İrem Yılmaz Yazdı: “SİYASET PSİKOLOJİSİNDE İTTİHAT VE TERAKKİ”
Kitle Psikolojisi
Kitle psikolojisi olarak adlandırılmış, kitlelerin psikolojik davranışlarını, bu davranışlarının sergilediği özellikleri bilhassa Gabriel Tarde, psikolojinin öncü ekollerinden Sigmund Freud ve İngiliz psikolog William Mc. Dougall tarafından incelenmiştir. Bu insanlar toplumsal olaylar ve bu toplumsal olaylara karşı kitlelerin hareketlerini ve görüşlerini, kitle içerisinde oluşan ortak ruh ve bilinci analiz etmişlerdir. Özellikle Freud ‘bilinçaltı’ ve ‘bilinç’ kavramları kitlelerin psikolojik kökenlerini oluşturan en önemli kaynaklar olarak değerlendirir. Toplumların da bir birey gibi psikolojik temelleri, bilinçleri ve bilinçaltları vardır. Bu nedenle toplumlar ortak ruh, ortak bilinç ve ortak bilinçaltı kavramlarıyla hareket ederler. Kitle psikolojisi ise bu noktada ortak ruh, ortak bilinç gibi kavramları benimsemiş kitlelerin özelliklerini ele alır. Bireyin psikolojisi oluşmaya başladığı andan itibaren bulunduğu toplumun psikolojisiyle de harmanlanır. Savaş, göç, sömürge vb felaketlere gözlerini açan bireyler de kendi psikolojik tabanlarını oluştururken bu gibi olaylardan nasibini alır. Bireyin toplumsal varlığı, büyüdüğü süreç ve ortamla bütünleşir ve bu şekilde var olmaya devam eder fakat kitle kavramı bazen bu bahsedilen olgudan çok uzaklaşır, savaş, göç, sömürge gibi felaketlere her bireyde olduğu gibi kitleler de tepki vermek ister ve kitleleri tek kolektif tek pota içinde eriterek bunu fiile dökerler. Bu nedenle kitleye artık katılmış olan kişi yaşanılan travmadan da ötürü bireysel psikolojisini kaybederek sadece kitlenin amaçlarını ve çıkarlarını düşünerek kitlenin bir parçası, bir organizması olur. Kitle bireyinin en mühim ortak özellikleri şunlardır; toplum psikolojisinin artık kitle bireyinin psikolojisi olması, kitledeki bireylerin duygu ve fikirlerinin bir amaç uğruna aynı yöne yönelmesi, amaca yönelik alınan direktifleri bir an önce amaç uğruna gerçekleştirme hedefi, yeri geldiğinde bireyin kendisi olmaktan da çıkıp amaç uğruna kendini feda etmesidir. Kitle psikolojisi bazı zamanlar da büyük felaketlere sebebiyet verebilir. Kitle bireyinin psikolojisi bazen çok ileriye giderek kitle içerisinde bir davranışı yanlış sayılmadığı sürece kitle dışındaki insanlarca da yanlış sayılmayacağını, kitle için doğru neyse bunun diğer insanlar için de doğru olacağını düşünebilir. Tarihte bu kötü duruma örnek verebileceğimiz akla gelen ilk kitlelerden biri Hasan bin Sabbah tarafından kurulmuş Haşhaşiler olabilir. Bu yazıda biz daha çok tarihte kötü örnekler oluşturmuş ve kitle psikolojisinin yarattığı algıyla birçok bireye psikolojik anlamda zarar vermiş kitleler yerine, vatansever, zamanında birçok konuda kitlelere ve politikada bireylere öncülük etmiş, bunun dahilinde amaçları uğruna canlarını verebilecek bir kadroyu ele alacağız: ‘İttihat ve Terakki’
İhtişamlı imparatorlukların gerileyişi ve çöküşü her zaman büyüleyici ve merak edilen bir konu olmuştur. Uzun zaman boyunca ele alınmasıyla beraber hala ele alınmaya devam eden Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü de merak edilme konusunda nasibini almıştır. Bu dönemi Sultan Abdülhamid dönemi olarak adlandıracak olursak, muhalefetin kendini oldukça yoğun hissettirdiği bir dönemdir. Yapılan muhalefetin en şiddetli olduğu noktalardan biri ise ordudur. Özellikle de ordu içerisindeki genç subaylar ordunun ve memleketin yönetiminden memnun değildir. Muhalif kesim sadece ordunun içindeki genç subaylarla sınırlı kalmamış, toplumun birçok kesimindeki insanlar tarafından Abdülhamid ve yönetimine karşı tepkiler doğmuştur. Bunlara neden olaylar, Karlofça, Pasarofça ve sonraki antlaşmaların yarattığı utanç duygusu, merkezi hükümetin taşra üzerinde zaten kaybolmaya yüz tutan otoritesini tamamen zayıflatmıştır. Gittikçe artan harcamalar ve değer kaybeden paranın karşısında hazinenin taleplerine cevap vermenin artık çok zor olması, tımarların araziye dönüşmesi, bürokrasinin gittikçe artan kifayetsizliği ve rüşvete yatkınlığı, gelişen teknolojinin Osmanlı’da ilkel düzeyde olması gibi temel sebepler yatmaktadır. Bu baskıya ve gerilemeye yazıda ele aldığımız İttihatçılar ‘Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet’ diyerek göğüs germişlerdir. Bu kesinkes gerileyişi ve bu baskıyı durdurmak isteyen kitle, 2. Meşrutiyet’i gerçekleştirenlerden başkası olmamıştır. Bütün İttihatçıların açık ve değişmeyecek yegane hedefleri bu şartlarda tehlike altında olan imparatorluğun ayakta kalmasıydı. Onlar, reform yanlısı ve devrimcilerdi. Osmanlı Devletinde yapılacak olan bazı köklü atılımların devletin çürümesine engel olacağını ve devleti harici saldırılardan koruyacağını düşünmektelerdi. Cemiyet o yıllarda devletin çoğu problemiyle meşgul olmuş, kanuni, idari girişimlerde bulunmuştur. Zaman zaman çabaları eksik kalabiliyor, yanlış olabiliyordu fakat birçok bakımdan kendilerinden sonra ortaya çıkacak Türkiye’nin hazırlanma aşamasına katkıda bulundukları değişmez bir gerçekti. Toplumsal hayatta başlamış olan değişim, cemiyetin çalışmalarıyla ülkede hız kazanıyordu. En önemli etkenlerinden biri de eğitim alanında olmuştu. Seküler ilköğretim ve ortaöğretim kurumları, öğretmen okullarını kapsayan yeni bir sistem kurdular. İstanbul Üniversitesini yeniden teşkilatlandırdılar. Önemli bir değişim ise kız öğrencileri de kapsayacak biçimde bu yeniliklerin topluma sunulmasıydı. Cemiyet ilk ve ortaöğretimin kapılarını kız öğrencilere açtı. Böylelikle kadınların iş hayatına, eğitim hayatına ve toplumsal hayata atılmalarına vesile olmuş reformcu bir kitle vardı. Jön Türkler olarak sürgünlerde başlatılmış yenilik fikirleri kapsamlı bir çerçeve halinde fiile dökülüyordu. Bu yenilikçi fikirlerin ve çözümlerin yanı sıra imparatorluğun çöküşünden nasıl kurtulacağı sorusu hala akılları kurcalıyordu. Tecrübe eksikliği, politik eleştiriler İttihat ve Terakki için elbette kabul edilebilirdi fakat kötü niyet kabul edilemezdi. Politikada sistemin duruma göre davranması hedeflenir. Psikolojik bir varlık olan politikacıların yaşadıklarından edindikleri tecrübeyle ve fikirlerinden oluşturdukları yolla sadece anı kurtarmak için hareket etmeleri bilinçaltındaki ‘iyi politik’ sisteme de aykırıdır. Uzun vaade de İttihatçılar da edindikleri tecrübe, gördükleri olaylar, doğdukları topraklardan kopuşları ve yaşanılan baskı altında sisteme karşı bir reaksiyon gösterip, anı kurtarmak yerine devletin geleceğine yönelik istibdata karşı bir mücadele verip, memleketi bu sebepler dahilinde her yolu göze alıp kurtarmak istemişlerdir. Osmanlının durumu önceki paragraflarda da bahsettiğimiz üzere biçareydi. Bu nedenle 19. Yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başları Balkanlar için de ayaklanma dönemi olarak nitelendirilebilir. Fransız devrimi ile dünyada bir çığ gibi büyüyen milliyetçilik düşüncesi Balkanlarda da bilfiil etkisini göstermekteydi. Bunların dahilinde emperyalist güçler hasta bir ülkenin azınlık milletlerini kışkırtmaya devam ediyordu. 20. yüzyıldaki sistematik ayaklanmalardan önce 19. yüzyılda da Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan gibi Balkan eyaletlerinde vergilerin çoğalarak toplanması ve birtakım ekonomik sebeplerden ötürü ufak çaplı ayaklanmalar olmuştu. Ama artık daha büyük ve emperyalist devletlerin desteklediği ayaklanmaların olacağı döneme girilmişti. Osmanlı kaçınılmaz bir savaşa doğru ilerliyordu. 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra da siyasi çatışmalar ve çalkantılar hala devam etmekteydi. Ordu durumdan memnun değildi ve bu sebeple ordu içerisinde reformlar gerçekleştirmek isteniyordu. Mebuslar meclisinde sunulan ordu reformları İttihat ve Terakki’ye muhalefet olan Hürriyet ve İtilaf Fırkasından dolayı tam olarak gerçekleştirilemiyordu. Almanların bazı fikirleriyle orduda bir takım düzenlemeler yapılmışsa da, istenilen seviyede hiçbir zaman olmamıştı. Ordu iki tür birlikten oluşmaktaydı; İlki, “Nizam” denilen, iyi ve donanımlı askerlerden, diğer birlik “Redif” denen takviye askerlerden oluşuyordu. Redifler; disiplinsiz, tecrübesiz ve eğitimsizdi. Mevcut duruma bakınca hala ordunun sıkıntısı hiç azalmadan devam ediyordu. Askerlerin eğitimlerinde sorunlar mevcuttu. Bunun hakkında, Balkan Savaşı’nda 3.Kolordu’nun kumandanı olan Mahmut Muhtar Paşa şunları söylemektedir; “Nizamiye birliklerimizin de eğitimi çok eksikli; ordunun hiçbir bölümünde bir yıllık düzenli eğitim dönemi uygulanmamıştı. Çünkü taburlar parça parça seferber edilip değişik yerlere gönderilerek ayaklanmaları bastırmaktan ve polis, jandarma görevi görmekten eğitim ve alıştırmaya zaman ve olanak bulamazdı.” Bu gibi sıkıntılar çoktan savaşa sebebiyet doğurmuştu. Trablusgarp Savaşı’nın sürdüğü sıralarda Osmanlı Hükümeti Karadağ ile aynı cephede savaşa giren diğer Balkan Devletlerine savaş açtı. Aynı yurda mensup, yüzyıllardır beraber yaşayan insanlar büyük bir uçurumun eşiğinde emperyalist güçlerin de kışkırtmasıyla birlikte birbirlerine silah doğrultmuşlardı. Sonuç olarak, savaş büyük bir hezimetle Osmanlı tarafından kaybedildi. Bulgarlar, Trakya’nın büyük bir kısmını, Sırplar, Üsküp ve Manastır’ı, Yunanlılar, Serfice, Selanik, Bozcaada, Sakız ve Midilli Adalarını, Sırplar ve Karadağlılar ise Arnavutluk’u işgal edip, paylaştılar. Kitle olarak nitelendirdiğimiz insanlar yurtlarına bir daha dönemeyecek olmanın şoku ve hüznüyle bu durumu kavramaya çalışıyorlardı. Bu nedenle memleketlerini, doğup büyüdükleri toprakları kaybetmemek için canla başla görev azmiyle yeni fikirler üretmek görevini üstlendiler. Osmanlının mali yapısı Balkan Savaşlarıyla beraber tamamen yerle bir olmuştu, kitle, bu hengameden yurtlarını nasıl kurtaracağını düşünüyordu. Kendisini mağlubiyet psikolojisine kaptırmış olan hükümet, Birinci Dünya Savaşı eşiğinde olup olmadığımızı gerçekçi bir biçimde değerlendiremiyordu. Osmanlı devleti uluslararası alanda söz sahipliğini tamamen yitirmişken bu savaşa girilmemesi de kaçınılmazdı. 1918 yılının baharında Falih Rıfkı Atay’ın Cemal Paşa’ya yönlendirdiği bir soru aslında vahim durumu net bir şekilde açıklıyordu:
– “Paşam, eğer bir sakıncası yoksa lütfen cevap verir misiniz? Biz bu savaşa niye girdik?”
+ “Maaş ödeyebilmek için girdik, hazine bomboştu. Maliye Nazırı Cavit Bey ne İngiltere ne de Fransa’dan on para alamayacağımızı söyledi. Duyun-u Umumiye de Londra’dan aldığı buyruklar doğrultusunda her ay verdiği iki milyon altın lirayı da kesti. Orduya ekmek alacak paramız yoktu. Durumumuzu bizim kadar iyi bilen Almanlar bize ittifak karşılığı para önerdi. Bunun üzerine de, Olanlar oldu.”
Cemal Paşa’nın Falih Rıfkı Atay’a cevabı üzerine değerlendirilmesi gerekmektedir ki İttihatçılar’ın yegane hedefi Osmanlıyı, tükenmekte olan bir devleti ayakta tutmak istemişlerdi. Bunu gerek bürokrasi alanında, gerek ordu içerisinde yeni fikirler üreterek yapmaktan hiç çekinmiyorlardı. Birçok fikir ve fiilleriyle gelecek Türkiye’nin temellerini hazırlıyorlardı. İttihatçıların son durumları psikolojide ‘ostracism’ kavramıyla bağdaştırılmış olsa da bu insanlar kitle gücüyle hareket edip kitle psikolojisini, bilinçaltlarında bulunan memleketi kurtarmak üzere oluşmuş iyi niyetlerini hiç kaybetmeden büyük bir mücadele vermişlerdir. Freud için kitle: ‘Bir an, bir amaç uğruna bir araya gelmiş, verimli kesimlerden de oluşabilmekte olan, yeri geldiğinde sürekli yeri geldiğinde geçici topluluklardır.’ İttihat ve Terakki Cemiyeti, sahip oldukları psikolojik durumlarından da ötürü kitle psikolojisini benimseyerek memleketin ahvali nedir sorusunu fiile dökerek halka ve kendilerine yanıtlamak amacıyla da savaşa girmek zorunluluğu altında kendilerini bulmuştur. Bundan ötürü doğrularıyla ve yanlışlarıyla belirli bir kitle psikolojisi oluşturmuşlardır. İttihat ve Terakki Cemiyeti ‘doğru’ uygulanmış eylemleriyle günümüzde bizlere de verimli örnekler doğurmalıdır. Bizler de ‘doğru’ ve ‘iyi’ bir kitle psikolojisini kendi potamızda eriterek harekete geçmeliyiz.
Kaynaklar
1)Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, İstanbul, Arkadaş Yayıncılık, 2015
2) Emre Ateş, Enver Ata, İstanbul, Bilgeoğuz Yayıncılık, 2017
3) Prof. Dr. Ahmet Akın, Doç. Dr. Eyüp Çelik, Dr. Ümran Akın, Psikolojide Güncel Kavramlar Politik Psikoloji, Ankara, Mobel Yayıncılık, 2019
4) David Patrick Houghton, Siyaset Psikolojisi Durumlar Bireyler Olaylar, İstanbul, Bige Kültür Sanat, 2015
Similar Posts:
- İrem Yılmaz Yazdı: “SİYASET PSİKOLOJİSİ VE ÖZ YETERLİLİK”
- BİR BÜTÜNÜN PARÇASI OLMAK: ÖRGÜTLENMEK
- YUSUF AKÇURA VE TÜRK BURJUVASI
- Orhun Ayhan Yazdı: “Millet Kavramı ve Atatürk’ün Millet Tanımı”
- DOĞU ANADOLU KEMALİZM ÇALIŞTAYI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME