İNKILÂP BİTTİ Mİ?
Yazan: Şevket Süreyya
Ankara Radyosu konuşuyor:
“Arkadaşlar! Arasıra inkılâbın bittiğinden ve her işin artık tâbii seyrine bırakılması lâzımgeldiğinden bahsedenlere tesadüf olunur. Bu görüş tembel, yorgun ve cesaretsiz ruhların görüşüdür. Biz, kaybettiğimiz zamanları – bizi beklemek niyetini izhar etmeksizin süratle ilerliyen başka milletlerin peşinden – tabii diye tasvif olunan mecrada salına salına yürümekle kazanamayız!
Biz, tedrici tekâmül kaidesini yolumuzun üstünde çiğneyerek ve irfan yolunda tekâmülümüzü inkılâplar sürat ve şiddetiyle yapmak, içtimaî kanunlara yeni bir kanun ilâve etmek mecburiyetindeyiz!”[1]
Ankara radyosu az konuşur. Fakat konuştuğu zaman iyi konuşur. Ankaranın hakıki sesi, Ankara radyosu iyi konuştuğu zaman duyulan sestir. Ankara radyosu iyi konuşunca verdiği sesler, hem hududumuzun içinde hem de hududumuzun dışındaki hava mesafelerinde sert akisler yapar. Bu akisleri duyanların onlara karşı bitaraf kalmaları kabil değildir.
***
Biten inkılâp, bittiğine inanılan inkılâptır.
Bir inkılâp, biter mi? Bitebilir. Müdafaa ettiği bütün gayeler artık tâbii kaideler haline gelen; ahlâkını, hukukunu, sanatını yapan; tezatlarını ve reaksiyonlarını yenen, hulâsa getirdiği cemiyet şekilleri artık tabiîleşen inkılâplar görülmüştür. Fakat, harpsonundaki cemiyet değişikliklerinden hiç biri için henüz son kaidelerini vermiş, kat’i nizamını bulmuş, artık durulmuş ve tabiîleşmiştir, denilemez:
Dünya küresinin yüzü yeni bir “CUMUDİYELER ÇÖZÜLMESİ” devri yaşıyor. Bu çözüntü, cemiyet içinde düne hâs ve düne uygun olanın, donan ve yaşamaktan kalanın eriyişi ve kayboluşudur.
Bu çözüntü seyrinde dünün bütün cemiyet usulleri reaksiyonlarını vermiş, fakat, bu günün cemiyet şekillerinden hiç biri henüz tezatlarını tasfiye edememiştir:
Henüz, her şey akıyor. Her şey değişiyor. Bütün sebepler biribirine zincirlenmiş ve bütün sebepleri biribirini iten bir hercümerç içinde, şekiller, kaideler bir büyük boranın biribirine kattığı ecsâm gibi karışıyor, havalanıyor.
Her şey mesnedinden kopmuş gibidir.
Bu hercümerç nereye varır, bilinemez. Çünkü, cemiyette inkılâplar, filvaki, insan iradesinin müdahalesile yürür. Fakat, irademizle başlamaz ve irademizle bitmez. Yalnız şu muhakkak görünüyor ki, harpsonu tarihin çetin günleri henüz geride değil, ileridedir.
Bugünkü dünya cemiyetinde bazan ihtilâl, bazan iktisadi dağılış, bazan ahlâk, san’at, zevk kaidelerinin iptizali, yani bir ruh sarhoşluğu şeklinde sıralanan işaretler, dünya mikyasında bir cemiyet istihalesinin; bir eski cemiyetler muvazenesinden bir yeni cemiyetler muvazenesine doğru gidişin parça parça tecellileridir.
Şüphe edilmez ki cihan bir yeni cemiyetler muvazenesine doğru gidiyor. Türkiye bu yeni dünya nizamında, bu nizama uygun bütün iktisat ve cemiyet şartlariyle müstakil bir iktisadi ve siyasi cüzütam olmak mecburiyetindedir.
Cihanda inkılâp devam ediyor ve Türkiyede inkılâp bitmemiştir!
***
Bütün cihan bir “TEK NİZAMI ÂLEM”e doğru mu gidiyor?
Hayır! Biz bu kanaatte değiliz.
Filhakika, modern tekniğin, yeni istihsal vasıtalarının, beynelmilel iktisat usullerinin bütün cihanı birleştiren ve bütün cihana “TEK MUKADDERAT” tayin eder görünür bir manzarası vardır. Fakat, bu manzara altında, bu zâhiri istikamet ve mukadderat birliğini nefy ve inkâr eden tezatlar ve müessirler yaşıyor. Bize göre cihanda yeni cemiyetler muvazenesi, her biri ayrı ayrı, siyaseten ve iktisaden müstakil, siyasî ve iktisadî cüzü tamlar muvazenesi olacaktır.
***
Harpten evvel cihan, Avrupanın iktisat ve fikir hegemonyası altında yaşarken, cihanın mukadderatı, âleme Avrupanın mukadderatı gibi görünürdü. Avrupa hangi tesirler altında ve nereye giderse, cihan aynı tesirlere tabi olarak oraya gider sanılırdı.
Âlemin cihanı telâkkı tarzı, Avrupanın cihanı telâkkı tarzından ve âlemin rüyet ufku, Avrupanın cihanı rüyet ufkundan ibarettir zannedilirdi. Dünya cemiyetlerinin inkişaf kanunlarının, Avrupa cemiyetlerinin inkişaf kanunlarının aynı; dünya mukadderatının Avrupa mukadderatiyle bir olduğuna inanılırdı. Hulâsa, eski Yunan kollegyumunda Atina, Orta asırlar hiyerarşisinde Kilise ne ise, Harp başına kadar devam eden on dokuzuncu asır demokrasisinde de Avrupa o idi.
Bir buçuk milyar müstemleke halkı, Avrupa için çalışır, dünya kaidesinin ortasında yükselen Avrupa ehramı bu bir buçuk milyar insanı ve Avrupa ehramının tepesinde yerleşen bir avuç ekaliyet, ehramın bütün alt tabakalarını kendi arzusuna göre harekete getirirdi. Gerek bu alt tabakalar, gerek bu bir buçuk milyarlık insan kalabalığı için, doğru ve hakikat olan nizam, bu hiyerarşinin devamından ibaret sayılırdı. Her tarafta cemiyet ilmi ve ilmi olan kaideler diye öğretilen ve münakaşasız kabul edilen şeyler bu teessüs etmiş hiyerarşinin mazmunları ve kaideleri idi.
Halbuki, bu nizam, bugün gibi o zaman da, kendi bünyesinden doğan ve her biri kendi istikametinde inkişaf edip, kendi istikametinde kuvvetlenen iki büyük tezat elinde mustaripti:
1- Bir tarafta bir buçuk milyarlık bir müstemleke ve yarı müstemleke halkının yarattığı fazla kıymetlerle yaşıyan dört yüz milyon başlı bir Avrupa ehramı vardı ki bu ehramı teşkil eden içtimaî tabakalar arasında, günden güne keskinleşen bir (sınıflar kavgası) bizzat Avrupa cemiyetinin kendi nizamı aleyhine inkişaf edip duruyordu.
2- Diğer taraftan, bütün teknik vasıtaları kendi emrinde tutan ve cihanı kendi fikir ve iktisat diktatörlüğü altında, kendi istediği gibi kullanan bütün sanayi Avrupasına karşı, bir buçuk milyarlık müstemleke ve yarı müstemleke halkının için için kaynayan (Milli kurtuluş mücadeleleri) vardı.
Şimdi bu tezatlar artık halledilici safhasına girmiştir. Sınıflar ve milletler her biri kendi saflarında, kendi yerlerini buluyorlar. Büyük sanayi kesafetlerini toplayan ve bütün ıstırabı bu sanayi kesafetinden doğan Avrupada, cemiyetin mukadderatı kendi şartlarına göre istediği şekilde hallolunabilir. Fakat, Türkiyenin yeri Milli kurtuluş hareketleri cephesindedir.
Yeni Türkiye, geçen asrın müstemleke ve metropol münasebetlerine karşı, yeni cemiyetler muvazenesinin kaydüşartsız müstakil milletini ve geçen asrın tabi ve metbu milletler nizamı yerinde, siyaseten masun ve iktisaden kendine yeten milleti temsil ediyor.
***
Ancak şu da var ki, kendi hudutları içinde, kendine yeten millet, yahut yeni manasıyle İKTİSADÎ VE SİYASÎ CÜZÜ-TÂM, dünyadan mücerret ve kendi içine çekilmiş bir iptidaî cemiyet demek değildir. Cihanın yeni cemiyetler muvazenesinin unsurlarını teşkiledecek olan bu cüzü-tamların her biri, kendi hudutları dahilinde, filvaki, kendilerine göre birer içtimaî çehre arzedebilirler. Fakat, bu dahilî bünye tefavütü, onların bu günkü metropol ve müstemleke münasebetlerine mukabil, müsavi haklar ve şartlar dahilinde cereyan eden yeni ve ileri bir mübadele nizamı üstünde anlaşmalarına mani değildir. Türkiye, bu yeni cüzü-tamlar muvazenesinde, kendi mikyasında inkişaf ettirilmiş ve tanzim edilmiş sanayii, kendi kanunlarına göre cereyan eden Millî kredi ve emtia hareketleriyle kendi kendine yeten ve kendine hâs iklim şartları sayesinde istihsal ettiği MÜSTESNA EMTİA, sıyla cihan mübadelesine iştirâk eden müstakil milleti temsil edecektir.
Bunun içindir ki sadece, büyük istihsal vasıtalarını elinde toplayan memleketlerde, bu istihsal vasıtaları üstündeki mülkiyet tezatlarının halli, o istihsal vasıtalarından esasen mahrum olan Türkiye ve Türkiyeye benzer memleketler için büyük bir mana ifade etmez. Biz, büyük istihsal vasıtalarını elinde tutan memleketlerde bu istihsal vasıtaları üstündeki mülkiyet münasebetlerinin değişmesinden ziyade, büyük sanayi memleketleriyle, sanayiden mahrum edilmiş memleketler yahut iktisadî müstemlekeler arasındaki iktisadî tabiiyet ve metbuiyetin tasfiyesini istiyoruz.
Cihan içinde Türk inkılâbının, hatta, yalnız Türkiye için değil, Türkiyeye benzer bütün memleketler için asıl olan, karakteristik olan büyük manası buradadır.
***
Hulâsa, bize göre cihanın mukadderatı yalnız Avrupanın mukadderatı demek değildir. Çünki, cihan içinde Avrupa, cihanın diğer aksamiyle ayni kanuniyetler altında işliyen bir bünye tecanüsü arzetmiyor. Çünki, cihanın diğer aksamiyle Avrupanın tezatları, muharrik kuvvetleri ve inkişaf istikametleri arasında farklar, ayrılıklar vardır.
Cihanın geçirdiği derin bünye istihalesi aşikârdır. Fakat, bize göre bu istihalenin temayülü, cihanın yeni bir Avrupa nizamına kaydüşartsız intıbakı değil, bilâkis, unsurları müstakil cüzü tamlar olan yeni bir cemiyetler muvazenesinin cihan mikyasında teessüsüdür. Bu muvazenede her cüzü tamın, dahilî çehresi ne olursa olsun, kendi bünyesinden gelen ve kendine hâs olan bir inkişaf istikamet ve kanuniyeti olacaktır. Binaenaleyh, Türkiyenin, yaşadığımız zamanın bu tarihî seyri içindeki mevkıi, ne şu âlemin, o âleme hâs kaidelerine, ne bu âlemin o âleme elverişli kanunlarına uymadan, kendi bünyesinden gelen ve kendine uygun olan şartlara ve kanuniyetlere göre kendi yeni nizamını yapmasıdır.
Türk inkılâbı, Türkiyenin, içinde yaşadığımız zamanın şartlarına ve kanuniyetlerine göre yeniden yapılış ve kuruluşudur ki, bu hareket ancak sistemli hamleler, hedefleri evvelden muayyen sıçrayışlar ve bir zerresi bile boş yere israf edilmiyen mütemerkiz bir millî enerji ile inkişaf edebilir.
Bunun içindir ki inkılâp, havada kalmıyan, yeni iktisat ve cemiyet müesseleri şeklinde esere intikal eden, yeni maddede şeklini bulan bir cemiyet hareketidir.
İşte yine bunun içindir ki, cihanın yeni muvazenesi ve Türk cemiyetinin mütekâmil ahengi henüz oluş seyrinde bulunduğu içindir ki, cihanda inkılâp devam ediyor ve Türkiyede inkılâp bitmemiştir diyoruz.
Filvaki, bitmiyen bir inkılâba bitti de denilebilir. Fakat, zahirî hayatın sessiz akışı altında hâdisat, yeni tehavüller için yeni zaruretler biriktirmekte devam ederse, kendi ruhumuzda hasıl olan sükûna kendimizin inanmamızdan ne çıkar?
Vakıa, inkılâbımızın manasını şümuliyle duymıyan, onun yapıcılık ve kuruculuk imkânlarına inanmıyan, hulâsa onun her gün yeni bir inkişaf istikametinde akışını inkâr edenler vardır. Hâdisatın baş döndüren seyrini kendi küçük ruhunun bir damla suyu andıran durgunluğu içinde seyredipte başlarında sükûn uykuları duyanlar, hûlasa vekayiin bu engin akışından bıkanlar ve yorulanlar bulunabilir. Bunlar bir takım “KERVANA KARIŞANLAR”dır.
Onlar bir köprüden geçer gibi ve bir köprüden geçmek için karıştıkları bu inkılâp kervanına bir gün bile istinâs etmeden yoruldular. Düştükleri yol kendi rüyet ufuklarını çoktan aştı.
Şimdi, kendi ruhlarının yetiştiği ve alıştığı cihanı özlüyorlar! Halbuki, bizi o cihandan ayıran köprü çoktan yıkılmıştır!
Not: Bu yazı Kadro dergisinin Sayı 3: Mart 1932 sayısında yayımlanmıştır. Yazı orijinal haliyle aktarılmış olup dipnotlar yazara aittir.
[1] Halk Evi’nin açılma merasiminde Dr. R. Galip Bey’in söylediği bir nutuktan.
Similar Posts:
- “MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİMİZ” VE KADRO DERGİSİ’NE KISA BİR BAKIŞ
- İrem Yılmaz Yazdı: “SİYASET PSİKOLOJİSİNDE İTTİHAT VE TERAKKİ”
- KEMALİZM’İN YANLIŞ YORUMLARI ÜZERİNE
- Dr. Birgi Tuna Yazdı: “Emperyalizmin Zor Sınavı: İskoçya”
- Ahmet Ayçiçek Yazdı: “Genç Kemalistler”