Öncülük ve Metot – Kaan EROĞUZ
Ünlü İtalyan siyaset bilimci Antonio Gramsci, yirminci yüzyılın başlarında -Ekim Devrimi arifesinde- dünya kapitalist sisteminin bunalımını analiz ederken “eskinin öldüğü yeninin ise bir türlü doğamadığı” bir konjonktürden bahseder. Gramsci’nin bahsettiği eski dünya, vahşi kapitalizmin birinci paylaşım savaşı ile ayyuka çıkan krizini ve topyekün sistemin kendisini nitelerken yeni dünya ise kapitalist sistemin yerini alacak olan “sosyalist dünya tahayyülünü” simgeler.
Antonio Gramsci’nin kapitalizm analizinde kullandığı tanımlamanın -kullanıldığı bağlamdan tamamen farklı olduğunu vurgulamakla beraber- bugün Türkiye’nin iç siyasal dinamiklerini okurken çok anlamlı olduğunu görebiliyoruz. Bugün, geçirdiği sistem değişiklikleriyle bir “yönetememe krizinin” içinde bulunan ve dış politikada “ikicirikli”; iç politikada tüketime dayalı ekonomik krizi derinleştirici tek adam politikalarıyla yönetilen Türkiye’de mevcut sistem ölmektedir. 2002’den günümüze; liberallerden Kürtçülere, “Brüksel solu”ndan “tespih milliyetçilerine” çok çeşitli ittifak siyasetleriyle hegemonyasını pekiştiren AKP, 31 Mart ve 21 Haziran seçimlerinde görüldüğü üzere bu ittifak siyasetini devam ettirememekte, çözülmektedir.
Dış politikada Atlantik Bloku’ndan vazgeçemeyen diğer taraftan Rusya ve Asya kuvvetleriyle askeri ve siyasi ilişkilerin gelişmesinde adımlar atan “ikicirikli”, ilke ve stratejilerden yoksun, gelişen günlük olaylar üzerinden konumlanış; iç politikada ise saray çevresinin şatafatlı yaşamının aksine ekonomik krizi iliklerine kadar yaşayan halkın yoksulluğu, yaşanan krizin göstergeleridir. 2017 Referandumundan sonra tek adamın kararnameleri üzerinden yönetilmeye başlanan, 15 Temmuz’dan alınması gereken en önemli dersler olmasına rağmen adalet, liyakat ve cemaatlerden arındırılmış kamu idaresi taleplerine kulaklarını tıkayan iktidar, Türkiye’nin önünde duran sorunları çözememekte aksine çoğaltmaktadır. AKP iktidarı şu an bile mücadele ediyor gözüktüğü her kuvvetle “iktidarının devamını sağlayabileceği noktaya kadar” kararlı hareket etmektedir. Türk Ordusu’nun Amerikan taşeronu PKK terör örgütü ile göğüs göğüse çarpıştığı bir dönemde -31 Mart seçimleri öncesi- terörist başının mektubunun okunmasının ardından devlet yöneticilerinin yaptığı açıklamalar bu gerçeği ortaya koyan bir örnektir. F-Tipi örgütün siyasi ayağına, geçen üç yıllık süre içerisinde dokunulmayışı ise FETÖ’nün tamamen tasfiyesini önlemektedir. Türkiye, eskinin öldüğü bu süreçte bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne göz diken terör örgütlerine de “amasız fakatsız” karşı duracak bir “tarihsel bloku” oluşturarak “yeniyi doğurabilir.”
Bu noktada muhalefet kuvvetleri metot konusunu tartışmaya açmalıdır; “Eskiyi mezara koyacak olan tarihsel blok nasıl ve kimlerden oluşmalıdır?” Özellikle 31 Mart seçimlerinde ve yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun farklı mahalleleri kucaklayan, ortak özlem ve talepler noktasında halkı birleştirmeye çalışan siyaseti 25 yıl sonra İstanbul’u tekrar “siyasal İslam”dan kurtarmıştır. Sarayın kontrolündeki devletin ideolojik aygıtlarının baskısı karşısında gerçekleşen bu başarıdan alınması gereken dersler vardır ancak “kırmızı çizgileri vurgulamak”, tarihsel blokun içeriğini doldurmak koşuluyla.
Ölmek üzere olan saray rejiminin karşısında oluşacak olan tarihsel blokun; FETÖ artığı her türlü kesime, cemaatlere, tarikatlara, şeyhin şıhın tekkesine karşı Cumhuriyet değerleri paydasında birleşmesi bu kirli odakları önce siyasal sonra toplumsal yaşamdan tasfiye etmesi gerekmektedir. Çocuk katili, kadın katili, Amerikan maşası PKK terör örgütü ve bu örgütün siyasal uzantısı siyasal partilere ve STK’lara karşı kararlı ve ilkeli bir duruş sergilenmelidir. AKP’nin yıllarca uyguladığı neo-liberal talan-yağma politikalarına karşı üretime dayalı kamucu-halkçı ekonomi modeli programlanmalıdır. Meclisin geri plana atıldığı, pasifize edildiği, halkın karar alma mercilerinin kağıt üzerinde bulunduğu saray rejimi sisteminden, halkın en yüce karar alma merkezi olan Meclisi ön plana koyan güçlendirilmiş parlementer sisteme geçilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığı, bölünmez bütünlüğü, laik demokratik devlet yapısı ve Büyük Kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş medeniyetler seviyesine erişme idealleri paydasında geniş bir milli-devrimci öncüllüğün, tarihsel blokun oluşturulması gerekmektedir.
Bu tarihsel bloku kurabilecek -ya da kurması gereken- en güçlü aday olarak ilk akla gelen CHP, öncüllük noktasında kararlı, iyimser bir tablo çizmekte midir? Kendisinin ve ülkenin kuruluş değerleri olan kırmızı çizgilerini bozmadan geniş kesimlerin öncüllüğünü Türkiye’nin aydınlık yarınlara taşıyabilecek kadro ve programa sahip midir? Yanıtım olumsuz yönde. CHP, kendi kurucu programını çoktan emperyalizmin beşinci kolu sosyal demokratçılığa satmış durumda. Bu siyasal çizgi CHP’yi tatlı su demokratçılığıyla Nazlı Ilıcak, Selahattin Demirtaş avukatçılığına kolayca savuruyor. Bu kesimlerle bir araya gelinerek sayısal olarak kazanılabilecek her seçimin Türkiye’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü en az saray rejimi kadar tehlikeye atacağı konusunda şüphemiz yok. Dün Türk Ordusuna kumpas kuran bu kuvvetlerle uzlaşmazlığımızı kesin olarak belirtmek gerekiyor. Bu noktada bir kez daha Gramsci’yi anmak lazım; Gramsci, İtalyan Sosyalist Partisi içerisindeki reformistlerle olan uzlaşmazlığını “Proleterya’nın İşlevi” makalesinde şu şekilde vurguluyordu:
“Uzlaşmazlık eylemsizlik değildir, çünkü o başkalarını da harekete geçmeye ve edimde bulunmaya zorlar. Uzlaşmazlık, La Stampa’nın çok zekice ima ettiği gibi, ahmaklıklara dayanmaz. O, ilkeli bir politikadır…”
İlkesiz, pragmatist siyasal öneri ve “kısa vadeli çözümlerin” havada uçuştuğu günümüzde milli, halkçı kuvvetlerle kurulacak ilkeli, geniş bir tarihsel bloktan taraf; Cumhuriyet ve yurt düşmanlarına karşı ise mezarımıza kadar götüreceğimiz bir uzlaşmazlıktan tarafız. Eskinin ölmekte olup yeninin doğmak için çırpındığı günümüzde, ülke çapında vurguladığımız tarihsel bloku oluşturabilecek kuvvetlerin donanımını ve potansiyelini görebiliyoruz. Blokun öncüllüğünü doldurabilecek bir dip dalgasının ise habercileriyiz.
NOT: Dip Dalgasını büyütmek, programlamak ve “yeninin doğuşunu” birlikte hazırlamak için tüm arkadaşlarımızı 29 Ağustos – 1 Eylül tarihleri arasında İzmir-Dikili’de gerçekleşecek olan Yaz Kampımıza bekliyoruz.
Kaan EROĞUZ
Similar Posts:
- YÖN’ÜMÜZÜ AYDINLATANLAR – Kaan EROĞUZ
- BAĞIMSIZLIK YÜRÜYÜŞÜNÜN 100.YILINDA: MUSTAFA KEMAL GİBİ HAZIRIZ – Kaan EROĞUZ
- TÜRK DIŞ POLİTİKASINDAKİ SIKIŞIKLIK NASIL AŞILABİLİR?
- “TEMEL OLAN İÇ CEPHEDİR”!
- İDARE-İ MASLAHATÇILAR VE BİZ – Ahmet AYÇİÇEK