Çiçek CihangirTarihYazılar

KEMALİZM: ANLAŞILAMAYAN BİR KURTULUŞ İDEOLOJİSİ – Çiçek CİHANGİR

İnsanlık tarihi, birbirini takip eden mücadele zinciri içerisinde var olmaya çalışmıştır. Yüzyıllar boyunca “savaşarak” hayatta kalma çelişkisi içinde olan insanlar, geliştirilen birtakım sistemler/programlar aracılığıyla kendine bir yer edinme telaşı içine düşmüş, kâh silinip gitmiş, kâh nefes alabilmiştir. Teknolojik gelişmeler ve emperyalist yayılma ile gücünü pekiştiren Batılı devletlerin karşısında, küçük devletlerin ya da Osmanlı gibi gücünü kaybetmiş geniş sınırları olan imparatorlukların dağılma süreçleri hızlanmıştır. Osmanlı Devleti’nde, dağılmanın önüne geçebilmek ve imparatorluk döneminin şaşalı yaşantısına yeniden ulaşabilmek adına birtakım yenilikçi hareketlere girişilmiştir. Batılıların eğitim ve askeri alandaki yenilikleri kopyalanarak her şeyin normale döneceği hayali, Babıali’yi heyecanlandırmıştır. Ancak, devlet sisteminin iyileştirilmesinin imkânsızlığı, hevesleri kursakta bırakmıştır. Osmanlı’nın çözülmeye başlaması, yeni fikirlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış, böylece Kemalizm’e giden yolun taşları döşenmeye başlamıştır yavaş yavaş.

 Osmanlı İmparatorluğu’nda padişah-merkezci anlayış hâkim olduğundan, halk padişah topraklarında onun kurallarını aynen uygulamak zorundaydı. Hukuk, din, devlet teşkilatı, eğitim, askeri alanlarda padişahın koyduğu yasalar, onu toplumsal ve siyasi hayatın tek hâkimi yapmaktaydı. Halk, bir vatandaşlık kimliğine sahip olmak şöyle dursun, insan statüsüne dahi kapı aralığından bakar olmuştu. Ve bunun normal olduğunu düşünmüştü. “Padişahım çok yaşa!” Peki, yaşadığı dünyadan bihaber bu toplum, vatandaş olduğunu ne zaman hissetmişti? Ya da hukukun, din işlerinin, siyasetin, ordunun, eğitimin bir “kişinin” değil, bir “kurumun” ürünü olduğunu ne zaman anlamıştı? Kadınların nüfusa dahil edilmedikleri zamanlardan, meclis sıralarına oturmaları sihirli değneğin işi miydi?

yüzyıl, Osmanlı için sancılı başlamıştır; İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf arasındaki gerilim artmış, çatışmalar yaşanmıştır. Halk birbirine zıt iki siyasi oluşum arasında gidip gelmekte ve zarar görmektedir. Alım gücü iyice azalmış, halk karnını zor doyurur olmuştu. Öte yandan Trablusgarp düşmüş, Balkan Harbi başlamış, Birinci Dünya Savaşı kapıyı çalmış ve Batı içeri buyur edilmiştir. Çanakkale Cephesi’nde kazanılan zafer yeterli olmamış ve Osmanlı da savaş sonrası yenilen devletlerin/Almanya, Bulgaristan, Avusturya-Macaristan’ın yanında yerini almıştır. Mondros Mütarekesi ile yüzyıllarca hüküm sürdüğü topraklarda egemenliğini Batılı devletlere teslim etmiştir. “Egemenliğin kayıtsız şartsız millette” olması gerekirken, ülkede İngiliz, Yunan, Fransız ve İtalyan askerleri hüküm sürmeye başlamıştır. Bu gidişata dur demek, gerçek vatanseverlerin örgütlenmeye başlamasıyla mümkün olmuş ve 1919 yılı Mayıs’ın 19. gününden itibaren Anadolu, işgale karşı direnmeye başlamıştır. Bu tarih, Kemalizm’in Anadolu topraklarıyla ilk tanıştığı tarih olmuştur.

Yapılan kongreler ile Anadolu’daki insanlar bilinçlendirilmeye ve örgütlü hale getirilmeye çalışılmıştır. Böylece topraklardaki işgalci güçler ve İstanbul Hükümeti’ne karşı sistemli bir başkaldırı gerçekleşmiş ve yıllar boyu Osmanlı için savaşan insanlar, artık gelecekleri için, egemenlikleri için, özgürce yaşayabilmek için savaşmıştır. Yıllardır peş peşe girişilen savaşlardan bıkan halk, son kurşununu da Kurtuluş mücadelesine saklamıştır. Yıllarca savaşmış olmanın verdiği psikoloji ile tükenmiş, yorulmuş, ancak yılmamıştır. Eğer pes ederse, yok olacağının farkındadır. Kemalizm, “Ya istiklal ya ölüm” dür.

Doğu, Güney ve Batı cephelerinde çarpışılmış, kapanan cephelerdeki sivil-asker herkes ihtiyaç olan diğer cepheye kaydırılmıştır. Mühimmat yetersiz, asker sayısı az, para yoktur, ancak sonuna kadar mücadele edilmiştir. Halkın çorap, don, atlet, yiyecek bağışlayarak askerlerin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmasıdır Kemalizm. Yoktan var olan bir milletin mücadele ruhudur, Yunanları Anadolu’dan atıp Türk bayrağını dalgalandırmaktır dört bir yerde. Kemalizm, bayraktır.

24 Temmuz 1923 tarihinde, uzun tartışmalar ve masa başında aylarca süren mücadele sonucu imzaları atılan Lozan Antlaşması ile, Millî Mücadele’nin resmi başarısı kazanılmıştır. “Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.” Uluslararası antlaşmada Türk Bağımsızlığının Batı tarafından kabullenilmiş olması, yıllar süren mücadelenin ürünüdür. Yüzyıllar boyunca dilediği gibi yaşayamayan halkın en büyük zaferidir. Artık ciğerlerine barut değil, temiz hava dolacaktır. Kemalizm, nefes almaktır.

Topraklar, Batılı düşmanlar ve İstanbul Hükümeti’nin desteklediği Millî Mücadele karşıtı gruplardan temizlenmiştir. Böylece iç-dış tehdidi ortadan kaldırılarak, yeniliklere zemin hazırlanmıştır. Atılan her adım önceden planlanmıştır: İstanbul Hükümeti’nin etkinliğine son vermek ve alınacak kararları hızlandırmak için, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış, böylece halk artık temsil edilecek bir kuruma kavuşmuştur.  1 Kasım 1922’de düalist yapıyı ortadan kaldırmak amacıyla Saltanat devre dışı bırakılmış, milli egemenliğin önündeki engellerden bir bir kurtulmaya başlanmıştır. Bu kararın Lozan öncesi alınması da ayrıca önemlidir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş, halk yönetime dahil olmuştur. “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir.” Güç artık padişahta değil, halktadır. Kemalizm, farkındalıktır.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti, devrimci kadronun planları ile şekillenmeye devam etmiştir. Rejim tartışmalarına son nokta, cumhuriyetin ilanı ile konmuş, artık sıra toplumsal kalkınmaya dair geliştirilecek programlara gelmiştir. Öncelikle 3 Mart 1924 yılında laiklik için gerekli olan adım atılmış ve Hilafet kaldırılmıştır. Saltanat ve sonrasında Hilafetin yıkılması ile rejim pekiştirilmiştir. Tekke ve Zaviyeler kapatılmış, hacı, hoca, şeyh gibi toplumu ayrıştırıcı unvanlar yasaklanmış, herkesin eşit olduğuna dikkat çekilmiştir. Artık hacı, hoca olmak bir statü değildir. Devlete bağlı din adamları dışında kendini hoca, şeyh ilan eden düzenbazlar gerekli cezalara çarptırılmıştır. Çünkü devlet, en çok zararı “sözde din adamları”ndan görmüş ve halkın dini duygularının sömürülmesinin müsaade etmemiştir. Günümüzde hala tartışılan din karşıtı bir devlet rejimi söz konusu değildir. Kemalizm, din adı altında insanları yönlendiren, onları kandırarak kendi çıkarları doğrultusunda harekete teşvik eden bu insanlara karşıdır.

Hilafetin kaldırıldığı yasayla birlikte eğitim alanında gelen düzenleme/Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitimdeki düalizmi de ortadan kaldırmıştır: Islahat Fermanı sonrası yabancıların ve azınlıkların kurdukları okulların sayısı artmıştı. Geniş ulaşım ve iletişim ağları sayesinde propaganda faaliyetlerini geliştirme imkânı bulmuşlardı. Osmanlı idaresince çıkarılan nizamname (1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi) ile müfredatları engellenmek istense de başarılı olunamamış, özellikle 20. yüzyılın başlarında okullar, Anadolu topraklarında iyice yayılmıştı. İşte Tevhid-i Tedrisat ile tek bir müfredat belirlenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki her okul bu kanuna bağlanmıştır. Azınlık ve yabancı okulların faaliyetleri sona ermiş, böylece misyonerlik de son bulmuştur. Propaganda aracı olan okullar, artık Türk eğitimine ayak uydurmak zorundadır. Eğitim alanındaki bir diğer önemli adım, Latin alfabesine geçilmekle atılmıştır. Osmanlıcanın anlaşılması güç bir dil oluşu, halkın okuma-yazma oranının neden düşük olduğunun göstergesidir. Bir harfin birden çok harf yerine geçmesi, Arapça ve Farsça kelimelerin anlaşılamaması ve bu dil üzerinden eğitim görülmesi, halkın cehaletini gidermekten ziyade daha da arttırmaktaydı. Bunun çözümü de hem Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi hem de Osmanlıcaya nazaran oldukça kolay ve anlaşılır olduğundan Latin alfabesinde görülmüştür. Latin alfabesinin kabulünden sonra, harflerin öğrenilmesi için Millet Mektepleri kurulmuştur. Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek ayrımı yapılmaksızın herkesin yeni harfleri öğrenmesi istenmiştir. Zorunlu tutulan eğitim ile kısa sürede hızla okuma-yazma oranı artmıştır. Yani halk bir gecede cahil bırakılmamış, tam tersi cehalet zincirini kırmaya başlamıştır. Millet Mektepleri, Halkevleri, Halkodaları Türk insanını okumaya-araştırmaya teşvik etmiştir. Özellikle Halkevleri kültür yuvaları haline gelmiş, spor faaliyetleri, tiyatro, söyleşi, konferanslar düzenlenmiş, insanlara farklı bakış açıları kazandırılmış, gündem ile ilgili bilgiler aktarılmış, donanımlı bireyler yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu kurumların geliştirilmesi ile Köy Enstitüleri ortaya çıkmış ve Türk eğitimi kaliteli hale gelmiştir. Bir toplumun gelişmesi, verilen eğitimle orantılıdır. Dolayısıyla, Atatürk bilim ışığında yeni bir toplum yaratmak istemiştir. Tüm gayesi Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş, Batı’nın ilerisinde, kaliteli bir eğitim sistemi içerisinde özgür bireylerin ülkesi haline gelmesidir. Kemalizm, “aklı hür vicdanı hür, irfanı hür bireyler” yetiştirmektir.

Siyasal ve toplumsal alanda gerçekleştirilen devrimlerle Türk insanı, yeni dünyaya merhaba demiştir. Erkek egemen zihniyetine sahip bir toplumda kadın haklarına dair ciddi düzenlemeler yapılmıştır. Çünkü, “Kadınlarını geri bırakan toplum, geride kalmaya mahkumdur.” Osmanlı’da ekonomiye, toplumsal hayata katkı sağlayamayan kadınlar, eşlerine muhtaç ve bilinçsizlikle çevrili bir dünyada kendilerine yer edinmeye çalışmıştır. Atatürk, kadınların toplumun gelişmesinde oynayacakları role dikkat çekerek, onları topluma dahil etmiştir -olması gerekeni yapmıştır-. Önceleri yok sayılan kadınlar, artık sokaklara çekinmeden, gizlenmeden çıkmaya başlamış, okuma-yazma öğrenmiş, iş hayatına atılmış, gazete ve dergilerde yazılar yazmış, seyahat edebilmiştir. Kendilerine olan güvenleri artmış, hukuki güvenceler elde etmişlerdir. Artık eşleri ile aynı koşullara sahip olmuşlar, boşanma ve miras haklarından yararlanmışlar, seçme ve seçilme hakkı elde ederek meclis sıralarında yerlerini almışlardır. Güzellik yarışmaları düzenlenmiş, Kadın Dernekleri kurulmuş, kadınlar peçelerinin gerisine gizlenen karanlıktan kurtulmaya, aydınlanmaya başlamışlardır. Kemalizm, kadına saygıdır.

Tüm bu toplumsal dönüşüm hareketleri, çağdaş bir ülke yaratmak adına yapılmıştır: Kadın haklarını iyileştirerek, kadınların zedelenen güvenlerini yeniden inşa etmek, kılık kıyafet kanunu çıkarmak, toplumu ayrıştırıcı unvanlar kaldırılarak eşitlik vurgusu yapmak, okullardaki eğitimin kalitesini arttırmak, laik bir devlet modeli yaratmak, bilimsel çalışmaları desteklemek ve yaygınlaştırılması için çalışmak, Medeni Kanun ile “medeni” bir toplum inşa etmek. “Az zamanda çok ve büyük işler yapılmış” ve kalkınmak için çalışmaya devam edilmiştir. Türk kültürü ve tarihi ile ilgili çalışmalara ağırlık verilmiş, Türk Tarih Tezi ile Batılı oryantalistlerin Türk karşıtı görüşleri çürütülmeye çalışılmıştır. Türk tarihinin Osmanlı’dan ibaret olmadığının altı çizilmiştir. Aynı şekilde Türklerin medeniyetten uzak bir topluluk olmadığı da anlatılmış ve yapılan devrimler de bu görüşün dayanağı olmuştur. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurulmuş, Türk kimliği ve tarihi hakkında kapsamlı incelemeler yapılmıştır. Kemalizm, Türk kültürünü anlamak ve Türk olmaktan gurur duymaktır.

Kemalizm; milliyetçiliktir, halkın refahı için çalışmaktır. Çağdaş, laik ve demokratiktir. Söz hakkına sahip olmak, seçmek ve seçilmek, bilmek ve öğretmektir. Saygı duymaktır. Anlamak ve anladığından dersler çıkarmaktır. Yorumlamak, sorgulamak ve eleştirmektir. Örnek olmaktır ezilenlere, hakkını arayamayanlara.

Aynı zamanda günümüzde birtakım kişiler tarafından hak etmediği şekilde eleştirilere de maruz kalmış bir ideolojidir ve “sözde Kemalistler” ce hiçbir zaman gerektiği gibi korunamamıştır. Kemalizm’i otoriter bir rejim olduğu, Tek Partili dönemde Atatürk’ün demokratik bir yönetim sergilemediği, din karşıtı bir programın benimsendiği (!), Batı özentisi olduğu, Osmanlı’nın tüm izlerini sildiği gibi aklın sınırlarını zorlayan birçok nedenden ötürü acımasızca eleştirenlerin önce Kemalizm’i anlaması gerekmektedir. Kemalizm, ne onların sandığı ya da göstermeye çalıştıkları gibi bağnaz, tektipçi, dışa kapalı, otoriter ne de rozet Atatürkçülerinin kullandığı gibi sadece sembollerle ilahlaştırılan ve amaçlar doğrultusunda kullanılan bir metalar topluluğu değildir. Emperyalizme karşı en şanlı direnişin, Türk tarihinin en şanlı sayfası, dünya siyasi tarihinin en geçerli umududur.

Çiçek CİHANGİR

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir