ATTİLA İLHAN’I ANLAMAK – Gazi ÖMEROĞLU
Bakış: Şu günlerde Türkiye’nin elinde bir fotoğraf makinesi var; bu fotoğraf makinesinde özellikle son yıllarda kaydedilen büyük çarpışmalar tarihsel birikimden ve süreçten bağımsız olmaksızın var oluyor. Belleklerimizi tazelemek adına memleketin durumunu Attila İlhan’a kulak vererek anlatalım: Fotoğraf makinesinin kayıtlarını açıyoruz!
Attila İlhan kuşkusuz çok yönlü bir kişiliğe sahip; şair, romancı, düşünür, gazeteci, eleştirmen ve dahası. Bu noktada şu gerçekliği haykırarak söylemekte yarar var: Popülist ve günlük kaygılarla bezeli yaşam tarzının insanlığa ve geleneksel kültürlere dayattığı bir şey var: şekilcilik
İşte, Attila İlhan da bu şekilcilik hastalığından mustarip olanlardan; konuşturulmayarak ve anlatılmayarak şekle sokulan, aydın kimliğinden uzaklaştırılıp “Ben Sana Mecburum” a hapsedilen bir Attila İlhan dinledik çoğu zaman. Gerçek, elbette bize dinletilenlerden ve anlatılanlardan epey farklıydı. Bize pek bahsedilmeyen Attila İlhan’ı şu kelime anlatır: Aydın.
Aydın kişi var olabilmeyi başarandır; bu var olabilme savaşımında aydının arkasına ve de yanına alması gereken iki güç vardır:
1)Bilgi
2)Halk
Bu iki itici ve etkili güç, “nasıl bir aydın” sorusunun da yanıtını verecektir. Renkli ekranlarda ve sayfalarda görmeye alışık olduğumuz tipler var biliyorsunuz; kravat- ceket-pantolon, ya da ruj-makyaj-topuklu ayakkabı üçlemeleriyle var olabilen. Bunlardan başka varlığı ve ayrıcalığı olamayacağına inandırılmış tipler bunlar: Fikir yok, bilgi de dolayısıyla hak getire! Fakat bunları tanımak ve tanımlamak memleketin yönünü ve çıkışını göstermek açısından önemlidir.
Türkiye geç dönem tarihine bakacak olursak, ilerleme süreci esas olarak iki kuvvetin çarpışması üzerinde gelişmiştir. Özünün ve halkının yanında ve yakınında olanlar, diğeri özüne ve halkına yabancılaşarak fikir buhranlarının ve bulantılarının esareti altında yaşayanlar ve bu iki kuvvet Türkiye’nin modernleşme sürecindeki başat tartışmalardan biri olan “batılılaşma” üzerinde iki karşıt cepheyi oluşturmuştur. Birinci kuvvetin aydın tipinde kararlılığı, yenilmeyen umutları ve halka güveni görürüz. İkinci tip aydında ise karamsarlık, bıkkınlık ve daha da beteri başka ülkelere, başka başkentlere güveni görürüz. Çünkü onların gözünde halk gelişemeyen, öğrenemeyen, yararsız bir figürdür yalnızca.
Attila İlhan ikinci tip aydınları şöyle tanımlar: “Tanzimat’tan bu yana bir ayrıcalık edinmişler, onlar sizi tepeden yargılıyorlar da siz onları yargılamaya kalkıştığınız zaman aralarında birleşip sesinizi kısmak, sözünüzü duyurmamak için ellerinden geleni yapıyorlar.” Ne kadar alışığız ayrıcalıklarından güç devşirerek yontulmamış karakterlerinin de verdiği berbatlıkla halkı hedef alıp yok sayanlara, öyle değil mi? Ya da geleceği ve dünü bir kenara koyup, bugünün maddi zevkleriyle memleketi çarçur etme gayretine düşenlere: Çok okumuş, çok gezmiş ya da çok biliyor olabilirler elbette. Peki, kimin için, ne için, ne uğruna bunca çarpışma ve kavgamız? Bağımsızlık. Elbette bağımsızlık ki bağımsız ülkeler ya da kuruluşunda bağımsızlık mücadelesi yatan milletler aydın yetiştirebilmişlerdir. Türkiye örneğinde olduğu gibi, bağımsızlık mücadelesiyle yeşeren ülkelerde çarpışma bağımsızlıkçılar ile müstevlilerin işbirlikçileri arasında somutlaşır. Attila İlhan bağımsızlıkçıdır, hem de tam bağımsızlıkçı! Memleketin sadece kurda kuşa değil, emperyalistlere ve işbirlikçilerine de teslim edilmemesi gerektiğini savunur. Ne acıdır ki, O’nu aşk şiirlerine hapsetme hatasına düşenler bu fikirlerden bihaberdir. Yanı sıra aydın kategorisine konulan yığınla kişi de bağımsızlıkçı ideali bir paranoya ve kuşkudan ibaret sanır. Bu noktada gelin yine Attila İlhan’a kulak verelim: “Tanzimat’tan gelen bir Batılı aydın tipi var, yüzeysel bir ilericiliği memleketin hayrına önemli bir atılım saymaktadır; başka bir deyişle, komprador ekonomisinin yarattığı garip bir yaratıktır ki ülkenin sağlığını ve yücelmesini komprador kültürünün yaygınlaşmasında görür. Emperyalizme çalıştığını fark etmez, miyopluğu yüzünden görüş alanı dışında kalan her şeyi çağdışı olmakla suçlar. Bu aydının ilerici değil işbirlikçi olduğunu saptamak zorunludur.”
Bu “Batılı aydın tipi” de çok tanıdık:
- Çok satanlar listesine girmeyi biricik marifet sanan ve buna giden yolda cinsel kimliğini dahi afişe etmekten geri durmayanlar
- Avrupa’nın Amerika’nın başkentlerine kaçıp kadim Anadolu’ya parmak sallama cüretini gösterenler
- Muhalif olma uğruna aklını ve beynini kiralayanlar
- Başka ülke ordularının postallarını yeğleyenler
- Vatan ve Türklük alerjisi olanlar
Bu bağlamda bağımsızlık ve aydın olmak arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu ortaya çıkıyor. Bağımsızlık, aydınlığın olduğu kadar aydın olmanın da en önemli ön koşulu olarak karşımızda duruyor.
Attila İlhan; tam bağımsızlığı, ulusal değerleri ve ulusal kimliği başkaca payelerin önünde tutan aydın tipinin yansımasıdır. Medeniyeti özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını ve barışı Brüksel’e ve Washington’a hapsetmeye ve sığdırmaya çalışan Batı bandrollü aydın tipine sık sık tanık oluyorsunuz. Magazin artığı bu tipler karşımıza kimi zaman Nobel Ödülü kazanmak için ülkesine ve tarihine kara çalan Orhan Pamuk olarak çıkarken, kimi zaman da tarikat liderlerinin eteğini öptükten sonra eşcinsel olduğunu aciz bir ruh hali içinde açıklayan Elif Şafak olarak çıktı. Attila İlhan’ın aşağıdaki sözleri Pamukgilleri ve Şafakgilleri anlatıyor olmalı:
“ Halktan kopuktur ya; bileğine güvenemediğinden mi ne; Türk aydınlarının çoğu sıkıştı mı, Batı’ya parmak kaldırır; hak, hukuk hık mık diyerek, ülkesini şikâyet eder; Avrupa Topluluğu’na girmemize, Avrupa İnsan Hakları standartlarına, Türkiye de gerçekleşeceği ümidiyle yandaş çıkan az değil.”
Aydın kişinin yol göstericiliği deneyimleri ve birikimiyle ortadadır. Attila İlhan söyledikleri ve söylettikleri ile tarihi konuşturabilme başarısını göstermiştir. Memleketin içinden geçtiği şu süreçte O’nu anlayabilmek ve anlatabilmek geleceği kurarken büyük görevlerimizden biri olarak önümüzde duruyor.
Gazi ÖMEROĞLU
Similar Posts:
- DOSTOYEVSKİ’YE SELAM OLSUN! – Gazi ÖMEROĞLU
- Ulusal Dil ve Kültür Savaşı – Deniz YÜCE
- Av. Öniz ÖZSOY ile Röportaj
- KEMALİZM: ANLAŞILAMAYAN BİR KURTULUŞ İDEOLOJİSİ – Çiçek CİHANGİR
- İnternet Bağımlılığı, Aile ve Çocuk – Yusufcan HANOĞLU