GenelKaan EroğuzSiyasetYazılar

Kaan Eroğuz Yazdı: “Kemalizmin Mevzi Savaşı ve İttifaklar Siyaseti Üzerine”

Dünya bir geçiş döneminin sancılarıyla boğuşuyor. Doğu Bloğunun çöküşü sonrası kurulan Amerikan hegemonyasının neo-liberal düzeni, geçirdiği ekonomik krizlerin siyasal düzlemdeki faturasını çeşitli ülkelerde otokratik rejimlerin yükselmesiyle ve buna karşı-hegemonya üretmeye çabalamasıyla ödemeye çalışıyor.

Kapitalizmin Sovyet sonrası tüm dünyaya doğru genişlettiği ticaret ağı, küreselleşmenin getirdiği “şeylerin hızlı akışkanlığı”, postmodernizmin beslediği etnik, dinsel, cinsiyetçi her türlü farklılığı besleyen ve bunları kimi bölgelerde çatıştırıcı birer unsur olarak ortaya çıkararak savaşlara, kitlesel göçlere, yeni tür salgın hastalıkların yaygınlaşmasına yol açan insanlık karşıtı mekanizması, tüm insanlığı tehdit eden biçimiyle işlemeye devam ediyor.

Altyapısal uğrakta ortaya çıkan kapitalizmin geçirdiği iç krizler ve bunların yol açtığı savaş, göç, salgın hastalık gibi tehditler üstyapısal uğrakta hükümetlerin otokratik, korumacı ve güvencesiz bir dünyanın gelecek tahaayüllerinden ziyade geçmişin anlatılarını tekrarlayarak “iç huzuru” yakalamaya çalışan popülist politikaların söylemlerine yöneltiyor. 21. Yüzyıl faşizmi ya da “Yeni Faşizm” olarak adlandırılan ve yükselen otokratik rejimlerin dünyayı yeni ikinci buhranlara sürükleyeceğinden duyulan haklı endişelerin yanı sıra bu geçiş döneminin dünyayı yeni bir neo-keynesyen modele sürükleyeceğini, kapitalizmin katastrofik çöküşünün ufukta görülmemekle birlikte neo-liberal paradigmanın ortadan kalkacağını iddia eden görüşlerde vurgulanıyor. Geçiş döneminin sonucunu tayin edecek temel gerilimde tam olarak bu iki noktada yaşanıyor.

Kapitalizmin tüm dünyada yarattığı savaş, göç, hastalık, artan işsizlik ve makası açılan bölüşüm ilişkilerine duyulan toplumsal tepki, faşizmi besleyen otokratik, sağ popülist rejimlerin iktidarına mı kanalize olacak? yoksa ekonomik düzeyde keynesyen modele dönüşün yaşandığı, sosyal refah devleti uygulamalarının sosyal güvence ve istihdam politikalarının hızlanmasını mı sağlanacak? Dünyanın 1929-1946 yılları arasında yaşadığı geçiş döneminin faşizmin yükselişine ve dünya savaşlarına sahne olan süreci tekrar mı edecek? Tüm bu sorular tarihin devam eden seyrinde “kendiliğinden” değil tüm dünyada aktörlerin vereceği mücadeleler ve kuracağı güç dengeleri üzerinden şekillenecek. Türkiye kendine özgü kimi özgün şartlar ve modernleşme-kapitalistleşme hamlesini geç başlatan bir ülke olması dolayısıyla daha karmaşık çelişkiler barındırmakla birlikte dünyanın sürüklendiği bu küresel gelişmelerden bağımsız olarak düşünülemez. Dolayısıyla Türkiye’de kurulan Saray Rejiminin devamlılığı da hegemonya ve karşı-hegemonya mücadelesi veren siyasi aktörlerin mücadele programları ve inşa edecekleri ittifak çizgileriyle belirlenecektir.

Bu noktada Türkiye’de ciddi bir kırılma anı olarak ele alınması gereken 2017 Referandumu’nun, Türkiye’de özellikle siyasal partilerin iktidar değişikliği kabiliyeti anlamında belirli ittifaklar inşa etmelerini zorunlu kıldığını hatırlatmak gerekiyor. Nitekim halihazırda mevcut bulunan Cumhur ve Millet İttifakları bu zaruriyetin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.

Bu yazıda kemalizmin ittifaklar siyasetini siyasal partiler üzerinden değerlendirmek ve ilkeli, somut bir öneri sunmakla birlikte daha önceki yazılarımda sık sık atıf yaptığım ve “iktidarın” sadece siyasal iktidarla sınırlı olmadığını bir siyasal program ve düşünce sistemi olarak kemalizmin kültürel iktidarını ve sivil toplumdaki çeperini genişletecek mevzi savaşını da hangi toplumsal ittifaklar ve yöntemlerle kurmaya başlaması ve yönetmesi gerektiğini de yorumlamaya çalışacağım.

Türkiye’de kurulan yeni rejimin siyasal partileri belirli ittifaklar içerisine soktuğunu ve iktidar değişikliğinin 50+1 sistemi üzerinden sağlandığını hatırlatmıştık. Saray rejimine karşı muhalefeti örgütlemesi beklenen, kadro ve programıyla kendi siyasal geleneğini ve ilkelerini kuracağı ittifak ağında merkezi konumda tutarak asgari demokratik ve milli müştereklerde farklı kesimleri bir araya getirmesi beklenen birincil parti doğal olarak ana muhalefet partisi olan CHP’dir. Bizim buradaki amacımız genel bir CHP değerlendirmesinden ziyade Kemalist mücadele çizgisinde CHP’nin bugün ne anlam taşıdığını, ittifaklar siyaseti içerisinde nasıl bir yol izlediğini / izlemesi gerektiğini, kurduğu ittifaklarda merkezi / öncü rol oynama kabiliyetini değerlendirmek ve başarı ihtimalini ortaya koymaktır. Yani amacımız bir iktidar değişikliği için tekil matematiksel hesaplar yapmak, tamamlanamayan mahalle takımına oyuncular çağırmak değil öncelikli olarak Saray rejimini yıkacak, Kemalist mücadelenin hegemonyasını genişletecek, kurduğu ittifak ağında Kemalist devrim kararlılığını ortaya koyacak bir siyasal aktör olma yolunda CHP’ni değerlendirmek, önerilerimizi sunmak ve ondan sonra bugün CHP’nin izlediği ittifak siyasetinin neden başarısızlığa mahkum olduğunu açıklamaktan ibaret olacaktır.

Belirli gün ve haftalar dışında Atatürk ve Cumhuriyet vurgusunun yerini sosyal demokrat / sol liberal soslu söylem ve siyasetlere terk ettiği, parti içinde Kemalist Cumhuriyetin vatan haini ilan ettiği işbirlikçilerin anmalarına katılan parti yöneticilerinin ve milletvekillerinin türediği, 23 Nisan’da 25 Nisan hatırlatanların, Atatürk ismini ağzına almaktan imtina edenlerin, kemalizmi ve Atatürk’ü sırf tarihsel bir retorik ve günlük siyasi rant hesaplarının içine sıkıştıran parti yönetimini ve dahasını göz önüne aldığımızda CHP’nin kemalizmin ve Cumhuriyet Devriminin taşıyıcılığını üstlenmek gibi bir amacı ve programı olmadığını görmek hiç de zor değildir. Kemalist mücadele çizgisi açısından baktığımızda, devlet üniversitelerinde harçlıklarını birleştirerek Kemalist yayın faaliyetleri yürüten, Köy okulları projeleriyle damsız okullarda çocuklara cumhuriyet ve Atatürk anlatan düşünce topluluklarının 5 kişilik yönetim kurulları bile CHP’nin bugünkü yönetiminden daha kararlı ve daha faydalı bir mücadele yürütmektedir.

Kuruluş ilkeleri ve temel kurucu programından bu denli ayrılmış, sosyal demokrat (bunun 21. Yüzyılda adı düz liberalizmdir.) söylemleri resmi programları haline getirmiş CHP, %30’a yakın oy alıyor olmasına karşın kendisinden küçük partilerin ideolojik sözcülüğünü yapmaktadır. İttifaklar siyasetinde kurduğunuz ittifak ağından daha önemlisi o ittifak ağında ne kadar öncü-merkezi bir rol oynayabildiğiniz ile ölçülmektedir. CHP matematiksel olarak ana muhalefet partisi olmasına rağmen devşirilmiş kadroları ve devşirilmiş güncel parti programıyla bu öncüllüğü sağlayacak güçten kesin olarak yoksundur. PKK terör örgütüyle ilişkisini her dönem canlı tutmuş, AKP ve FETÖ ile birlikte barış görüşmeleri ve kumpas davaları ihanetlerinin ortağı olmuş HDP ile ittifak arayışları, bu ittifak arayışlarının “demokrasi-adalet cephesi soslu sunuluşları” ülkenin cumhuriyetçi Atatürkçü kesimleri için cellat değişikliği önerisinden başka bir şey değildir.

Kemalizm devrimci bir programdır ve kendini Kemalist olarak tanımlayanlar karşılaştıkları tarihsel durum ve olgular karşısında devrimci bir tavır almak mecburiyetindedir. Belirli ittifaklar içerisinde bulunmak nasıl ilkeli bir siyasetin gerekliliğiyse uzlaşmazlık da ilkeli bir siyasettir ve Kemalist devrimciler dostu dosttan ayırmadığı gibi düşmanı düşmandan ayırıp pembe gözlüklerle ılımlılaştırma çabalarının tarafı olmaktan da uzak durmalıdır. Yukarıda belirttiğimiz kesimlerle matematiksel hesaplar içerisine girmek en naif şekliyle idare-i maslahatçılıktır. Yöncülerin harcı hiçbir zaman idare-i maslahatçılıktan taraf olmamıştır. Tüm bu ilkesel çerçeveyi göz önünde bulundurmakla birlikte samimiyetlerine inandığımız, ittifak siyasetinde kendilerini daha “realist” bulan arkadaşlarımıza 2015 Haziran seçimlerini hatırlatmayı gerekli görüyorum. Cumhuriyet tarihinin en pragmatist partisi olma ve iktidarının devamlılığı noktasında her kesimle dönem dönem yan yana gelebilme manevralarına sahip olan AKP, hatırlanacağı üzere ilk ve son kez 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olamamıştı. HDP ile AKP’nin kurduğu ittifak ve birlikte yürüttükleri barış süreci bu tarihsel kırılma anından sonra tersine dönmeye başlamış, AKP’nin bu manevrası bu ülkede HDP ile kurulacak bir ittifak ve iktidar ortaklığının devamlılığının olamayacağını göstermiştir. Hedef, belediye kazanmaksa kimi bölgelerde bu ittifakın bu minvaldeki sayılı başarılarını göstermek de mümkündür ancak hedef siyasal iktidarın merkezinde bizim olacağımız bir zaptı gerçekleştirmek ise 2015 tecrübesi gayet açıktır. Kaldı ki yukarıda açıkladığımız üzere bugünün CHP’si merkezde olmaktan da hayli uzaktır. Bunun dışında Cumhuriyet ve Atatürk ile bu denli doğrudan cepheleşmeyen, kemalist olmamakla birlikte yurtsever, demokratik paydaşları sahiplenen her siyasal aktör ile geçici veyahut konjonktüre göre uzun vadeli ittifakların içerisine girmek önemli ve gerekli hamlelerdir. CHP’sini saray rejimi karşısında hem tutarlı ve ilkeli ittifakların hem de kendisini merkeze oturtabilecek ittifak ağlarının içinde konumlandırması kanımızca partinin kendi kurucu programına uygun kadrolarıyla kuracağı ittifaklar tercihine bağlıdır.

Siyasal partiler üzerinden gerçekleştirdiğimiz bu okumalar açıkça öznesiz bırakılmış Kemalist mücadelenin yakın dönemde hedeflerine ulaşması anlamında karamsar bir tablo sunmaktadır. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere bu karamsarlığı en hızlı şekilde aşabilecek iktidar stratejisi olarak mevzi savaşı taktiği önerilmekte, kemalizmin bu karanlık dönemlerde dahi fırsat olarak değerlendirmesi gereken sivil topluma atılmışlığını, doğru ve planlı bir şekilde örgütlemek gerektiği vurgulanmaktadır. Sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, basın yayın faaliyetleri içerisinde bulunan cumhuriyetçi yapıların desteklenmesi ve buralarda programlı örgütlenmelere gidilmesinin yanı sıra “kendi mahallelerimiz dışında” pratik siyaset veyahut yayın faaliyetleriyle teorik çalışmalar yapan milli demokratik paydaşlarla da dirsek teması kurmak, dayanışma göstermek, güç birliği yapmak oldukça önemlidir.

Sayımız az değil, düşmanı saymayı bırakalım. Kendi öz gücümüze ve bu öz gücün oluşturabileceği milli demokratik cephenin inşasına katkı koyalım. Makro ölçekte etken olamadığımız için hayıflandığımız, eleştirdiğimiz her mevziyi (CHP dahil) kazanmak, bu güç birliği ve kendi öz gücümüze olan inanç ve sorumluluğun gerekliliklerini yaparak gerçekleşecektir.

Kaan EROĞUZ

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir