Kaan EroğuzSiyasetYazılar

Kaan Eroğuz Yazdı: “Kemalistler Post-Kemalizm Tartışmasının Neresinde ?”

1970’li yıllar küresel kapitalizmin krize girmesiyle sınıf temelli siyasetin geri çekilişine ve gerek akademik yazında gerekse de politika yapım süreçlerinde “Yeni Toplumsal Hareketler Okulu’nun” kimlik siyaseti temelli savlarının küresel ölçekte hakim paradigma haline gelmelerine yol açmıştır. Çoğu eski Marksistlerden oluşan Yeni Toplumsal Hareketler Okulu’nun önemli sol-liberal düşünürlerinden Jürgen Habermas, toplumdaki esas çelişkinin post-modern dönemde sermaye ile işçi sınıfı arasında değil, devlet ile sivil toplum arasında yaşandığını, devletin bürokrasiyi ve seçkin/elit tabakayı simgelerken sivil toplumun kültürel toplumsal değerleri simgelediğini ifade etmektedir.[1]

Yeni Toplumsal Hareketler Okulu’nun devlet (seçkin tabaka/bürokrasi) karşısında toplumun çeperinde bırakılmış farklı kültürel kimliklere yüklediği “devrimci dönüştürücü aktör” rolü ve bu kesimlerin sivil toplumun dolayısıyla kendi kuramlarına göre demokrasinin gelişiminde de biçtikleri öncü rol çoğu bakımdan Edward Schils’in “The Constitution of Society” isimli eserinde kuramsallaştırdığı merkez-çevre dikatomisinin toplum analizleriyle örtüşmektedir.[2] Gerek Schils’in merkez-çevre kuramı gerekse de Habermas’ın da önemli temsilcileri arasında bulunduğu Yeni Toplumsal Hareketler Okulu’nun sınıf siyasetini dışlayan kimlik temelli okumaları, 1980’li yıllardan itibaren hakim birikim rejimi ve bir yönetme biçimi olarak küresel ölçekte yaygınlaşan neoliberalizmin, bağımlı sınıflar üzerinde uyguladığı hegemonya stratejisi kapsamında değerlendirilmelidir.[3]

Emek aleyhine düzenlemelerin yaygınlaştığı, refah devleti döneminin emekçi kesimler lehine olan sosyal güvence ve yasal düzenlemelerinin aşındırıldığı bir dönemde, sermayenin klasik liberalizmin iktisat-siyaset ayrılığına dayandırarak iktisadi sömürüyü saklama gayreti kimlik siyasetinin yükselmesine, ana çelişki olan sermaye-emek çelişkisinin “devlet-sivil toplum” çelişkisiyle ikame edilmesine yol açmıştır. Neoliberal dönüşümün yaratacağı toplumsal gerilimleri örtmeyi amaçlayan ve özellikle bağımlı sınıfların olası direniş biçimlerini önleme noktasında oldukça işlevsel olan bu toplum/siyaset analizleri bir çok ülkenin akademik yazının da temel referans noktaları haline getirilmiştir.

Schils’in merkez-çevre kuramını Türkiye akademisine tanıtan ve yazdıklarıyla Türkiye’nin demokrasi, hukuk ve özgürlük gibi temel yapısal problemlerini de bu merkez-çevre dikatomisi üzerinden okuyan Şerif Mardin, uzun süre ülkemizdeki akademik yazının “en önemli ismi” olarak atıflar aldı, dahası politik alanda partilerin siyasal söylemlerini şekillendirecek bir etkide bulundu. Uluslararası alanda dikkate değer her düşünürün “Türkiye şubesinin açıldığı” ve yine kuramların adeta “kopyala-yapıştır” yöntemiyle kullanılıp Türkiye’nin her yapısal probleminin açıklanmasında mutlak doğrular şeklinde dayatıldığı bir konjonktürde merkez-çevre kuramı da ülkemizdeki “demokratikleşememe” probleminin açıklanması ve çözülmesi noktasında imdada yetişmişti. Denklem basitti. Türkiye’nin, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki İttihat ve Terakki döneminden itibaren “merkezini” oluşturan öncülü İttihatçı ardılı Kemalist olan bürokratik-vesayetçi-elitist yapı, toplumun “makbul olmayan” geniş kesimlerini sistem dışına atmış, onları siyasal rejimin “ötekileri” olarak kodlamıştı. Devletin kamusal yaşama baskın müdahalesi, Türkiye’de sivil toplumun gelişememesine sebep olmuş bu da “vesayetçi bir demokrasinin” otoriter-devletçi bir rejim eliyle kurulmasını sağlamıştı. Merkezin çevre üzerindeki tahakkümü devam ediyordu ve Türkiye’de “istikrarlı” bir demokrasinin kurulamamasının en büyük sebebi de buydu.[4]

İlker Aytürk’ün 2015 yılında Birikim Dergisi’nde yayınladığı makalede[5] “Post-Kemalizm” olarak tanımladığı ve Cumhuriyetin kurucu ilke ve değerlerinin eleştirisi üzerine kurulu bu politik yaklaşım, yukarıda özetlemeye çalıştığımız akademik yazın üzerine inşa edildi. Bu yazıda Post-Kemalizm tartışmasının içeriğine ve 12 Eylül’den itibaren akademik kaygılardan ziyade politik yönü ağır basan bir siyasal saflaşma olarak içeriğine odaklanmayacağım. Tartışmanın içeriğine ve temel savlarına yönelik halen eksiklikler ve doldurulması gereken boşluklar olmakla beraber taraflar arasında geçen yaklaşık 6 yıllık sürede epey bir külliyat oluştu.[6] Bu yazıda sorunsallaştıracağım temel mesele, bu tartışmanın tarafları arasında Kemalistlerin yokluğu – olanların da tartışmanın uzağında kalmış olmaları- üzerine kurulu olacak.

90’lar: Kemalizmin Aydın Krizi

Post-Kemalist yazının kuvvetlenmeye başladığı dönem, Türkiye’de Kemalist-cumhuriyetçi aydın ve yazarların faili-meçhul cinayetlerle katledildiği, en özet tabirle Kemalizmin ciddi bir aydın krizine girdiği tarihsel aralığı nitelemektedir. Başlangıçta akademik bir çevrede işlenen Post-Kemalist akım tam da bu Kemalizmin aydın krizi ortamında ciddi bir karşı akademik reaksiyonla karşılaşmadan[7] sivil toplumda yaygınlaşmaya başlamış, 2002 yılında AKP iktidarıyla da siyasal iktidarın temel hakim söylemi haline gelebilmiştir.

2015 yılında başlayan Post-Kemalist paradigma eleştirisi yine Kemalistlerin dışında, Post-Kemalizmin en hararetli savunulduğu Birikim Dergisi çevresinde işlenmeye başlamıştır. Paradigmanın eleştirisini başlatan İlker Aytürk kendisinin Kemalist olmadığını özellikle devam yazılarının girişinde belirtme ihtiyacı duymuştur.[8]

Kemalizmin doğrudan hedefe konduğu Post-Kemalist paradigmanın ne başlangıcında ne de paradigmanın aşıldığının “vaaz edildiği” günümüzde Kemalist okur-yazar, aydın ve gençlerinin tartışmanın önemli bir tarafı olmaktan hayli uzak kaldığının öz eleştirisini yapmak, bu öz eleştiri üzerinden gerek akademik gerekse akademi dışı yayınlarımızın içeriğinin bu alanları da kapsayacak şekilde genişletmek gerektiği inancındayız. Bu inanç, faili meçhul cinayetlere kurban verdiğimiz aydınlarımıza olan sorumluluğumuzun da birer parçasıdır. Bu doğrultuda Kemalist Yön Hareketi olarak gerek web sitemizde gerekse de YouTube ve PodCast’te bu konu özelinde sıralı yayınlar yapacağımızı belirtmek isterim.[9]

Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Yaklaşırken Nasıl Bir Kemalizm ?

Günümüzde tüm dünya bir geçiş döneminin sancılarıyla boğuşuyor. 2008 Küresel Finans krizinin ardından yükselen sınıf temelli toplumsal direniş biçimleri Yeni Toplumsal Hareketler Okulu’nun sınıf siyasetini izole eden kimlik temelli siyasetini büyük ölçüde boşa çıkardı.[10] 2010 yılının “yetmez ama evetçi aydınlarının” demokrasimizin “en parlak, en birinci aktörleri” ilan ettiği siyasal İslamcı siyasetin çevreden  merkeze olan yürüyüşü, Türkiye’nin “ulus egemenliğinden saray egemenliğine” dönüşünün hikayesi olarak bizleri bugünlere getirdi.

Bir taraftan Kemalist, cumhuriyet devrimi kazanımlarını törpüleyen, diğer yandan  emekçi kesimleri neoliberalizmin esnekleştirme ve güvencesizleştirme politikaları altında ezen hakim süreç, bugün Türkiye’nin otoriter saray rejiminden kurtulması (demokrasi mücadelesi) ve krizi derinleştikçe bağımlı sınıflara krizin faturasını daha fazla yoksullaştırmayla çıkartan neoliberal birikim modelinden daha eşitlikçi bir ekonomi politikasına geçilmesi (emek mücadelesi) noktasında fırsatlar sunuyor.

Kemalist kuvvetlerin, yüz yıl aradan sonra tekrar verdiği saraya karşı ulus egemenliği mücadelesi, Türkiye’de “saray çevresinde kümelenen mutlu azınlık” dışında kalan geniş emekçi halk kitleleriyle ortak bir programda buluşmasıyla; demokrasi mücadelesiyle daha eşitlikçi, adil bölüşüme dayanan emek mücadelesini buluşturmasıyla başarıya ulaşacağı inancındayız.

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına yaklaşırken özlemini çektiğimiz halk demokrasisi bu değil mi?

Kaan EROĞUZ


[1] Jürgen Habermas, Theory of Comminicative Action, Volume 2: Lifeworld and System: A critiqe of functionalist reason, Boston: Beacon Press, 1987

[2] Edward Shils, The Constitution of Society, University of Chicago Press, 1982

[3] Ayrıntılı bir analiz için bkz: Deniz Yıldırım, AKP ve Neoliberal Popülizm, içinde: AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, Ankara, Phoenıx Yayınları, 2013, s.66-107

[4] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004

[5] İlker Aytürk, Post-Post Kemalizm: Yeni Bir Paradigmayı Beklerken, Birikim Dergisi (319),s. 34-48

[6] Post-Kemalizm eleştirisine yönelik en son Polikyol’da Berk Esen’in hazırladığı yazı dizisine ve farklı isimler tarafından aynı konuda yayınlanan makalelere bakılabilir. https://www.politikyol.com/post-kemalizmin-caresizligi/

[7] Bu noktada önemli bir istisna olarak Doç. Dr. İhsan Ömer Atagenç hocanın adı zikredilmelidir. Sağ Kemalizm üzerine yazdığı önemli eseri için bkz: Ömer Atagenç, Kemalizmin Soğuk Savaş Tecrübesi: Sağ Kemalizm Üzerine Bir Deneme, Kriter Yayınevi, 2019. Yakın dönemde yayınlanan diğer bir eser için bkz: Ömer Atagenç, Kemalizm İdeoloji, Aydınlar ve İktisat, Türkiye Notları Yayınları, 2021.

[8] İlker Aytürk, Eleştiriler, Cevaplar, Düşünceler, Birikim Dergisi (374-375), s. 103

[9] Post-Kemalizme dair Podcast kanalımızda geçtiğimiz günlerde yayınlanan program linki için bkz: https://podcasts.google.com/feed/aHR0cHM6Ly9hbmNob3IuZm0vcy81YmNlMTQ2Yy9wb2RjYXN0L3Jzcw/episode/NGNlZmYxMjEtNjI4My00NjAzLWJkMGYtOGE2NTg0YjczMDI5?hl=tr&ved=2ahUKEwjpw-n6-anzAhXeRPEDHfYABDsQieUEegQIAxAF&ep=6 (29.09.2021)

[10] Bu konuda ayrıntılı bir değerlendirme için bkz: Efe Can Gürcan, Küresel Kapitalizmin Krizi ve “Yeni Toplumsal Hareketler, Praksis Dergisi (50), 2019/2, s. 71-94

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir