak için verdim. Çözüm oldu mu, evet, somut olayda oldu. Ancak, şiddetin oluşmasını önleyemez isek başvurmak mecburiyetinde kaldığımız çözümler şiddet mağdurunu şiddetten kaçırmaya çalışmak oluyor ve ne yazık ki onu ikincil mağduriyetlerle de maruz bırakmış oluyoruz. Bu sebeple şiddeti besleyen ve insanı insan olmaktan çıkaran bütün sistemle mücadele etmek gerekiyor.

‘İnsanı Sömüren Bir Düzenin Aracısı Haline Dönüşerek Kadın Hakları Mücadelesi Verilemez.’

8) Son olarak; kadın mücadelesi, feminizm anlayışı son yıllarda neredeyse terör örgütünü destekleyecek bir uç çizgiye taşındı ya da bu anlayış genelde daha baskın durumda. Bu durum nedeniyle ben bile kendimi zaman zaman feminist olarak nitelemeye çekinir hale geldim.  Bu durumun nedeni sizce nedir ve bizler bu durum karşısında ne yapabiliriz?

İnsanı sömüren bir düzenin aracısı haline dönüşerek bir kadın hakları mücadelesi de verilemez. Bu sebeple, kadının ikincil konumuna pek çok unsurun etki ettiğini ifade ettim. Mutlak, hiçbir şart ve koşulda değişmeyen, her yerde aynı biçimde tezahür eden bir ataerkillik kavramından söz etmek mümkün değildir. Dünyaya ne yazık ki bir sömürü düzeni hakim. Mutlak bir ataerkillik kavramına yaslanarak, mutlak bir kız kardeşlik söylemine sarılarak, bu sömürü düzeninin yarattığı etkiyi ve farkları gözetmeden, bu düzenle kavga etmeden dahası kadını bu sömürü düzeninin göbeğine yerleştirerek kadın hakları savunuculuğu yapılabilir mi? Emperyalist devletlerin kanlı politikalarının ardına takılarak kadın hakları mücadelesi verilebilir mi? Hele ki kadınları, kız çocuklarını istismar eden, öldüren kanlı bir terör örgütünün elebaşını kadın hakları savunucusu ilan edenler ve ona “Kadın hareketini içselleştirmiştir. Dünyada hiçbir erkek kadınların ruhuna nüfuz edememiştir.” gibi cümlelerle methiye düzenler… Böyle bir kadın hareketinin(!) akla, mantığa, vicdana, hukuka sığan bir tarafı var mıdır? İçinde yaşadıkları coğrafyayı kan gölüne çeviren düzen ile hiçbir dertleri yok ve dahası o sömürü politikasının ardına takılmışlar, ağızlarından orta çağ kalıntısı şeyhleri, şıhları düşürmüyorlar ancak bu ülkede kadın haklarının teminatı olmuş Cumhuriyet Devrimi ile kavgalılar. ‘Cumhuriyet Devrimi, kadın hakları konusunda samimiyetsizdir, tek partili dönemde dışarıya karşı demokratik görünmek için kadınlara haklar tanındı.’ gibi gerçek ile bağdaşmayan cümleler işitiyoruz. Bunu söyleyebilmek hem Cumhuriyet Devrimi’ne hem Mustafa Kemal Atatürk’e büyük haksızlık etmektir.

-Evet, bir kez bile ağızlarına almıyorlar kadın haklarının Kemalist devrimle kazanıldığını.

Bu, objektif olarak ilerici değil gerici bir tavırdır. Kadının kendi bedenine bomba bağlayıp başka kadınları ve çocuklarını öldürmesinin neresi kadını özgür kılmaktır, bunun neresi feminizmdir?

O nedenle siz feministim demekten çekinmeyin. Feminizm kadına, insanlık onuru ile bağdaşır bir yaşam vadeder.

Röportaj: Selvet ERGÜN

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir