SiyasetYazılar

K. Can Yazdı: “Hegemonyasız Hegemonya: Mücadeleyi Seçime Hapsetmek”

2023 seçimi yaklaşırken alt ve orta alt sınıfların alım güçleri gün geçtikçe düşmekte, bütçe açığı garantili ihalelerle artmakta, ülkeye kaçak mülteci akınları kavimler göçünden bu yana görülmedik boyutta akmakta ve yazının yazıldığı saatlerde muhalif belediyelerin yönettiği ilçelerde yaşayan yurttaşların evleri, tarlaları vs ateşler içinde kalmaktadır. Tüm bu karmaşa içerisinde muhalefetin tek hesabının seçim olması bizzat muhaliflerin ellerini kollarını bağlayan unsurdur.

Filmi geriye sarınca; 1950 seçimlerinden bu yana merkez sağın “sandık=irade” tanımlaması büyük ölçüde merkez muhalefet tarafından benimsenmiş, kazanan her şeyi alır formülüne hapis olunmuştur. Oysa ki seçimler iradenin kendini somutlaştırdığı alanlardan biri olduğu gibi meşru/şiddet içermeyen mücadele yöntemlerinden de sadece biridir. Egemen sınıf yalnızca kaba güce dayanarak egemen olmaz, aynı zamanda toplumdan pasif rıza edinmesi gerekmektedir. Seçim endeksli çalışma ve mücadelenin tercih edilmesi daha mücadele etmeden rızanın teslim edilmesidir.

Devlet ve sivil toplum katında hegemonyanın iktisadi, kültürel ve siyasi alanda kurulduğunu postulat olarak alırsak; marxist yanlış bilincin bir avuç Marksist hariç tersine dönmüş bir uygulaması ile karşı karşıya kalıyoruz. Güncel muhalif yaklaşıma göre iktisadi ve kültürel olan her şey siyasi alanda kazanmaya, dahası siyasi alanda kazanmanın da “sadece” seçim kazanmaya indirgendiği bir noktadayız. Ne yazık ki, bu cendereyi kırmaya çalışanlar da aynı tuzağa çekilmekte, ideoloji toplumsalı kuran bir düşünce ve sınıfın ifadesinden geriye giderek salt doktrin olmaktadır. İktisadi alanda mücadele bu anlamda ideolojiktir, öte yandan sınıfsal bilincin ifadesi ile parti doktrini arasındaki fark gözden kaçmaktadır. Emekçi sınıfların haklı mücadeleleri “ideolojik” olarak damgalanırken kavramsal kayma ile hem gerçekliğe işaret edilmekte hem de doktriner “ideoloji” vurgusu ile sınıfların bilinci yanlış bilince döndürülmektedir (meslek örgütlerinin parti kuyrukçuluğu çift taraflı bir saptırmaya mahal vermektedir. Meslek ve sınıfsal çıkarlar ile parti doktrini karıştırılmakta, muhalif olduğu iddia olunan malum partinin çıkarları uğruna sınıfsal çıkarlar feda edilmektedir).

“İdeoloji” belli bir sınıfın dünya görüşünün ifadesi veya diğerleri üzerinde yanlış bilinci ise pekâlâ bunun tersine döndürülmesi de mümkündür. Ezilen sınıfların çıkarlarının ifadesi seçimi veya ne zaman geleceği belli olmayan “devrim mesihini” beklemek zorunda olmadığı gibi ironik olarak kendini ideolojik sunmadığı ölçüde ideolojiktir. Devrimci mücadele iktisadi alanda başlayıp biçimlenmemiş mıdır?

Hegemonyanın zayıf karnı da tam da buradadır. Kitlelerin somut, maddi gereksinimlerini gündelik politik çekişmelerden çıkarmak, iktisadi ve kültürel talepleri, bu alanda yapılacak mücadeleleri öncelemek egemen sınıflar ve kliklerin seçim felcini kıracak unsur olacaktır.

Bu alanlardaki mücadele ana akım muhalefet eliyle yürütüldüğünde kadük, dar bir alana hapsolmuş kalmaktadır. Ana muhalefetin (ve daha önemlisi Cumhuriyetçiliğin) temel kitlesinin alım gücü dolaylı vergiler ve beyaz yakalı işsizliği karşısında erirken milyonlarca gence seçim beklemeyi vaat etmenin ötesine geçilmelidir.

Cumhuriyetçilerin, gençlerin, beyaz yakalıların, kadınların vs somut, maddi ve yaşamsal gereksinimlerini merkeze alan bir muhalif yaklaşıma acil gereksinim vardır. Muhalefetin dağınıklığı ve seçim kazanmaya odaklı yaklaşımı bugüne kadar bir iki markanın boykotu dışında bir adım sağlayamamışsa da pekâlâ bu olanaksız değildir.

Bir karşıt hegemonya rıza alanlarında örgütlenerek mümkün olacaktır. Y-CHP’nin seçimi kazanmasını beklemeye razı bir ortamda zaten baştan egemen sınıfların hegemonyası kazanmış, seçim belki de -her ne kadar hayati olsa da geniş anlamda- egemenler adına nöbet değişimi olacaktır. Burjuvazi fraksiyonlarının nöbet değişimi ötesine geçildiğinde bile -mevcut durum bunun çok ötesine şimdiden geçmiş ve kısır tartışmalardan yurtseverlerin sıdkı sıyrılmıştır-, yurtseverlerin kazanan her şeyi alır a dünden razı olması ileride tekrar her şeyi kaybetmeye razı oldukları anlamına da gelecektir.

Ana akım muhalefetin dışına çıkıldığında Cumhuriyetçilerin görevi kısır tartışmaların ötesine geçerek yurttaşların taleplerini yükseltmek olmalıdır. Seçimin kaderine ve egemenlerin keyfine mahkum olmaktan, yurtseverlerin, emekçi kitlelerin uzun vadede kendi mevzilerini inşasına giden yol bu “dar anlamda” siyasetin dışına çıkan yoldan geçmektedir.

Similar Posts:

Loading

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir