Ferhat Özdemir Yazdı: “CUMHURİYETİN SAĞLIK ORDULARI KOMUTANI: REFİK SAYDAM”
İlber Ortaylı’nın deyişiyle sağlık ordusunun az bilinen komutanlarından Dr. Refik Saydam… Kendisini bundan daha iyi tarif etmemiz imkânsız sanırım. Doğum yılı bile birçok kaynakta yanlış yazmaktadır. İbrahim Refik Saydam 1882 yılında İstanbul’ da doğmuştur,1900 yılında askeri tıbbiyeye giren Refik Saydam askeri tıbbiyeden sonra Almanya’da çeşitli yerlerde eğitim gördü. Balkan Savaşı patlak verince memlekete dönüş yaptı. Ardından 1. Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda yer aldı. Mustafa Kemal Paşa ile Samsun’a çıktı. Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldı. 14 yıl sağlık bakanı, kısa süreli içişleri, milli eğitim ve maliye bakanı olarak çalıştı. 13.5 yıl Kızılay başkanlığı ve 3,5 yıl başbakanlık yaptı. Başbakanlığı görevindeyken 8 Temmuz 1942 tarihinde vefat etti. Öldüğünde bütün mal varlığı ailesinden kalma bir yalı ve Atatürk‘ün hediye ettiği bir evden ibaretti. Ölümünden bir yıl önce İstanbul‘da bulunan Yalı‘yı Darüşşafaka‘ya Ankara‘da bulunan Atatürk‘ün hediye ettiği evi de Kızılay‘a bağışlamıştır. Peki, bizlere bıraktığı en büyük miras olan hayatını ve verdiği mücadeleleri ne kadar iyi biliyoruz! Balkan Savaşı, 1.Dünya Savaşı, Kurtuluş Savası ve 2.Dünya Savaşı’yla geçen bir ömür ve verilen mücadeleler. Ve tabi ki en büyük savaşını salgın hastalıklara karşı veren bir lider, sağlık ordumuzun başındaki komutan. Atatürk tarafından ‘’İçi dışı bir, temiz, dürüst arkadaşımız, sizin soyadınız Saydam olsun’’ dediği bu az bilinen komutan neler yapmıştır isterseniz daha yakından tanıyalım.
TIP LİTERATÜRÜNE GEÇEN TİFÜS AŞISI
İlk tıbbi başarısını 1. Dünya Savaşı sırasında gösterdi. Sarıkamış’ta tifüs orduyu kırıp geçirmişti. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, “Sarıkamış bozgununun mimarlarından Hafız Hakkı Bey de bu ölümcül hastalığın pençesinden kurtulamayacak, askerler arasında “biz Ruslara değil, bitlere yenildik” sözü bir darb-ı mesel olarak kalacaktır…” diye yazmaktadır. Bu olaydan sonra tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti. 1. Dünya Savaşı’nda(1916’dan sonra) Osmanlı ve Alman ordusunda ardından Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. Aşı bulunduğunda Alman doktorlar aşıya itiraz eder ancak daha sonra Alman ordusunda da kullanılır. Bunun bedelini doktorunun istememesi nedeniyle aşı olmayan Alman Mareşal Goltz hayatıyla öder. Türkiye’de üretilen tifüs aşısı 1. Dünya Savaşı’nda muhtemelen yüzbinlerce askerin hayatını kurtardı.
