CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNE DAİR ÖNGÖRÜLER

Türkiye, siyasal tarihinin en zor ve kritik seçimlerine girerken, ülke muhalefetinin veya o muhalefetten geriye kalanların toplumsal tabana sunduğu siyasal çözüm yolu ve bu çözüme yükselen itirazlara karşı takınılan tavrın hazımsızlığı, çözümsüz kalmış gibi gözüken insan kitlelerini kendince çözüm aramaya itti.

2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde, seçim akşamı oy takip sistemi çöken ve adayını karanlıkta bırakan Kılıçdaroğlu yönetimi ile seçim akşamı halkla iletişimde başarısız bulunan söz konusu aday Muharrem İnce arasında yaşanan parti içi gerginlik, bu seçimde seçmenlerin oy tercihlerine yansıyabilecek kadar büyüdü. CHP’nin, AKP’den çıkma isimler (Babacan ve Davutoğlu) ile ittifaka girmesi, 20 yıllık kara dönemle hukuk yoluyla hesaplaşma olanağını bu karar ile doğal olarak halı altına süpürmesi, parti içindeki liberal değişim, aralarında Fethullahçı teröristlerin de bulunduğu KHK’lıların affı iddiaları ve arkasında şeriatçı gericiler bulunduğu su götürmez bir gerçek olan DP ile SP’nin ittifaka katılışı zaten tabanın bir kısmı ile partinin arasını açmıştı. Muharrem İnce’nin, Memleket Partisi’ni kurarak bu küskün seçmen tabanına çıkış yolu sunmaya çalışması, etkinin boyutunu seçim akşamı göreceğimiz üzere, CHP’den kopuşu hızlandırdı.

Seçmenin oy tercihine ne kadar yansıyacağını bugün bilememekle beraber, CHP’nin fiili liderliğinde çalışan Millet İttifakı’nın geçici sığınmacılara ve etnik ayrılıkçılığa karşı pasif tavrı, bir başka siyasi aktörün, Prof. Dr. Ümit Özdağ başkanlığındaki Zafer Partisi’nin siyasette sesini duyurmasını ve kamuoyu oluşturmasını sağladı. Özdağ’ın sınır güvenliği, ülke demogafisinin (özellikle Güneydoğu’daki sınır illerimizde) değiştirilme tehlikesi ve ulus devletin dağılmasına yönelik söylemleri muhalif seçmen tabanında bu konulara dair Millet İttifakı’ndan bir beklenti oluşmasını sağladı. Şüphesiz, bu beklenti dolu gözleri Millet İttifakı’na çeviren unsur, İYİ Parti ile Zafer Partisi, daha basit anlatımıyla ise Meral Akşener ile Ümit Özdağ arasındaki siyasi bağdır. Taban ve parti kadrolarına baktığımızda açıkça görebileceğimiz üzere Ülkücülük geleneğinden gelen bu iki parti arasındaki benzerlik, ZP’den çıkan uyarıların İYİP tarafından umursanması, dikkate alınması gerektiğine dair ortam hazırlamıştır.

CHP’nin, AKP eskileriyle yürüyecek kadar alçalması haricinde saydığım hiçbir hususun seçime doğrudan etki edecek kadar kuvvetli olduğu kanısında değilim. Zira, CHP seçmeninin Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulma kararlılığı, AKP’ye duyduğu bıkkınlık ve ne olursa olsun partisine oy verme alışkanlığı her şeyden üstün gelecektir. Bu bir temenni değil, tespittir. Günümüz itibariyle seçmen pastasındaki payı %30’lara varan gençliğin, gittikçe otoriterleşen ve adeta sokak hayatını, toplumsal çeşitliliği silip süpüren AKP’den ne olursa olsun kurtulmak isteyeceği neredeyse bir gerçek. Bunun üstüne bir de seçim sonrasında ülkenin artık tanınamayacak hale geleceğini düşünen kemik CHP seçmenini eklersek, ZP ve MP’den yükselen uyarıların ve CHP’deki zavallı tutumun seçmen tercihlerine sonuçları değiştirecek kadar etki etmeyeceği açıktır.

Gerek sosyal medyada, gerekse halk arasındaki tartışmalarda oldukça toz kaldıran bu gelişmelere rağmen seçim sonuçlarının üç aşağı beş yukarı aynı olacağını söyledik. Pekala, o zaman malum soruyu soralım. Bu şartlarda, ana muhalefet lideri ve Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu 11 seçimdir alaşağı edemediği Recep Tayyip Erdoğan’ı bu sefer koltuğundan eder mi?

Yakın tarihlerde bir televizyon programına konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, seçimin sonucuna dair yaptığı değerlendirmede ”Sayın Erdoğan bu seçimin kazananı olamaz. Kaybedersek, biz kaybetmiş olacağız.” demişti. Bu sözler, AKP’nin artık gözden düştüğünü, bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini, aday ve politika tercihlerinin ”güçsüz yakalanmış Erdoğan’ı” göndermeye uygun belirlenmesi gerektiğini anlatıyor. Vaktiyle %50’lere dayanmış AKP oylarının bugün MHP’yle beraber, Cumhur İttifakı bütününde %40’lar civarında olduğu ise yapılan türlü seçim anketleriyle ortaya kondu. Yani, Erdoğan’ın geçmiş bilmemkaç seçimde olduğunun aksine, bu seçimin rahatça kazananı olma ihtimali pek bulunmuyor.

Ekrem İmamoğlu’nun seçimin nasıl kazanılabileceğine veya AKP’nin artık kazanmaktan uzak olduğuna dair söylemlerinin halkta da karşılığı var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının kesinleşmesine kadar yaşanan süreçte, CHP liderliğindeki Millet İttifakı tabanının ve hatta CHP ve İYİP küskünlerinin dahi ABB Başkanı Mansur Yavaş’tan veya İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan yana tavır takındığı dahi anketlerle ispat edilmiş bir gerçektir. Keza, söz konusu isimler bizzat İnce ve Özdağ’dan dahi üstü kapalı veya açıkça destek görmüş ve tüm muhalif tabanın adaylıkta birleşebilmesinin yolu dahi açılmıştır. Erdoğan ve AKP küskünlerinden oy alabilecek isimlerin belediye başkanları olduğu, seçimin ikinci tura kalması halinde bu küskün iktidar partisi tabanının tekrardan Erdoğan’da konsolide olmasını engelleyecek isimlerin kimler olduğu ortadadır.

Sizlere, Zafer ve Memleket partilerinin cumhurbaşkanlığı seçim sonucunu doğrudan değiştiremeyecek olduklarını ve toplumda karşılık bulan diğer isimlerin, aday gösterilmeleri halinde, Erdoğan’a karşı en güçlü seçenek olarak çıkabileceklerini anlatmaya gayret ettik.

Bu şartlar altında AKP tabanında hiçbir karşılığı bulunmayan ve yıllardır güdülen nefret siyasetiyle ne yazık ki bu taban nazarında bir tür nefret objesine dönüştürülen, aynı zamanda ise CHP’nin temel ilkelerinden partiyi uzaklaştırarak ve gündelik siyasi kazanımlar uğruna, hiç olmayacak isimlerle siyasal yol tutarak kendi seçmen tabanını dahi bölen ve kuşku içerisinde bırakan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan karşısındaki en zayıf aday olduğunu söylemek abes kaçmaz. Kemal Kılıçdaroğlu, olası adaylığını, bırakın parti üyelerine sormayı, delegelere dahi sormadan bir nevi herkese zorla kabul ettirmiş bir figür olarak karşımızda. Seçimin ikinci tura 2 adayla kalması halinde ise yıllardır AKP’ye oy verme alışkanlığı bulunan iktidar tabanının, pusulada Erdoğan ve Kılıçdaroğlu görünce ne karar vereceğini öngörmek pek de zor değildir. Ulusumuzun bıkkınlığı, yeni bir siyasal sayfa açma isteği, kanımızca en ilkesiz ve siyaseten zayıf adayla söndürülmüştür ve geleceğimiz tehlikeye atılmıştır. İşleyecek seçim propagandası sürecinde, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun müstakbel cumhurbaşkanı yardımcıları olarak ne kadar aktif rol oynayacağı, seçim sonuçlarına belki bir nebze etki edebilir. Yaşayıp göreceğiz.

Loading