SAĞLIK BAKANLIĞI DÖNEMİ
Türkiye Cumhuriyeti‘nin ilk Sağlık Bakanlığı 11 Mayıs 1920‘de, Ankara‘da çalışmaya başladı.[İlk Sıhhiye Vekili Dr. Adnan(Adıvar) Bey] Bu yıllarda Avrupa‘nın birçok ülkesinde müstakil Sağlık Bakanlığı organizasyonu yoktu. Sağlık işlerinin müstakil bir vekillikte toplanması fikri Mustafa Kemal’e, yakın dava arkadaşı Dr. Refik Bey tarafından verilmiştir, Mustafa Kemal, fikir ancak Dr. Refik Bey‘den gelince tam olarak inanıp benimser. İlerleyen yıllarda Dr. Refik Bey büyük işler yapacağı bakanlığın başına gelir. Birçok ilde memleket hastaneleri, doğum ve çocuk bakım evleri açtı. Ayrıca bu konuda nitelikli eleman yetiştirilmesine önem vererek sağlık kursları, tıp öğrenci yurtları, 1928 de Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü ve Mektebi’ni, İstanbul ve Ankara’da veremle savaş dispanserlerini, Manisa ve Elazığ’da Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanelerini açtı. 1923 yılında Türkiye‘de 554 hekim, 4 hemşire, 136 ebe, 560 sağlık memuru vardı. 1927 yılında bu rakamlar Türkiye için 1059 hekim (13.000 kişiye bir hekim), 139 hemşire, 347 diplomalı ebe ve 1036 sağlık memuruna ulaştı. Dört yıl içinde ulaşılan sonuç Dr. Refik Saydam‘ın ne denli yoğun bir insan gücü yetiştirme programı uyguladığını göstermektedir. Bakanlığı dönemindeki diğer işlere bir göz atmak gerekirse:
Talebe Yurtları:
Talebe yurtlarının açılması sıradan bir hizmet değildir. Bu yurtlar sayesinde Anadolu‘dan gelen pek çok başarılı öğrenci 6–7 yıl tıp eğitimi alma fırsatı bulmuştur. O yıllarda Anadolu‘dan İstanbul‘a gelip, gıda ve barınma imkânlarına sahip genç sayısı oldukça azdı. İşte bu öğrenci yurdu çok önemli bir alt yapı hizmeti olarak değerlendirilmelidir. 1930-1946 yılları arası tıp fakültesinde okuyan sivil öğrencilerin çok büyük bir bölümü bu yurtlarda kalarak eğitimlerini tamamladılar.
Etimesgut Dispanseri:
Koruyucu ve tedavi edici halk sağlığı hizmetlerinin bir arada yürütüldüğü ülkemizdeki ilk sağlık ünitesidir
1930 Umumi Hıfzıssıhha Kanunu:
Bu kanunun en önemli özelliği işçi sağlığının bile yer almasıydı. İşçi sağlığının Batı ülkelerinde dahi 1950‘lerden sonra değerlendirilmeye alınmasına karşın, 1927 yılında ülkemizde konunun gündeme alınması, 1930 yılında kanuna girmesi genç Cumhuriyetin kurucu kadrosunun hem sosyal anlayışını hem de ufkunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Hekim Maaşları:
Refik Saydam; kaliteli bir sağlık hizmeti için hekim maaşlarının yeterli düzeyde belirlenmesine son derece önem vermiştir. Örneğin 1930’lu yıllarda bir vali 60-70 lira aylık alırken, sıtma savaş hekimlerinin aylığı 100 liradan başlardı. Trahom savaş örgütünü kuran Dr. Nuri Fehmi Ayberk’i, göz salgısıyla bulaşan bu illeti yok etmek için bakanlığı zamanında Gaziantep’te trahom savaşını yürütecek hastanenin başına görevlendirdiğinde bu göz uzmanına Atatürk’ün 250 lira olan maaşının üç katı yani 750 lira maaş bağlatır.
HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ:
27 Mayıs 1928’de Hıfzıssıhha Enstitüsü adı verilen Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuvarı hizmete girdi. Alman kökenli 30 kadar bilim insanı bizzat Dr. Refik Saydam‘ın gayretleri ile Türkiye‘ ye getirilmiş ve yeni kurulan üniversite ile Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü bünyesinde istihdam edilmiştir. Enstitü hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmeye başladı. Yunanistan, Suriye, Irak gibi komşu ülkelere tetanos ve difteri serumları, Çin’deki kolera salgını nedeniyle Çin’e 1 milyon adet kolera aşısı yollayan Hıfzıssıhha Enstitüsü‘nün kaydettiği önemli gelişmelere isterseniz şöyle bir göz atalım:
Ağız yolu ile uygulanan BCG aşısı üretimi ilk kez 1931 yılında ele alınmıştır. 1931 – 1947 yılları arasında bu aşıdan 7338 doz üretilmiştir.1932 yılında 24 beygirle çalışmalara başlayan serum üretim bölümünün yıldan yıla bu üretimi arttırmasıyla dışarıdan serum ithali önlenmiştir. 1933 yılında Simple metodu ile kuduz aşısı ve 1937 yılında da kuduz serumu üretimine başlanmıştır.1934 yılında İstanbul Telkih hanesi (Aşı hane)‘nin, enstitüye geçen çiçek aşısı kısmında, ülkemizin ihtiyacını karşılayacak şekilde üretime geçilmiştir. 1935 yılında Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçları ve diğer yaşamsal önemi olan maddeleri kontrole başlamıştır.1942 yılında kurulan Tifüs aşısı laboratuvarında Cox Metodu ile bu aşının üretimine başlanmış ve aynı yolla da ülkemizde ilk olarak akrep serumu hazırlanmıştır. 1948 yılında boğmaca aşısı üretilmiştir. 1950’de İnfluenza Laboratuvarı’nın Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanınması ve influenza aşısı üretimi gerçekleşmiştir. 1958’de frenginin modern yöntemlerle teşhisi gerçekleşmiştir. 1965’de kuru çiçek aşısı üretimi, 1970’de fibrinojen, albümin ve gamma globülin üretimi, 1983’de kuru BCG aşısı üretimi gerçekleşmiştir. Türkiye bu sayede 1980’e kadar dışarıdan aşı almadı. Bu tarihten sonra ise yavaş yavaş Hıfzıssıhha Enstitüsü işlevsiz hale getirildi 2004 yılında ise Aşı Üretim Enstitüsü, Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı! Cumhuriyet’in büyük yokluklarla kurduğu ve harikalar yarattığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ise 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete ’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vuruldu.
SALGIN HASTALIKLARLA MÜCADELE:
Tifo, Tifüs, Kolera, Trahom, Verem, Sıtma, Çiçek, Frengi gibi salgın hastalıklar Anadolu‘da çok yaygındı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı nüfusun % 80‘ine yaklaşıyordu. Savaşlardan sonra Türkiye’deki sağlıklı genç nüfus yok olmuştu. Abdullah Cevdet’in bize bugün gülünç gelen ‘’damızlık erkek ithali’’ teklifi bu kötümserliği en açık şekilde göstermektedir. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı. Bildirilmesi zorunlu hastalıklardan dolayı gerçekleşen ölümlerin beş katı kadar veremlisi bulunan, ayrıca frenginin de kendi içinde çok yaygın olan bir toplum, 1940’lı yıllarda bu hastalıkları denetim altına almış ve insan hayatı açısından tehlikeli olmaktan çıkarmıştı. Ayrıca sülfamit ve penisilin gibi icatlar henüz hayata geçmemesine rağmen veremi, sıtmayı hatta frengiyi yok etmek, yok edemediği noktalarda engellemek şüphesiz çok büyük bir başarıdır. Şimdi durumu daha iyi anlamak için bu hastalıklardan bazılarına ayrıntılı göz atalım:
Sıtma:
1. Dünya Savaşı’nda sadece orduda 420.000‘e yakın sıtma olgusu saptanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nda askerlerimiz arasında %40,Samsun bölgesinde %70, Ordu‘da %50, Söke dolaylarında %44, Denizli‘de %86, Malatya ve Trakya bölgelerinde %25 – 30 oranında sıtma olgusu vardı. 1921 yılında bir raporda; nüfusu 200.000 civarında tahmin edilen Antalya civarında sıtma vaka adedinin 172.000‘e yaklaştığını bildirmiştir. Dr. Lütfi Aksu, 1925 yılında yayınladığı kitabında “Sıtma 1924 yılında köylüleri tarlada ve yollarda yerlere serdi. Harmanlar yüzüstü kaldı. Kasaba ve kentlerde yoksul, zengin tüm halk perişan oldu. Bazı yerlerde okulları hastane gibi kullanma zorunluluğu doğdu. ” demiştir.
Dr. Refik Saydam‘ın bakanlığı döneminde sıtma mücadelesi, örneği az görülecek çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu dönemde 17 milyon insan sıtma kontrolünden geçti, 5 milyonu tedavi edildi. Bu amaçla 70 ton parasız ilaç -Kinin dağıtıldı. Yine aynı dönemde hastalığa karşı mücadele çalışmaları kapsamında 1.000 km uzunluğunda su drenaj kanalı açılmış ve 350 kilometrekare bataklık alan kurutulmuştur. Tedavi imkânlarına kavuşturulan milyonlarca kişi ve kurutulan bataklıklar sayesinde sıtmadan ölümlerin önüne geçilebildi. Dr. Refik Saydam‘ın vekâleti döneminde, başlangıçtaki % 70‘lik orana ulaşan sıtmalı oranı %11‘e kadar düşürülmüş, ancak 2. Dünya Savaşı yıllarında devletin kaynaklarının büyük çoğunluğunun askeri alana yönlendirmesi nedeniyle kısıtlanan sıtma savaşı nedeniyle sıtma oranı tekrar artış göstererek %32‘ye yükselmiştir.
Trahom:
Çok eski yıllardan beri bilinen ve körlüğe neden olan Trahom hastalığı, Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ülkemizin en önemli sağlık sorunlarından bir başkasıydı. Trahom hastalığı ile mücadeleye 1925 yılında körler memleketi olarak tanınan Adıyaman ve Malatya‘da birer Trahom Hastanesi açılmasıyla başlandı. Bu yıllarda özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bazı illerde trahomlu hasta oranı %70 ve trahomdan körlük oranı %3,5 idi. Bu nedenle mücadele kapsamında hastane ve dispanserlerin arttırılmasına karar verildi. 1930 yılı içinde 80.000 hastaya ulaşılarak tedavi imkânı sağlandı. 1920 yılında muayene edilen trahomlu olgu sayısı yıllık 2.950 iken, bu sayı 1940‘da 120.700‘e ulaşmış, yoğun tedavi çabalarıyla da yeni vaka oranı muayene edilenler arasında %70‘den %20,2’ye düşürülmüştür.
BAŞBAKANLIK DÖNEMİ
Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde kurulan dokuz hükümetin yedi tanesini ismet İnönü kurmuştur. İnönü’nün kurduğu tüm kabinelerde sağlık bakanı olarak Refik Saydam görev yapmıştır. Atatürk, ölümünden önce hükümeti kurma yetkisini Celal Bayar’a verdiğinde Refik Saydam bakanlığı kabul etmeyerek İnönü’den yana politik bir tavır almıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü Reisi-Cumhur olmuş ve hükümeti Refik Saydam’a kurdurmuştur. İki devlet adamı bu süreçte ortak hareket etmişlerdir. Bu durum Refik Saydam’ın başvekilliğinin İnönü’nün gölgesinde kalmasına sebebiyet vermiştir.
29 MAYIS 1939 CHP 5. Büyük Kurultayı
CHP 5. Büyük Kurultay tüzük değişikliği ile valilerin CHP İl Başkanlıları görevleri sona ermiştir. Devlet memurlarının parti üyeliği de yasaklanmıştır. CHP tüzüğünde yapılan tüm bu önemli değişiklikler Başvekil Dr. Refik Saydam tarafından önerilmiştir. Bütün bu değişiklikler, onların mimarı olan Dr. Refik Saydam‘ın devlet, toplum ve siyaset anlayışını çok açık biçimde yansıtmaktadır. Bu değişiklikler ilk, ama en önemli demokratik açılımlardır. Devlet ve parti birbirinden ayrılmakta, devlet parti dışında bir siyasi yapı haline dönüştürülmektedir. T ek partiyle devam edilmek zorunda olunan bu dönemde en önemli tüzük değişikliği ise CHP meclis grubunda Müstakil Grup adıyla bir muhalefet grubunun kurulması ve Parti Müfettişliği oluşturulması olmuştur.
BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİNDE EĞİTİM
TERCÜME BÜROSU
Bu dönemde kurulan Tercüme Bürosu öncelikle Dünya Edebiyatı Klasiklerinin çevirisini sağlar. Programın ilk aşamasında 109 eser tercüme edilir Tercüme faaliyetleri, kısa zamanda, ülkenin okumuş insanına geniş bir ufuk sağlayabilecek etkinlikte işlemiştir
KÖY ENSTİTÜLERİ
Sayıları 40.000‘i bulan köylerin 4959‘unda öğretmenli, yaklaşık 4000‘inde ise eğitmenli okul vardı. 31.000 köy okulsuzdu ve bu köylerde görev almak üzere en az 20.000 öğretmene ihtiyaç vardı. Köy çocuğunu okutmak ve köye öğretmen göndermek amacıyla bu dönemde İsmail Hakkı Tonguç’un ve Hasan Ali Yücel’in önderliğinde köy enstitüleri kuruldu.(1940) Saydam hükümeti döneminde köy enstitülerine büyük önem verilmiş ve 18 köy enstitüsü açılmıştır. Bu dönemden sonra açılacak köy enstitüsü sayısı üçtür. ABD‘li ünlü eğitimci John Dewey Enstitülerle ilgili ‘’Son yıllarda tasavvurumdaki okullar Türkiye‘de kurulmaktadır. Bu okullar köy enstitüleridir. ‘’ demiştir. Prof. Dr. Charles Batman ise enstitülerle ilgili ‘’Köy Enstitüleri şimdiye kadar eşine rastlamadığım kıymetli öğretim merkezleridir.’’ demiştir.
2.DÜNYA SAVAŞI İLE ERZİNCAN DEPREMİ VE ETKİLERİ
Refik Saydam Hükümeti kendinden önceki Celal Bayar Hükümeti’ne göre iktisadi politika alanında farklı bir tutum içinde olmuştur. Bunun en önemli göstergesi ise 1939 yılının ilk yarısında hızlı bir şekilde yabancı şirketleri millileştirme ve özel girişim elindeki işletmeleri de devletleştirme yönünde yapılan uygulamalardır. 1939’un ikinci yarısında ise Avrupa’da başlayan savaşın yarattığı ekonomik ortamdan dolayı, millileştirme ve devletleştirme politikalarının hızı kesilmiştir. 1939 Ocak ayında başbakanlığa gelen Refik Saydam sosyoekonomik açıdan ülkeyi sıkıntıya sokacak iki büyük olayla karşı karşıya gelir.
ERZİNCAN DEPREMİ
1939’da 7,9 büyüklüğündeki depremde 32.962 kişi hayatı kaybederken 100.000 yaralı ve 116.000 bina yıkılmıştır. Erzincan ve çevre şehirleri etkileyen depremde Erzincan ve etrafı haritadan silinmiştir. Depremin Aralık ayında yaşanması sebebiyle ısınmak için yakılan sobalar yangınlara sebebiyet vermiştir.
2. DÜNYA SAVAŞI
1939 Eylül ayında Almanya’nın Polonya’yı işgali ile patlak veren 2. Dünya Savaşı’ndan dolayı bu dönemde ağırlık Türk dış politikasına verilmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın en buhranlı günlerinde ülkenin Başbakanı olarak soğukkanlı ve sağduyulu tutumu milletimizi yeni bir dünya savaşı felaketinden uzak tutmuştur. 1939 yılında kendisine Cumhurbaşkanı İnönü tarafından başbakanlık teklif edildiğinde bunu ülkeyi mecbur kalmadıkça savaşa sokmama şartı ile kabul etmiştir.1940 yılında İtalya‘nın Balkanlara saldırısı karşısında TBMM‘de ve CHP içinde sözü geçen pek çok politikacı derhal bayrağın çekilip İtalya‘ya savaş ilan edilmesini istemeleri üzerine Meclis kürsüsünde “Çocukların geleceğini düşünmek zorundayız, benim çocuğum yok fakat öldükten sonra arkamdan lanet okutamam.’’ demiştir. Bu onun tutumunu çok açık bir şekilde göstermektedir. 1941’de 69 milyonluk(1939-isgal ettiği bölgelerdeki nüfus dahil değil) bir Almanya sınırımıza dayanmış ve ülkemizi tehdit eder bir duruma gelmiştir. Bu dönemde tam bir var olma savaşı verilmiştir. Ülkemiz milyonlarca insanın öldüğü o dönemde, 1,3 milyonluk ordusu ile cephede tek bir asker kaybetmemiş, Hatay‘ın katılımıyla topraklarını büyütmüştür. Ancak iktisadi ve sosyal alanda birtakım sıkıntılar yaşanmıştır. Herhangi bir saldırı tehlikesine karşı uzun bir süre hazır bulundurulan ordu(1,3 milyon asker) ve askeri harcamalar devlet bütçesine ağır bir yük getirmiştir. Üretici tarafta bulunan bu aktif nüfusun silahaltına alınması ve tüketici tarafa geçmesi ve aynı zamanda 17 milyonluk ülkede 14 yaş altında 7 milyon insanın bulunması o zamanki tüketici sınıfın büyüklüğünü gözler önüne seriyor. Uluslararası ticaret yollarının savaş tehdidi altında kalması dolayısıyla ithal malların temininde sıkıntılar yaşanmıştır.(İthalat rakamları 1938:150 milyon 1941:71 milyon) Savaşın yarattığı ortamdan yararlanmak isteyen birtakım insanların karaborsacılık faaliyetlerine yönelmesi, tüccarların malları stoklaması ve halkın bir kısmının kıtlık gelecek düşüncesiyle evlerinde fazlasıyla stok yapması nedeniyle halkın büyük bir kısmı daha zor bir durumla karşı karşıya gelmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği mali yükü hafifletmek için kabul edilen Milli Koruma Kanunu fiyat artışlarını önleyebilmek için hükümete piyasalara müdahale etme yetkisi vermiştir. Hükümete özel mallara el koyma yetkisi, gayrimenkul kiralarının 1939’daki değerlerinde sabit kalması, ücreti ödenmek kaydıyla fazladan çalışma saatleri ve hafta sonu tatilinin kaldırılması gibi maddeleri içeren kanun halkı hoşnut etmemiş, hükümete ve devlete karşı olumsuz bir tutum oluşmasına neden olmuştur. Hükümet tarafından belirlenen fiyatlara uymayanlara da çok ağır cezalar verilmiştir. Bu cezaların acımasız olduğu kimi insanlar tarafından hala dile getiriliyor. Milli Koruma Kanunu, hakkında çok fazla tartışmaların olduğu uygulamalardan biridir. Küçük çiftçinin malının bir kısmını devletin belirlediği fiyattan devlete verdiği ancak büyük çiftçilerin memurlara rüşvet vererek ve eksik göstererek devlete değil de çok yüksek miktarda karaborsacılara sattığı, toplanan ürünlerin yeteri kadar depo olmadığı için çürüdüğü gibi söylentilerin doğruluk payı olduğu söylenebilir. Hatta depo olmadığı için bu ürünlerin camilerde depolandığı ve şuan bir takım cami hikâyelerinin buradan kaynaklandığını söylemek de çok yanlış olmaz diye düşünüyorum. Sonuç olarak Refik Saydam dönemindeki en önemli tartışma konusu Milli Koruma Kanunu’nun uygulamada başarısız olduğudur. 1940’lardaki zorunlu savaş ekonomisi ‘’karneler’’ ve ‘’kuyruklar’’ 1950’de CHP iktidarının sonunu hazırladı ve 1950’de Demir kıratı(demokrat parti) iktidara getirdi.
KAYNAKÇA (Başlıcaları):
Öcal, Zeliha Özlem, ‘’Siyasi Açıdan 1. ve 2. Refik Saydam Hükümetleri(1939-1942)’’,Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi,2006
Özkan, Mehmet Halim,’ ’Refik Saydam Hükümetleri Döneminde İaşe Politikaları Ve İaşe Müsteşarlığı’’ ,Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi,2019
Metintaş, Mustafa Yahya, ‘’Refik Saydam’ın Yaşamı Ve Kişiliği’’, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi,2008
İlber Ortaylı/Milliyet, Sağlık Ordusunun Az Bilinen Komutanlarından Dr. Refik Saydam
İbrahim Alâeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946)
Hakkı Devrim / Türkiye Ansiklopedisi 4 (1974)
Yurt Ansiklopedisi (c. 6, 1981)
Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (c. 20, 1986)
Kemal Öztürk / İlk Meclis (1999)
Falih Rıfkı Atay / Çankaya (2004)
Süleyman Yeşilyurt / Türkiye’nin Başbakanları (2006)
Sema Dülger / Dünden Bugüne Devletin Zirvesindekiler / (2007)
İhsan Işık / Ünlü Devlet Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 1, 2013)
Similar Posts:
- Öner Tanık Yazdı: “Yurt Sevgisinin Örnek İnsanı: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu”
- KEMALİST ve KEMALİZM -1-
- KARDEŞÇE VE BARIŞÇIL BİR YAŞAMIN SİMGESİDİR AĞAÇ
- Onur Erülker Yazdı: “MİLLİ EKONOMİYE GEÇİŞ YEMİNİ: İZMİR İKTİSAT KONGRESİ”
- Uğur Erülker Yazdı: “Taliban’ın Gölgesinde(n) Ufku Düşlemek”